Читать книгу Öldürme Nedeni - Блейк Пирс - Страница 10
BEŞİNCİ BÖLÜM
ОглавлениеAvery’nin elinde bir isim vardı: Cindy Jenkins. Üye olduğu kız birliğini de biliyordu: Kappa Kappa Gamma. Harvard Üniversitesi’ni ise gayet iyi biliyordu. Bu Sarmaşık Ligi okulu onu üniversiteye ilk başlayacağı sene geri çevirmişti, ama okuldan iki çocukla çıktığı için üniversite eğitimi boyunca Harvard hayatına sızmanın bir yolunu bulmuştu.
Diğer üniversitelerin aksine, Harvard’ın kız ve erkek birlikleri resmi olarak tanınmıyordu: Kampüs içinde veya dışında Yunan evleri yoktu. Ancak kampüs dışındaki çok sayıda evde veya binada ‘kuruluş’ veya özel ‘kulüp’ adı altında düzenli olarak partiler verilirdi. Avery kendi üniversite eğitimi boyunca, üniversite hayatının ikilemini ilk elden görmüştü. Güneş batana dek herkes sadece notlarına odaklanmış gibi yapar, sonra bir grup çılgın parti hayvanına dönüşürdü.
Avery bir kırmızı ışıkta durduğunda İnternet’ten hızla bir araştırma yaptı ve Kappa Kappa Gamma’nın Cambridge’de aynı sokakta iki bölgeyi kiraladığını gördü: Church Sokağı. Kiralık yerlerden biri özel günler, diğeriyse toplantılar ve sosyalleşme faaliyetleri için kullanılıyordu.
Longfellow Köprüsü’nde ilerledi, MIT’nin yanından geçti ve Massachusetts Caddesi’nden sağa saptı. Sağında sık ağaçların ve asfalt kaplı patikaların arasındaki muhteşem kırmızı tuğlalı evleriyle Harvard Yard belirdi.
Church Sokağı’nda arabasını park edebileceği bir yer gördü.
Arabayı park etti, kapıyı kilitledi ve başını güneşe doğru kaldırdı. Ilık bir gündü; hava otuz dereceye yakındı. Saate baktı: on buçuktu.
Kappa binası dış cephesi tuğla olan uzun ve iki katlı bir yerdi. Giriş katında bir sürü giyim mağazası vardı. İkinci katın ofislere ve kız birliği faaliyetlerine ayrıldığını tahmin etti. İkinci katın zilinin yanındaki tek işaret Harvard’ın mavi renkli zambak sembolüydü. Zili çaldı.
İnterkom sisteminde tiz bir kadın sesi duyuldu.
“Evet?”
“Polis,” dedi Avery sesini yükselterek. “Kapıyı açın.”
Bir an için yanıt gelmedi.
“Ciddi soruyorum,” dedi ses, “kimsiniz?”
“Polis,” dedi Avery ciddi bir ses tonuyla. “Bir sorun yok. Kimsenin başı dertte değil. Sadece Kappa Kappa Gamma’dan birisiyle görüşmem gerekiyor.”
Kapı açıldı.
Avery’yi ikinci katta üstünde gri renkli bol bir eşofman üstü ve beyaz bir eşofman altı olan uykulu ve pespaye kılıklı bir kız karşıladı. Saçları koyu renkti ve bir gece önce sıkı eğlenmiş gibi gözüküyordu. Suratının büyük bir kısmını saçları örtüyordu.
Gözlerinin altında koyu renkli halkalar vardı ve normalde gururla sergilediği vücudu kalın ve şekilsiz gözüküyordu.
“Ne istiyorsunuz?” dedi kız.
“Sakin ol,” dedi Avery. “Bunun kız birliği faaliyetleriyle bir ilgisi yok. Birkaç soru sormak için geldim.”
“Kimliğinizi görebilir miyim?”
Avery rozetini gösterdi.
Kız onu tepeden tırnağa süzdü, rozetini inceledi ve geri çekildi.
