Читать книгу Her Yol Mübah - Джек Марс - Страница 5

BİRİNCİ KISIM
4. Bölüm

Оглавление

Saat 04:11

Center Medical Center’ın Altı, Yukarı Doğu Yakası


“O kadar sıkma.” dedi Luke, ağzında plastik termometre vardı.

Trudy, Luke’un bileğine taşınabilir kan basıncı ölçer takmıştı. Alet bileğini sıktı, sonra daha da sıktı, ve yavaşça kademe kademe basıncı azalttı, alet bu sırada nefesi daralmış gibi ses çıkarıyordu. Trudy, bilekteki sensörün bandını söktü ve adeta aynı hareket içinde Luke’un ağzındaki termometreyi de çekti aldı.

“Nasıl gözüküyor?” dedi Luke.

Aletlerin okuduğu değerlere baktı. “Kan basıncın yüksek.” dedi. “138’e 85. Dingin halde kalp ritmi 97. Vücut sıcaklığın 38. Sana yalan söylemeyeceğim, Luke. Değerlerin daha iyi olabilirdi.”

“Son zamanlarda biraz stres altındayım.” dedi, Luke.

Trudy omuz silkti. “Don’un değerleri seninkinden iyi.”

Evet ama o statin kullanıyor.

Luke ve Don birlikte don-atlet bir ahşap bankta oturdular. Hastanenin altında, bodrum katında, bir depolama tesisindelerdi. Yukarıdan kalın plastik perdeler sarkıyor, bulundukları alanı çevreliyordu. Soğuk ve karanlıktı burası, Luke’un omurlarından aşağıya bir ürperti indi. İçine sızılan depo-kasa bulundukları yerin iki kat altındaydı.

Etraflarında insanlar dolaşıyordu. New York ofisinden birkaç ÖMT (Özel Müdahale Timi) görevlisi vardı. ÖMT ekipleri iki katlanabilen masa açmış, üzerine dizüstü bilgisayarlarını monitörlerini dizmişlerdi. Üç-parça elbise giyen biri vardı, NYPD terörle mücadeleden bir istihbarat memuru.

Ed Newsam, Luke’un helikopterde tanıştığı büyük silahlar ve taktiklerin adamı, arkasında ÖMT’den iki kişiyle, bu perdeleri aralayarak içeri girdi. Bu iki kişi de saydam, ve içinde parlak sarı bir madde bulunduran birer mühürlü torba taşıyorlardı.

Newsam iki elinde de birer şişe su tutuyordu. “Biliyorum ki ikiniz de bunu daha önce yaptınız, ama ilk seferinizmiş gibi davranacağız, böylece hata olmayacak. Arkamdaki bu iki kişi elbiselerinizi inceleyecek, ve daha sonra onları giymenize yardımcı olacaklar. Bunlar A seviye tehlikeli madde elbisesi, ve sağlam plastikten yapılmışlar. Onları giydiğinizde ısınacak, yani terleyeceksiniz. Yani başlamadan önce bu suları içmenizi istiyorum. İçtiğinize mutlu olacaksınız.”

“Bizden önce oraya inen oldu mu ?”

“İki güvenlik görevlisi, depoya erişildiği öğrenildiği zaman, indiler. Işıklar kırılmış. Swann onları yakmaya çalıştı ama olmadı. Yani aşağısı karanlık. Görevliler indikleri zaman yanlarında fener varmış, ama depoyu açık ve tenekeleri ve varilleri etrafa dağılmış gördüklerinden, hızla geri çıkmışlar.”

“Maruz kalmışlar mı?”

Newsam gülümsedi. “Birazcık. Kızlarım onları bir süreliğine gece lambası olarak kullanacak. Elbiseleri yokmuş, ama sadece kısa bir süreliğine orada kalmışlar. Siz daha uzun süre kalacaksınız.”

“Bizim gördüklerimizi görebilecek misiniz?”

“Başlıklarınıza entegre kamera ve ışıklar var. Sizin gördüklerinizi ben de göreceğim, ve kaydediyor olacağım.”

Giyinmek yirmi dakika aldı. Luke bıkmıştı. Elbisenin içinde hareket etmek zordu. Baştan ayağa plastikle çevrelenmişti, şimdiden sıcak olmaya başlamıştı içerisi. Vizörü buğulanıyordu. Zaman akıp gidiyor gibi görünüyordu. Hırsızlar çoktan uzaklaşmış, oldukça öne geçmişlerdi.

Luke ve Don yük asansörüne birlikte bindiler. Asansör yavaşça aşağıya doğru gıcırdayarak iniyordu. Don, Geiger sayacı taşıyordu. Taşıma çubuğu olan küçük bir araç aküsüne benziyordu.

¨Beni iyi duyabiliyor musunuz?¨dedi Newsam. Sanki Luke’un kafasının içindeydi. Elbisenin başlığına entegre mikrofon ve kulaklıklar da vardı.

