Читать книгу Bir Şeref Haykırışı - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 15

DOKUNUZU BÖLÜM

Оглавление

Erec atında dörtnala ilerliyor, Güney Yolu’nda ilerliyor, her zamankinden daha da süratle giderken gecenin zifiri karanlığında yoldaki çukurlardan kaşınmak için elinden geleni yapıyordu. Alistair’in kaçırıldığı, köle olarak satıldığı ve Baluster’a götürüldüğü haberini aldığından beri at sırtından inmemişti. Kendisini azarlamadan edemiyordu. O hancıya güvenmekle, sözünü tutacağını varsaymakla, anlaşmanın kendine ait yanını yerine getireceğini ve turnuvayı kazandıktan sonra Alistair’i serbest bırakacağına inanmakla aptallık ve saflık etmişti. Erec sözünün eriydi ve başkalarının verdiği sözlerin de kutsal olduğuna inanırdı. Aptalca bir hataydı. Bunun bedelini de Alistair ödemişti.

Erec onu düşününce kalbi paramparça oldu ve atını daha da sert tekmeledi. Öylesine güzel ve kibar bir leydi önce o hancıya çalışmak gibi alçaltıcı bir durumda kalmıştı, şimdi de köle olarak satılmış ve seks ticaretinde kullanılmaya başlanmıştı. Bunu düşünmek bile Erec’i öfkeden çileden çıkardı ve bu durumdan bir şekilde sorumlu olduğunu hissetmeden edemedi: Onun hayatına hiç girmemiş olsaydı, onu oradan kaçırmak için söz vermemiş olsaydı, belki de hancının aklına bunu yapmak asla gelmeyecekti.

Erec gecede hızla ilerlerken, atının toynaklarının sesi asla kesilmiyor, kulaklarını atının nefes alıp veriş sesleriyle birlikte dolduruyordu. At yorgunluk bitap vaziyetteydi; Erec onu yere yıkana dek süreceğinden korkuyordu. Turnuvadan sonra doğrudan hancıya gitmiş, mola vermek için durmamıştı ve öylesine yorgundu ki öne devrildiği gibi atından düşebilirmiş gibi hissediyordu. Ama dolunayın son ışıklarının altında güneydeki Baluster’a Doğru yön değiştirmeden ilerlerken, kendini gözlerini açık tutmaya, uyumamaya zorluyordu.

Erec tüm hayatı boyunca Baluster’la ilgili öyküler dinlemişti, ama oraya hiç gitmemişti; söylentilere göre, kumar, afyon, seks ve krallıktaki akla hayale gelebilecek her kötü şeyle bilinen bir yerdi. Halka’nın dört bir yanındaki hayal kırıklığına uğramış insanoğlunun bildiği her türlü karanlık eğlenceyi tatmak üzere oraya akın ederdi. Orası Erec’in kişiliğinin zıddıydı. Asla kumar oynamaz ve içki içmez, boş vakitlerini eğitimle, becerilerini pekiştirerek geçirmeyi tercih ederdi. Baluster’ın müdavimleri gibi tembellikten ve âlem yapmaktan hoşlanan kişileri anlayamıyordu. Oraya gitmekse onun için hayra alamet değildi. Oradan asla iyi bir şey beklenemezdi. Alistair’in o tür bir yerde olduğunu düşündükçe umutsuzluğa kapılıyordu. Onu herhangi bir zarar görmeden önce derhal kurtarıp uzaklara kaçırması gerektiğini biliyordu.

Ay gökyüzünde alçalırken, yol giderek genişledi ve daha işlek bir yere dönüştü. Erec şehrin ilk manzarası gördü: Duvarlarında yanan sayısız meşale şehri gecenin karanlığında bir şenlik ateşi gibi gösteriyordu. Erec buna şaşırmamıştı: Şehir halkının gece boyunca uyanık olduğu söylenirdi.

Erec daha da hızlandı ve şehir yaklaşırken, en sonunda her iki yanında meşaleler olan, dibinde uyuklayıp kafası öne düşen bir muhafızın beklediği ufak ahşap bir köprüye vardı. Erec hızla yanından geçerken muhafız irkildi. Adam ardından “HEY!” diye seslendi.

Ama Erec yavaşlamadı bile. Adam onu kovalayacak cesareti gösterirse ki Erec buna hiç ihtimal vermiyordu, o zaman bunun adamın yaptığı şey olmasını sağlayacaktı.

Erec etrafı alçak, eski taş duvarlarla çevrili bir meydana inşa edilmiş olan şehrin geniş ve açık kapılarından hızla geçti. Şehre girdi ve parlaklığıyla göz kamaştıran, her yanında meşaleler olan dar sokaklardan hızla geçti. Binalar birbirine çok yakın inşa edildiğinden, şehre dar ve boğucu bir görünüm veriyordu. Sokaklar tıka basa insanlarla doluydu ve hemen hemen hepsi sarhoş gibiydi; sendeleyerek yürüyor, yüksek sesle bağırıyor ve birbirlerini itekliyorlardı. Çok büyük bir parti gibiydi. Yanından geçtiği her binaysa ya bir meyhane, ya da bir kumarhaneydi.