Kappa Kappa Gamma için ayrılmış olan alan geniş ve aydınlıktı. Yüksek tavanlıydı. Birkaç tane rahat görünümlü ten rengi koltuk ve mavi renkli armut şekilli koltuk gelişigüzel yerleştirilmişti. Duvarlar koyu maviye boyanmıştı. Bir bar, bir ses sistemi ve kocaman, düz ekran bir televizyon vardı. Pencereler neredeyse zeminden tavana kadar yükseliyordu. Avery sokağın karşısında bir diğer alçak apartmanın tepesini, sonra da göğü görebiliyordu. Gökyüzünde birkaç bulut süzülüyordu.
Kendi üniversite eğitiminin Kappa Kappa Gamma’daki çoğu kızınkinden çok daha farklı olduğunu tahmin etti. Bir kere, eğitim ücretini kendisi ödemişti. Her gün derslerden sonra yerel bir hukuk firmasında çalışmış, sekreterlikten saygı duyulan avukat stajyerliğine yükselmişti. Ayrıca, okurken nadiren içki içmişti. Babası ciddi bir alkolikti. Üniversiteyken çoğu gece ya arkadaşları için şoförlük yapar, ya da yurtta ders çalışırdı.
Kızın suratında umut dolu bir ifade belirdi.
“Cindy’yle mi ilgili?”diye sordu.
“Cindy arkadaşın mı?”
“Evet, en yakın arkadaşım,” dedi kız. “lütfen bana iyi olduğunu söyleyin.”
“İsmin nedir?”
“Rachel Strauss.”
“Polisi sen mi aramıştın?”
“Evet. Cindy cumartesi gecesi partimizden bayağı sarhoş ayrıldı. Onu o zamandan beri de gören olmadı. Bu, onun yapacağı bir şey değil.” Gözlerini devirip hafifçe gülümsedi. “Genellikle, ne yapacağı bellidir. Bayan Kusursuzdur. Her zaman aynı saatte yatar, asla değişmeyen bir programı vardır… Değişiklik yapabilmesi için beş sene önceden haber vermeniz gerekir. Cumartesi gece çok çılgındı. İçki içti. Danslar etti. Bir süre vaktin geç olduğuna aldırış etmedi. Öyle davrandığını görmek güzeldi.”
Rachel birkaç saniye dalgınlaştı.
“Gerçekten de mutlu görünüyordu, anlatabiliyor muyum?”
“Herhangi bir nedeni var mıydı?” diye sordu Avery.
“Bilmiyorum. Sınıf birincisidir. Sonbaharda başlayacağı bir iş bulmuştu.”
“Ne işi?”
“Devante diye bir yerde. Boston’daki en iyi şirkettir. Cindy muhasebe okuyor. Çok sıkıcı biliyorum, ama rakamlar söz konusu olduğunda bir dahidir.”
“Bana cumartesi gecesinden biraz söz eder misin?”
Rachel’ın gözleri doldu.
“Gerçekten de Cindy için geldiniz, değil mi?”
“Evet,” dedi Avery. “Biraz oturabilir miyiz?”
Rachel koltuğa çöküp ağlamaya başladı.
Hıçkırıklar arasında konuşmaya çalıştı.
“Cindy iyi mi? Nerede?”
Avery işinin en çok bu kısmından nefret ederdi. Kurbanların akrabalarıyla ve arkadaşlarıyla konuşmak. Ancak onlara söyleyebileceği şeyler kısıtlıydı. İnsanlar bir vaka hakkında ne kadar çok şey öğrenirlerse, bir o kadar çok konuşurlardı ve bu konuşmalar bir şekilde suçları işleyen kişilerin kulağına giderdi. Kimse bunu anlamaz, ya da o anda umursamazdı: Fazlasıyla üzgün olurlardı. İstedikleri tek şey yanıtlar olurdu.
Avery kızın yanına oturdu.
