Читать книгу Поломанные жизни. Самые известные турецкие рассказы XX века. Уровень 1 - - Страница 3

Dilhoş Dadı

Оглавление

1
Bir Eski Bağ

Onu hâlâ bugün hatıralarımın arasında tamamen canlı, geziyor ve söylüyor görüyorum. Sanki ölmedi, sanki mezarının üzerinden uzun yılların siyah geceleri geçmedi, sanki bir duvar ruhlarımızı yavaş yavaş birbirinden ayırmadı. En uzak hatıralarıma kadar gidiyorum, onunla beraber yaşamaya galiba dört yaşında başlamışım: Ve o yaştan sonra ona bağlılığım güçleniyordu, günden güne ilişkimizin samimiyeti, gücü artıyordu, on dört yaşına kadar hep onun sevgisi arasında büyüdüm. Neden dert ve tehlike zamanlarında güvenliği, sağlığı, teselliyi onun bakışında, onun gülüşünde arıyordum?

Annemle ve kardeşlerimle, hattâ evin bütün halkıyla aramızda o bulunurdu. Bazen biri bana ders vermek ya da saldırmak isterdi. O zaman onun ince ve küçük eli heyecanla, biraz da öfkeyle uzanır, beni korurdu. Böylelikle ben de ona ilgi ve ihtiyaç duyuyordum, o da beni başkalarından daha çok ayırıyor, benimsemek istiyordu. Ve her ikimiz de her zaman bu birliğimizden memnunduk. Ailenin diğer çocuklarıyla ve onların koruyucularıyla Dilhoş Dadı’nın arasında bunun için bir tür savaş vardı. Fakat bana karşı sevgisinin gücüyle o herkese karşı kendinden o kadar emin bir tavırla yürürdü, her tür kavgalar, sataşmalar, alaylar içinde öyle demir bir kale gibi geçerdi ki ben uzaktan övünçle onu takip eder ve etrafa korkusuz bir bakışla meydan okurdum, sanki üzerimde bir silah taşıyor gibiydim. Bazen bir oyun sırasında biri güç kullanır ve hakkımı benden almak isterdi. Ama onun meraklı gözleri mutlaka olayları takip ederdi. Ben kendimi koruyamaz, göz yaşlarından başka bir çare bulamazdım. O bir taraftan çıkar, yavaşça gelir, etrafa, “Kim sesini çıkarırsa[7] karşısında beni bulur!” tehdidiyle bakardı. Beni çeşme başına götürür, yüzüme gözüme su çırpar: “Gel, dama çıkalım, sen uçurtmanı uçur, ben de senin çoraplarını öreyim…” derdi. O zaman evin damına çıkardık. Bu en büyük eğlencelerimden biriydi. Oraya yalnız çıkamıyordum, mutlaka onun kontrolü altında uçurtma uçurmak mümkündü, bu oyun da en çok hoşuma gidiyordu. Şimdi düşünüyorum ki bu, çocukluğumun en mutlu saatleriydi: Böyle, onun gözü önünde, evin büyük ve yüksek damında elimde uçurtmanın ipiyle geçiyordu bu saatler.

Ben uçurtmamla oynardım. O, gölgede bir dikişle, çoraplarımı örmekle meşgul olurdu. O zaman da kendi kendine mırıldanırdı: Onun kendi dilinde kendi memleketinden şarkıları vardı. Bu şarkılarda öyle hüzünlü bir tatlılık, bir yumuşaklık vardı ki insan ağlamak istiyordu. Bu şarkıların hepsini az çok biliyordum, sözlerini bilmemekle beraber ben de bazen bir mırıltı içinde bunların melodilerini tekrar ederdim. Zaten onlar biraz da bizim türkülerimize[8] benziyordu. Onun için bana pek yabancı gelmezdi. Örneğin bir tanesi vardı ki bana pek çok üzüntü veriyordu.

Dadım da ara sıra konuşmak isterdi. Birdenbire gözleri bir ufukta hatıraları aramaya, bana memleketinden, annesiyle kardeşlerinden, sonra bir büyük denizden bahsetmeye başlardı. Bunların çeşitli parçalarından bir bütünü çıkaramıyordum. Fakat yavaş yavaş yaşım ilerliyordu ve ben geriye bakar, anlamlar çıkarabilirdim, sonraları bunları bağlayabildim, o zaman belirsiz noktalara açıklık getirebildim. Öyle ki Dilhoş Dadım’ın acılarla dolu ruhunu, onun vücudu topraklara karıştıktan sonra okuyabildim.