Erec doğru yere geldiğini biliyordu. Alistair’in orada bir yerde olduğunu hissedebiliyordu. Güçlükle yutkunarak çok geç kalmadığını umdu.

Şehrin göbeğinde diğerlerinden daha büyük bir hanı andıran, insanların akın akın içeri girdiği yere doğru gitti ve burasının aramaya başlamak için iyi bir yer olduğunu düşündü.

Erec atından inip sarhoşlukla bağırıp çağıran insanları dirsekleyerek telaşla içeri girdi ve salonun ortasında gerilerde duran, paralarını aldığı kişilerin isimleri not eden ve odalarını gösteren hancıya gitti.  Düzenbaz görünümlü, suratında sahte bir gülümseme olan, terleyen ve paralarını sayarken ellerini ovuşturan bir adamdı. Suratında sahte bir gülümsemeyle Erec’e baktı.

“Bir oda mı istiyordunuz, efendim?” dedi. “Yoksa kadın mı?”

Erec başını sallayıp sesini gürültüden duyurmak için adama biraz yaklaştı.

“Bir tüccarı arıyorum,” dedi. “Bir köle tüccarı. Buraya Savaria’dan geldi, ama bir, iki gün önce gelmiş olabilir. Yanında da çok değerli bir kargo vardı. İnsan kargosu”.

Adam dudaklarını yaladı.

“İstediğiniz bilgi çok değerli,” dedi. “Bunu size bir oda verebileceğim kolaylıkla verebilirim”.

Adam ellerini öne uzatıp parmaklarını birbirine sürüttü ve avcunu açtı. Sonra Erec’e baktı ve gülümsedi; üst dudağının üstünde terler birikmişti.

Erec adamdan tiksinmişti, ama o bilgiyi öğrenmek ve daha fazla vakit kaybetmemek istiyordu; o yüzden, kesesinden kocaman altın bir para alıp adamın avcuna koydu.

Adam parayı incelerken gözleri fal taşı gibi açıldı.

“Kral altını,” dedi etkilenmiş gibi parayı incelerken.

Erec’i saygı ve hayranlıkla tepeden tırnağa süzdü.

“O halde, buraya ta Kraliyet Sarayı'ndan mı geldiniz?” diye sordu.

“Yeter,” dedi Erec. “Soru sorun benim. Sana para ödedim. Şimdi, söyle: tüccar nerede?”

Adam birkaç kere dudaklarını yaladı, ona ona biraz yaklaştı.

“Aradığınız adam Erbot’ta. Haftada bir gelir, bir grup yeni fahişe getirir. Onları açık arttırmayla en Yüksek parayı veren kişiye satar. Muhtemelen, iş yerindedir. Bu sokağın sonuna kadar gidin, orayı göreceksiniz. Ama aradığınız kız değerliyse, onu çoktan satmıştır. Fahişeleri uzun sure satılık kalmaz”.

Erec gitmek üzere dönmüştü ki, bileğinde ılık ve terli bir el hissetti. Hancının bileğini tuttuğunu görünce şaşırdı.

“Fahişe arıyorsanız, neden benimkilerden birini denemiyorsunuz? En az onunkiler kadar güzeller, hem de yarı ücretine”.

Erec adama bakıp tiksintiyle suratını buruşturdu. Biraz daha vakti olsaydı, onu sırf dünya öyle bir adamdan kurtulsun diye muhtemelen öldürürdü.  Ama ona şöyle bir bakınca, buna değmeyeceğine karar verdi.

Elini hışımla geri çekti, biraz eğildi.

“Bana bir daha elini sürersen, bunu yapmamış olmayı dilersin,” diye onu uyardı. “Şimdi şu elimdeki ince kılıca güzel bir yer bulmadan önce iki adım gerile bakalım”.

Hancı bakışlarını aşağı indirdi, gözleri korkuyla irileşti ve birkaç adım geriye gitti.

Erec arkasını döndüğü gibi hızla uzaklaştı, müşterileri dirsekleyip iterek yol açtı ve hışımla dışarı çıkmak üzere çift kapılardan geçti. İnsanlıktan hiç o denli utanmamıştı.

Atı yoldan geçerken onu süzen birkaç sarhoşa kişneyip yeri eşeleyen atına bindi. Adamların atını çalmak için süzdüklerine emindi. Geri dönmemiş olsaydı, acaba bunu yapmaya yeltenirler miydi diye düşündü ve bir sonra gideceği yerde atını daha iyi bağlamayı unutmamayı düşündü. Şehrin kötülüklerine bir kez daha hayret etti. Yine de, atı Warkfin sert bir savaş atıydı ve birisi onu çalmaya çalışırsa onu ayaklarının atlında ezip öldürürdü.