“Aradığına gerçekten çok sevindik,” dedi. “Doğru olanı yaptın. Ne yazık ki, devam eden bir soruşturmadan söz edemem. Ama sana şunu söyleyebilirim: O gece Cindy’nin başına neler geldiğini öğrenebilmek için elimden gelen her şeyi yapağım. Bunu tek başıma yapamam, yardımına ihtiyacım var.”
Rachel tamam der gibi başını sallayıp gözyaşlarını sildi.
“Yardım edebilirim,” dedi. “Yardım edebilirim.”
“O geceyle ve Cindy’yle ilgili olarak hatırladığın her şeyi öğrenmek istiyorum. Kimlerle konuştu? Aklında takılan bir şey var mı? Neler demişti? Onunla ilgilenen kişiler kimlerdi? Partiden giderken dikkatini çeken bir şey oldu mu?”
Rachel kendisini tamamıyla bıraktı.
En sonunda, tek elini kaldırdı, başını salladı ve toparlandı.
“Evet, tabii.”
“Diğer kızlar nerede?” dedi Avery onun dikkatini dağıtmak için. “Kız birliği evlerinin Kappa giysileri gitmiş, akşamdan kalma kızlarla dolu olduğunu sanıyordum.”
“Dersteler,” dedi Rachel gözlerini silerek. “Birkaçı da kahvaltılık bir şeyler almaya gittiler,” dedi. “Bu arada, biz teknik olarak bir kız birliği evi değiliz. Burası sadece yurda gitmek istemediğimiz zamanlarda kalmak için kiraladığımız bir yer. Cindy asla burada kalmadı. Ona göre fazla modern. O daha ‘ev’ havası olan yerleri sever.”
“Nerede oturuyor?”
“Yakınlardaki bir öğrenci evinde,” dedi Rachel. “Ama cumartesi gecesi eve gitmeyecekti. Erkek arkadaşıyla buluşacaktı.”
Avery dikkat kesildi.
“Erkek arkadaşıyla mı?”
Rachel evet der gibi başını salladı.
“Winston Graves, ukala bir son sınıf öğrencisi, kürekçi, gerzek. Hiçbirimiz onunla neden çıktığını anlamadık. Şey, aslında ben anlıyorum galiba. Yakışıklı ve ailesi çok varlıklı. Cindy’nin asla çok parası olmadı. Sanırım, insan yoksul olunca, bu tür kişiler cazip geliyor.”
Evet, biliyorum, diye düşündü Avery. Paranın, itibarın ve hukuk şirketindeki önceki işinin onu Ohio’dan ayrılan ürkek ve kararlı genç kızdan farklı biri olduğuna nasıl inandırdığını hatırlıyordu.
“Winston nerede oturuyor?” diye sordu.
“Winthrop Meydanı’nda. Buraya çok yakın. Ama Cindy oraya hiç gitmemiş. Winston Pazar sabahı erkenden buraya gelip onu aradı. Planlarını unuttuğunu ve sızdığını düşünmüş. İkimiz Cindy’nin evine gittik. Orada da yoktu. Ondan sonra polisi aradım zaten.”
“Başka bir yere gitmiş olabilir mi?”
“Kesinlikle, hayır,” dedi Rachel. “Cindy asla böyle bir şey yapmaz.”
“Tamam, o halde buradan ayrıldığında Winston’ın evine gideceğinden emindin.”
“Kesinlikle.”
“Planlarını değiştirecek herhangi bir şey olmuş olabilir mi? Gecenin başlarında, hatta sonlarında da olabilir.”
Rachel başını salladı.