Mesela onun büyük denizi Çad Gölü olabilir, bunu sonradan anladım. Bana bir kere anlattı ki o, kendi memleketinde bir padişah kızıydı. Belki Afnu diyarında bir kabilede… Dadımın dilinde padişah kelimesi bir kabile başkanı demekti, buna sonra karar verdim. Yalnız bugün bile bence şüphesiz ki o mutlaka hükümdar bir ailesinden geliyordu. Esirliğine rağmen evin hanımları yanında bile onurlu tavırları, onu başka türlü üstün bir muameleye layık gösteriyordu.

Bir gün nasıl oldu, bilmiyorum, o yine bir işle meşguldü. Yine damdaydık, yine o hüzünlü şarkıyı söylüyordu, ben de uçurtmamın sicimlerini çözmek için yanında uğraşıyor, ara sıra onun makasını kullanıyordum.

“Kuzum, dadıcığım,” dedim, “bu şarkının anlamı nedir?”

Yüzüme baktı, bunu bana anlatmak için tereddüt etti, bunu gördüm. Sonra dikkatle şarkıyı kısmen anlattı, bazı parçaların üzerine örtü attı, şarkının şurasını burasını çıkardı. Sözlerine göre şarkının anlamı kısaca şuymuş: “Şarkıyı bir genç kız söylüyormuş, o, memleketin en güzeliymiş. Birçok genç onu istemiş, fakat babası inat eder, güzel gençlerden hiç birine onu vermezmiş. Bir gün bu genç kız hasta olmuş, bir garip hastalıkla… Karnı şişiyormuş ve her gün suyun başına gider, dalgalara bakar, ağlarmış. Sonunda bir gün onun yanına arkadaşları gelmiş.”

Burada Dilhoş Dadı gözyaşlarını sildi ve kızların sözlerini bana tercüme etti. Derlermiş ki: “Sen güzeldin, neşeliydin, şimdi ne oldu sana? Günden güne soluyorsun; yüzün, vücudun küçük ve ince oluyor, bir yandan da karnın şişiyor. Önce her zaman gülerdin; şimdi de suyun başında, sanki dalgaların arasına karışmak ve buradan uzaklaşmak istiyorsun, düşünüyorsun, ağlıyorsun. Ne derdin var?…”

O da cevap veriyor: “Ben bu derdi pek iyi biliyorum, fakat kimseye bir söz söyleyemem. Bu derdi bana biri verdi, bilmiyorum ki dert benden çıktıktan sonra…”

Dilhoş Dadı bana baktı ve burada durdu, sonra, “Kuzum, dadı! Bitirsene…” diye ısrar ettim, o merakıma dayanamadı, belki anlayamayacağım diye düşündü ve söyledi:

“Bu derdi bana biri verdi, bilmiyorum ki dert benden çıktıktan sonra ona baba mı diyecek, büyük baba mı diyecek?…”

O zaman gerçekten anlamadım, dadımın yüzüne bön bön baktım. Fakat sıkıntıyla duydum ki ruhumun içine bir kurşun gülle ağırlığıyla belirsiz bir gerçek indi. Asıl gerçeği kim bilir kaç yıl sonra anladım. Hâlâ şarkının melodisi beynimin içinde titrer ve bende de bir ağlamak isteği uyanır.

Упражнения

1. Соедините выражения с их переводом на русский язык:


2. Переведите следующие слова и фразы:


Могила, дух, искренность, нападать, гнев, защитник, ссора, насмешка, брызгать водой, вязать носок, запускать воздушного змея, бормотание, горизонт, племя, правитель, веревка, ножницы, медлить, упрямиться, распухать, настаивать, любопытство, свинцовое ядро.


3. Вставьте пропущенные слова:


a. Neden dert ve tehlike zamanlarında ______________ onun bakışında, onun gülüşünde arıyordum?

b. Fakat bana karşı sevgisinin gücüyle o herkese karşı ______________ bir tavırla yürürdü.

c. Ben kendimi koruyamaz______________ bulamazdım.

d. Dadımın dilinde padişah kelimesi ______________, buna sonra karar verdim.

e. Esirliğine rağmen evin hanımları yanında bile onurlu tavırları, onu ______________ gösteriyordu.

4. Найдите верные утверждения:


a. Yazar Dilhoş Dadı’yla birlikte 7 yıl yaşadı.

b. Dilhoş Dadı yazarı diğer çocuklardan ayırıyordu.

c. Dilhoş Dadı neşeli şarkılar söylüyordu.

d. Yazar dama tek başına çıkabilirdi.

e. Dilhoş Dadı şarkının anlamını hemen söylemedi.

f. Yazar Dilhoş Dadı’nın sözlerini yıllar sonra anladı.

Ответы

1. 1d, 2a, 3f, 4c, 5g, 6b, 7e


2. Mezar, ruh, samimiyet, saldırmak, öfke, koruyucu, kavga, alay, su çırpmak, çorap örmek, uçurtma uçurmak, mırıltı, ufuk, kabile, hükümdar, sicim, makas, tereddüt etmek, inat etmek, şişmek, ısrar etmek, merak, kurşun gülle.