“Evet.” dedi, Luke.

“Seni duyuyorum.” diye ekledi Don.

“İyi. Ben de, ikinizi de çok iyi duyabiliyorum. Kapalı bir frekanstayız. Burada sadece siz ve ben, ve video kontrol odasındaki Swann varız. Swann tesisin dijital haritasına ulaşabiliyor, ve o elbiselerde takip cihazları mevcut. Swann sizi haritada görebiliyor, ve sizi asansörden söz konusu depoya kadar yönlendirecek. Bizimle misin, Swann?”

“Buradayım.” dedi Swann.

Asansör sallanarak durdu.

“Kapılar açılınca, asansörden çıkın ve sola dönün”

Swann’ın rehberliğindeki iki adam, hantal bir şekilde geniş koridordan yürüdüler. Başlıklarındaki ışıklar duvarların üstüne düşüyor, karanlıkta gölgeler yaratıyordu. Bu Luke’a seneler önce yapmış olduğu batık dalışlarını hatırlattı.

Birkaç saniye içerisinde Geiger aygıtı tepki vermeye, sayaç çalışmaya, tıkırdamaya başladı. İlk başlarda, tıkırtılar yavaş bir kalp atışı gibi, seyrekti.

“Radyasyon var.” dedi Don.

“Görebiliyoruz. Endişelenmeyin. Kötü değil. Elinde taşıdığın cihaz oldukça hassastır.”

Tıkırtılar gittikçe daha yüksek sesli oluyor ve hızlanıyordu.

Swann’ın sesi: ¨Birkaç metre içerisinde sağa dönün, belki on metre boyunca o koridoru takip edin. Kare bir odaya açılacak. Depolama kasası bu odanın diğer tarafında.”

Sağa döndüklerinde Geiger sayacı hızlı ve yüksek sesle atmaya başladı. Tıkırtılar bir akıntı gibi geliyordu, bir tekil tıkırtıyı diğerinden ayırmak zorlaşmıştı.

“Newsam?”

“Canlı adımlar atın, beyler. Bu işi 5 dakika ya da daha altında bitirmeye çalışalım.”

Odanın içine girdiler. Ortalık dağılmıştı. Teneke kaplar, kutular ve büyük, metal variller yerlere düşmüş, rasgele saçılmışlardı. Bazıları açılmıştı. Luke ışığını odanın karşısında bulunan deponun kapısına doğrulttu. Ağır kapı açıktı.

“Görüyor musun?” dedi Luke. “Buradan Godzilla geçmiş olmalı.”

Newsam’ın sesi duyuldu yine. “Don! Don! Işığını ve kameranı yere 2 metre ilerine tut. Orada. Birkaç metre daha. Yerde ne var? “

Luke, Don’a doğru döndü, ve ışığını onunla aynı yere doğrulttu. Ondan yaklaşık 3 metre uzakta, bütün bu karmaşanın ortasında, bir yığın kilim gibi duran bir beden, yayılarak oturmuştu.

“Bu bir beden,” dedi Don. “Lanet olsun.”

Luke yaklaştı ve ışığını tuttu. İri biriydi, güvenlik görevlisi üniformasına benzeyen bir şey giymişti. Luke bedenin yanına çömeldi. Yerde kara bir leke vardı, sanki bir arabanın motorundan akan yağ gibi. Bedenin kafası yana dönük, Luke’a doğru bakıyordu. Gözlerinin üstünde hiçbir şey kalmamıştı, alnında bir krater vardı adeta. Luke kafasının arkasına elini uzattı, çok daha küçük bir delik eline geliyordu. Kalın eldivenlere rağmen bulabilmişti.

“Ne var Luke?”

“Büyük bir erkek, 18-30 yaş arası, Arap, Persli, veya muhtemelen Akdeniz kökenli. Oldukça fazla kan var. Kafasının arkasında ve önünde, silahlı saldırıya uygun giriş ve çıkış yaraları var. Bir infaz gibi görünüyor. Belki başka bir görevli, belki de arkadaşlarıyla tartışmaya girmiş bir şüpheli olabilir.”

“Luke,” dedi, Newsam. “Alet kemerinde küçük bir parmak izi tarayıcısı mevcut. Onu çıkarıp adamdan parmak izi almaya çalış.”

“Bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.” dedi, Luke.

“Hadi, adamım. Biliyorum eldivenler hantal ama tarayıcı tam nerede biliyorum, sana tarif edebilirim.”

Luke kamerasını adamın sağ eline doğrulttu. Parmakları kökünden yırtılarak sökülmüştü. Diğer eline göz attı. O da aynı haldeydi.

“Parmak izlerini de parmaklarla götürmüşler.” dedi.

Her Yol Mübah

Подняться наверх