“Hayır, ama belki de olabilir,” dedi. “Hiç önemli olmadığına eminim, ama senelerdir Cindy’ye âşık olan bir çocuk var. İsmi George Fine. Yakışıklı, sert görünümlü, yalnız takılan, ama biraz garip bir çocuk. Anlarsınız ya? Egzersiz yapar ve sık sık kampüste koşar. Geçen sene, onunla birlikte ortak bir ders almıştım. Kendi aramızda hep ilk seneden beri neredeyse her dönem Cindy’yle ortak bir ders aldığı konusunda şakalaşırız. Cindy’ye kafayı takmış durumda. O da cumartesi gecesi buradaydı ve işin en çılgınca yanı, Cindy’nin onunla dans etmiş olması. Hatta onu öptü. Cindy’nin asla yapağı bir şey değil. Yani, Winston’la çıkıyor. Gerçi kusursuz bir ilişkileri yok, ama Cindy o gece çok sarhoştu ve çok eğleniyordu. Öpüştüler, dans ettiler ve Cindy gitti.
“George peşinden gitti mi?”
“Bilmiyorum. Gerçekten de bilmiyorum. Cindy gittikten sonra onu gördüğümü hatırlamıyorum, ama çok sarhoş olduğumdan fark etmemiş olabilirim.”
“Cindy’nin sat kaçta gittiğini hatırlıyor musun?”
“Evet,” dedi Rachel. “Saat tam iki kırk beşti. Cumartesi gecesi geleneksel Bir Nisan partimizdi ve süper bir şaka yapacaktık. Ama herkes o kadar çok eğleniyordu ki, bu şaka Cindy gidince aklımıza geldi.”
Rachel başını önüne eğdi. Bir süre havayı sadece boşluk kapladı.
“Peki, tamam,” dedi Avery. “Bunlar faydalı oldu. Teşekkür ederim. Kartvizitimi vereyim. Başka bir şey hatırlarsan veya kız birliğinden arkadaşlarının anlatmak istediği bir şey olursa, bunları dinlemeyi çok isterim. Bu, devam etmekte olan bir soruşturma. O yüzden, en ufak bir ayrıntı bile bize bir ipucu verebilir.”
Rachel başını kaldırıp, gözlerinde yaşlarla ona baktı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, sesi sakindi ve titremiyordu.
“O, öldü, değil mi?”
“Rachel, bilgi veremem.”
Rachel tamam der gibi başını salladı, sonra elleriyle yüzünü örtüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Avery eğilip ona sıkı sıkı sarıldı.
ALTINCI BÖLÜM
Avery dışarıya çıkınca yüzünü güneşe çevirdi ve derin derin iç çekti.
Church Sokağı işlek bir yerdi ve mağazaların girişlerinde çok sayıda kamera vardı. Gecenin bir yarısı da olsa, kızın orada kaçırıldığına inanamıyordu.
Nereye gittin? dedi içinden.
Telefonunda kısa bir arama yapıp, Winthrop Meydanı’na giden en kestirme yolu buldu. Church’te biraz yürüdü, Brattle’dan sola saptı. Brattle Sokağı Church’ten daha genişti ve orada da bir o kadar mağaza vardı. Brattle Tiyatrosu ‘nun sokağın karşısında olduğunu gördü. Binanın bir yanında ufak bir ara sokak vardı ve bir kafe sokağı kaplamıştı. Ağaçlar bölgeyi gölgelere boğmuştu. İlginç bir yerdi. Avery sokağın karşısına geçip, binaların arasındaki dar sokağa girdi.
Tekrar Brattle’a çıktı ve Church Sokağı’nın her iki yanında bir blok çapında bulunan bütün mağazaların girişine baktı. Dışında kameralar olan en az iki mağaza vardı.
İçki ve sigara satan ufak bir dükkâna gitti.
Kapının zili çınladı.
“Yardımcı olabilir miyim?” dedi yaşlı ve Rasta saçlı beyaz bir hippi.
“Evet. Dışarıda bir kameranız olduğunu fark ettim. Sokağın ne kadarını görüyor?”