3. а. güvenliği, sağlığı, teselliyi; b. kendinden o kadar emin; c. göz yaşlarından başka bir çare; d. bir kabile başkanı demekti; e. başka türlü üstün bir muameleye layık.


4. b, e, f

2
Ayrılık Noktası

Onun bana sevgisinde bir özellik vardı ki bunu çocukluğumda anlamıyordum. Bugün hatıralarıma yeniden bir hayat vermeye çalışıyorum ve küllerin altında bazı kıvılcımlara rastgeliyorum. Kum, çöl, güneş diyarının bu narin, hastalıklı kızını için için bir özgürlük hasreti yiyordu. Günden güne daha narin, daha hastalıklı görünüyordu. Sırlarını kimseye veremiyordu. Beni seviyordu ama varlığımın arasından başka şeyleri de seviyordu.

Bugün bundan şüphe etmiyorum: Evet, beni sevmekle memleketinin bulutsuz gecelerini, o gecelerin yıldızlarını, kızgın güneşin altında kumlarını düşünüyordu. Ve bana sevgisi sayesinde kendisine, kendi kimliğine, kendi kökenine ait şeyleri buluyor ve kucaklıyordu.

Uzaklığın duvarları dağlar gibi yükseliyordu. Kim bilir, böyle binlerce binlerce kilometre ötede, bu duvarların arkasında nasıl yüzler, nasıl sevgiler bıraktı. Belki de belli bir yüz yoktu, belki o karışık hatıralarının içinden hiçbir yüz bir dağ gibi yükselmiyor, onu kendine çekmiyordu. Ne yazık ki onun ruhu bu kalabalık içinde daima yalnız kalmak zorundaydı. Genç ruhunda bir sevgi çiçeği yoktu, olamazdı. Dört duvar içindeydi, gökleri görmek için başını yukarı kaldırmak lazımdı. Kalbini de sanki çetin bir sur içine aldılar. Boş kalbini doldurmak, sevmek ve sevilmek[9] ihtiyacının ateşi onu yakıyordu.

İşte ben onun bu ihtiyacına geçici cevap veriyordum. Bir oyuncaktım, yalnız ben artık mini mini bir çocuk değildim, on yaşını aştıktan sonra, o da genç kızlıktan uzaklaştı, bir kadın oldu. Aramız da bozulmaya başlıyordu. Ben artık bağımsız olmak istiyordum. O da hissediyordu ki kendisine ihanet ihtimali günden güne artıyordu ve buna hazır olmak istiyordu.

Bir veremli ölümün gelişini[10] görüyor, fakat bundan kimseye bahsetmemeye, hattâ kendi kendisini aldatmaya çalışıyor. İkimiz de o veremli gibiydik: Bir manevi ayrılık gününün gelişini görüyorduk ama beraber hem etrafı, hem kendimizi aldatmaya karar vermiş gibiydik. Yalnız ikimiz de sonun acısını önceden duyuyorduk, ikimizde onun için derin bir yara vardı.

Bu son, tahminlerden daha erken geldi. Galiba ben on iki yaşındayım, ayrı bir odam vardı ve burada artık yalnız yatıyordum. Ancak bazen kapım açılırdı, ya annem ya dadım yatağımın üstüne eğilir, örtümü kontrol etmek isterdi. Ondan başka, sabaha kadar tek başımaydım. Bir gece yine henüz daldım, uykumun arasında yine biri yatağıma eğildi ve hissettim ki bu, ne annem, ne dadım. Birden fırladım ve yatağımda oturdum. Bu amcalarımdan biriydi. “Gel, bak,” dedi, “dadının borusu tutmuş[11].”

Yataktan atladım, terliklerimi giymeye vakit bulamadım, yalın ayak amcamın arkasından fırladım. Dilhoş Dadı’nın odasına kadar gittik… Hemen bütün ev halkı orada, oda kapısının önündeydi. Hiç kimse içeri girmeye cesaret edemiyordu, yalnız amcalarımdan biri onun yatağının yanında başını okşuyor, tatlı bir sesle onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

7

«Всякий, кто что-то скажет…» – сочетание вопросительных слов с глаголом в условном наклонении или условной модальности (-sA) передает идею обобщения.

8

Тюркю – жанр турецких народных песен.

9

Sevmek – любить, sevilmek – быть любимым. Аффиксы – Il, – In, – n образуют формы страдательного залога.

10

Geliş – приход, от глагола gelmek – приходить. Аффикс – (y)Iş образует от глагольных основ имена действия…

11

– nIn borusu tutmak – биться в припадке.

Поломанные жизни. Самые известные турецкие рассказы XX века. Уровень 1

Подняться наверх