“Tamamını,” dedi adam. “Her iki yönü de görüyor. İki sene önce taktırmak zorunda kaldım. Lanet olasıca üniversiteliler. Herkes Harvardlı gençlerin çok özel olduğunu sanıyor, ama onlar da herkes gibi serseriler. Senelerdir camlarımı kırıyorlar. Bir tür üniversiteli şakası, değil mi? Benim için değil. O camlar kaça patlıyor biliyor musunuz?”
“Bunu duyduğuma üzüldüm. Bakın, yanımda arama iznim yok,” dedi Avery rozetini gösterip. “Ama bu salak çocuklardan bazıları bu sokağın ilerisinde bir olay çıkarmış olabilir. Orada hiç kamera yok. Sizin kamera kayıtlarınıza bakmam mümkün mü? Saatini biliyorum. Çok uzun sürmez.”
Adam kaşlarını çatıp söylendi.
“Bilmiyorum,” dedi. “Dükkâna göz kulak olmam gerek. Burada benden başka kimse yok.”
“Zamanınıza karşılık size ödeme yaparım.” Gülümsedi. “Elli kâğıt nasıl?”
Adam hiçbir şey demeden başını eğdi, tezgâhın ardından çıktı ve kapıdaki ‘açık’ levhasını döndürerek ‘kapalı’ya çevirdi.
“Elli kâğıt mı?” dedi. “İçeri gelin!”
Dükkânın arka tarafı sıkışık ve karanlıktı. Adam kutuların ve yedek ürünlerin arasında kalan ufak bir televizyonu çıkardı. Televizyonun üstündeki daha yüksek bir rafta buna bağlı olan bir dizi elektronik alet duruyordu.
“Bunları pek sık kullanmam,” dedi. “Sadece bir olay olduğunda bakarım. Kasetler her hafta pazartesi gecesi silinir. Dediğiniz şu olay ne zaman oldu?”
“Cumartesi gecesi.”
“Tamam, şanslısınız o halde.”
Adam televizyonu açtı.
Ekranda beliren siyah beyaz görüntü dükkânın hemen önünü gösteriyordu. Avery dükkânın girişinin yanı sıra, sokağın ta Brattle’a kadar uzanan karşı tarafını da gayet iyi görebiliyordu. Özellikle incelemek istediği alansa yaklaşık olarak eli metre ötedeydi. Görüntü daha kumluydu ve ara sokağın önündeki şekilleri seçmek neredeyse imkânsızdı.
Ufak bir farenin yardımıyla geriye doğru tarama yapılabiliyordu.
“Saat kaçta oldu demiştiniz?” diye sordu adam.
“İki kırk beş,” dedi Avery. “Ama başka zamanlara da bakmam gerek. Şuraya otursam da kendim baksam bir sakıncası olur mu? Siz dükkâna geri dönebilirsiniz.”
Adam şüpheyle kaşlarını çattı.
“Bir şey çalmayacaksınız, değil mi?”
“Ben bir polis memuruyum. Hırsızlık, ilkelerime ters düşer.”
“O zaman, siz farklı bir polis memurusunuz,” diye güldü adam.
Avery siyah renkli ufak bir sandalyeyi televizyonun karşısına çekti. Üstünde birikmiş olan tozu silip oturdu. Ekipmanları şöyle bir gözden geçirdi ve görüntüyü geriye ve ileriye nasıl alacağını kolaylıkla anladı.
Saat iki kırk beşte birkaç kişi Brattle Sokağı’ndan geçmişti.
Saat iki ellide sokak boş gözüküyordu.
Saat iki elli ikide, saçları ve elbisesi nedeniyle bir kız olduğu anlaşılan birisi Church yönünde beliriyordu. Kız Brattle’da ilerleyip sola sapıyordu. Kafeyi geçtikten sonra, ağaçların altındaki bir karaltı bir şekilde onunla birleşiyordu ve sonra, ikisi de gözden kayboluyordu. Avery bir an için sadece çeşitli siyah tonlarının belirsiz hareketlerini görebildi. Görüntü devam etti ve ağaç şekilleri eski halini aldı. Kız tekrar ortaya çıkmadı.
“Lanet olsun,” diye fısıldadı Avery.
Belinden şık ve modern bir telsiz çıkardı.
“Ramirez, neredesin?”
“Kimsiniz?” dedi çatlayan bir ses.
“Kim olduğunu biliyorsun. Yeni partnerin.”
“Hâlâ Lederman’dayım. İşim bitmek üzere. Cesedi az öne aldılar.”
“Hemen yanıma gelmen gerek,” dedi Avery. Ona adresi verdi. “Sanırım, Cindy Jenkins’in nerede kaçırıldığını öğrendim.”
* * *
Bir saat sonra, Avery ara sokağın iki yanının birden kordonlanmasını sağlamıştı. Bir polis arabası ve adli tıp minibüsü Brattle Sokağı’nın kaldırımına park etmişti Bir polis memuru da sokağa girmek isteyenleri engellemek için nöbet tutuyordu.
Ara sokak, bloğun ortasına kadar geniş ve karanlık bir sokak olarak ilerliyordu. Sokağın bir yanında her yanı cam olan bir emlakçı binası ve bir de yükleme alanı vardı. Diğer tarafındaysa konutlar… Ayrıca, dört arabanın sığabileceği genişlikte bir otopark ve ara sokağın sonunda başka sarı kordonlar ve bir polis arabası daha vardı.
Avery yükleme alanının önünde durdu.
“Şurada,” dedi ve yüksekteki bir kamerayı işaret etti. “Bunun görüntülerine ihtiyacımız var. Muhtemelen, emlakçıya ait. İçeri girelim de bakalım.”
Ramirez başını salladı.
“Deli misin? O kasetteki görüntülerde hiçbir şey yok.”
“Cindy Jenkins’in bu ara sokağa girmesi için hiçbir neden yoktu,” dedi Avery. “Erkek arkadaşı aksi yönde oturuyor.”
“Belki canı yürüyüş yapmak istemiştir,” dedi Ramirez. “Bak, ben sadece senin içine bir şey doğdu diye buraya bir sürü adam getirttik diyorum.”
“İçime bir şey doğduğu falan yok. Görüntüleri sen de gördün.”
“Ne olduğunu anlamadığım bir sürü siyah şekil gördüm!” dedi Ramirez ısrarla. “Katil neden burada saldırsın? Her yer kamera dolu. Gerzeğin teki olması gerek.”
“Gidip öğrenelim,” dedi Avery.
Top Emlak Şirketi, hem cam binanın hem de yükleme alanının sahibiydi.
Ön masa güvenliğiyle kısa bir süre görüştükten sonra, Avery ve Ramirez’e daha kıdemli birisi gelene dek şık deri koltuklarda beklemeleri söylendi. On dakika sonra, güvenlik şefi ve şirketin başkanı geldi.
Avery en güzel gülümsemesiyle adamlarla tokalaştı.
“Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz,” dedi. “Yükleme alanınızın hemen üstündeki kamera görüntülerini incelememiz gerekiyor. Bir arama iznimiz yok,” dedi suratını buruşturup, “ama cumartesi gecesi kaçırılıp ölü bulunan bir kız büyük bir ihtimalle arka kapınızın hemen dışında saldırıya uğradı. Önemli bir şey görmediğimiz takdirde, işimiz yirmi dakikaya biter sanıyorum.”
“Ya önemli bir şey görürseniz?” dedi şirket başkanı.
“Öyle bir durumda, polise vakit açısından son derece hassas bir konuda yardım ederek doğru kararı vermiş olacaksınız. Bir arama izni almamız bütün gün sürebilir. Kızın cesedinden iki gündür ölü olduğu anlaşılıyor. Artık konuşamaz. Bize yardım edemez. Ama siz edebilirsiniz. Lütfen, yardımcı olun. Boşa harcadığımız her saniye, ipuçlarının silinmesine neden oluyor.”
Şirket başkanı başını sallayıp güvenlik şefine döndü.
“Davis, onları yukarı çıkar. Ne istiyorlarsa göster. Herhangi bir sorun olursa,” dedi Avery’ye dönerek, “lütfen gelip beni bulun.”
Yukarı çıkarlarken, Ramirez bir ıslık çaldı.
“Ne kadar da etkileyicisin,” dedi.
“Ne gerekiyorsa, onu yapıyorum,” diye fısıldadı Avery.
Top Emlak Şirketi’nin güvenlik ofisi, içinde yirmiden fazla televizyon ekranı olan gürültülü bir odaydı. Güvenlik şefi siyah masadaki klavyenin karşısına geçti.
“Tamam, yer ve saat neydi?”
“Yükleme alanı. Yaklaşık olarak iki elli iki, sonra devam edelim.”
Ramirez başını salladı.
“Hiçbir şey bulamayacağız.”
Emlak şirketinin kameraları içki dükkânınkinden çok daha kaliteliydi ve görüntüler renkliydi. Ekranların çoğu benzer boyutlardaydı, ama bir tanesi epeyi büyüktü. Güvenlik şefi yükleme alanının kamerasını büyük ekrana alıp görüntüleri geri sarmaya koyuldu.
“İşte,” dedi Avery. “Durun.”
Görüntü iki ellide dondu. Kamera yükleme alnının hemen karşısındaki otoparkın panoramik bir görüntüsüyle birlikte, çıkmaz sokak tabelasının olduğu sol tarafı ve ardındaki sokağı da gösteriyordu. Brattle’a giden ara sokak kısmen gözüküyordu. Otoparkta sadece bir araba vardı: Koyu mavi renkli gibi duran bir minivan.
“O arabanın orada olmaması gerekirdi,” dedi güvenlik şefi.
“Plakayı görebiliyor musunuz?” diye sordu Avery.
“Evet, gördüm,” dedi Ramirez.
Üçü beklemeye başladılar. Bir süre, sadece dikey konumdaki sokaktan geçen arabaların ve ağaçların hareketini izlediler.
Saat iki elli üçte iki kişi belirdi.
Sevgili gibi gözüküyorlardı.
Biri ufak tefek, zayıf ve kısa boylu, gür ve fırça gibi saçları, bıyığı ve gözlüğü olan bir adamdı. Diğeriyse ondan daha uzun boylu ve uzun saçlı bir kızdı. Üstünde ince yazlık bir elbise, ayaklarında sandaletler vardı. Dans ediyor gibiydiler. Adam kızın ellerinden birini tutup onu belinden iterek kendi etrafında döndürdü.
“Lanet olsun,” dedi Ramirez. “Bu kız Jenkins.”
“Aynı elbise, ayakkabılar ve saçlar,” dedi Avery.
“Uyuşturucu verilmiş. Baksana. Ayaklarını sürüyor.”
Katilin minivanın yolcu kapısını açıp kızı oturtuşunu izlediler. Sonra, adam döndü ve sürücü tarafına geçti. Gözlerini doğrudan yükleme alanının kamerasına çevirdi ve abartılı bir tavırla eğilip selam verdi. Bunun ardında da sürücü kapısına döndü.
“Lanet olsun!” diye bağırdı Ramirez. “Bu hergele bizimle oyun oynuyor.”
“Herkese haber ver,” dedi Avery. “Thompson ve Jones şu andan itibaren tam zamanlı gözetim yapacaklar. Thompson parkta kalabilir. Ona minivanı söyle. Araştırmasını daraltabilir. O arabanın hangi yöne gittiğini öğrenmemiz gerek. Jones’un işi daha zor. Hemen buraya gelip o minivanı izlemesi gerek. Bunu nasıl yapacağı umurumda değil. Ona bunu yaparken faydalı olabilecek bütün kameraları kullanmasını söyle.”
Ona şok olmuş gibi ve hayranlıkla bakan Ramirez’e döndü.
“Katili bulduk.”