Erec Warkfin’i tekmeledi ve ikisi birlikte süratle dar sokakta ilerlemeye çalıştılar. Erec bir yandan da kalabalıktan uzak durmaya çalışıyordu. Gecenin geç bir vaktiydi, ama sokaklar tüm ırklardan birbirine karışan insanlarla adeta giderek daha da kalabalıklaşıyordu. Birkaç sarhoş müşteri yanlarından biraz hızlı geçtiğinde arkasından bağırdılar, ama umurunda değildi. Alistair’in yakınlarda olduğunu hissediyordu; onu geri almadan hiçbir şey onu durduramazdı.

Sokak bir taş duvarla sona erdi; sağ taraftaki son bina beyaz kil duvarlı ve sazdan bir damı olan, eski güzelliğini yitirmiş bir meyhaneydi. İçeri girip çıkan insanlara bakılacak olursa, Erec Doğru yere geldiğini hissediyordu.

Atından indi, sıkıca bir direğe bağladı ve kapılardan içeri daldı. Ama bunu yapar yapmaz, şaşkınlıkla kalakaldı.

İçerisi loştu; duvarlarda sadece ışıkları titreyen birkaç meşale vardı ve en uç köşede ateşi sönmek üzere olan bir şömine duruyordu. Her yere serilmiş olan kilimlerin üstünde öbek öbek, yarı çıplak, birbirlerine ve duvarlara bağlanmış kadınlar yatıyordu. Hepsi de uyuşturulmuş gibiydi. Erec havadaki haşhaş kokusunu alabiliyordu. Ayrıca, bir poponun da elden ele dolaştırıldığını gördü. Birkaç iyi giyimli adam odada dolanıyor, arada sırada kadınların ayaklarını tekmeleyip dürtüyor, sanki alacakları malları deneyip karar vermeye çalışıyorlardı.

Odanın ne uç köşesinde, ufak, kırmızı kadife kaplı bir sandalyede, sütünde ipekli bir sabahlık olan ve iki yanına kadınların zincirlenmiş olduğu bir adam oturuyordu. Ardındaysa suratları yara izleriyle kaplı, Erec’ten çok daha uzun ve iri yapılı, birisini öldürmekten zevk alabilirmiş gibi gözüken iri ve kaslı adamlar duruyordu.

Erec bu manzarayı görünce, neler olduğunu anladı: Orası bir seks yuvasıydı, o kadınlar kiralıktı ve köşede oturan adam da Alistair’i ve muhtemelen oradaki kadınları kaçırmış olan kilit kişiydi.  Alistair o sırada bile o odada olabilir, diye düşündü Erec.

Derhal harekete geçti, sıra sıra kadının arasında ilerleyerek suratlarına baktı ve onu aramaya koyuldu. Odada bazıları baygın halde olan birkaç düzine kadın vardı ve içerisi öylesine loştu ki, Alistair’i hemen bulması zordu. Kadınların suratına teker teker bakarak sıraların arasında dolanıyordu ki, iri bir el onu göğsünden ittirdi.

“Ödeme yaptın mı?” dedi adam boğuk bir sesle.

Erec başını kaldırınca, kaşlarını çatmış iri yarı bir adamın orada durduğunu gördü.

“Kadınlara bakmak istiyorsan, ödeme yapman gerek,” dedi adam kükrer gibi. “Kurallar böyle”.

Erec pis pis adama baktı, içinin nefretle dolduğunu hissetti ve adam daha gözünü bile kırpamadan avucunun dibi adamın soluk borusuna indirdi.

Adam nefessiz kaldı, gözleri irileşti, soran dizlerinin üstüne çöküp boğazını tutu. Erec uzanıp adamın şakağına dirseğini indirince, adam yüz üstü yere düştü.

Hızla sıraların arasından ilerlemeye, Alistair’i bulabilmek için çaresizlik içinde kadınları incelemeye koyuldu, ama onu hiçbir yerde göremedi. Alistair orada eğildi.

Her şeyi odanın ne uç köşesinde oturduğu yerden izleyen yaşlıca adamın yanına giderken, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

“Beğendiğin bir şey buldun mu?” diye sordu adam. “Bir teklif vermek isteyebileceğin bir şey var mı?”

“Bir kadını arıyorum,” dedi Erec buz gibi bir sesle, sakin olmaya çalışarak. “Bunu sadece bir kere söyleyeceğim. Uzun, boylu, uzun sarı saçlı ve yeşil gözlü. İsmi Alistair. Bir, iki gün önce Savaria’dan alındı. Buraya getirildiğini öğrendim. Doğru mu?”

Adam sırıtarak ağır ağrı başını salladı.

“Aradığın o mal ne yazık ki satıldı,” dedi adam. “İyi maldı ama. Zevkliymişsin. Başkasını seç, sana indirim yapayım”.

Erec çılgına döndü.  İçini daha önceden hiç hissetmediği kadar büyük bir öfke kapladı.

“Onu kim aldı?” diye kükredi.

Adam gülümsedi.

“O köleye kafayı takmış gibisin”.

“O, bir köle değil,” dedi Erec hışımla. “Karım”.

Adam şok geçirmiş gibi ona baktı. Sonra aniden başını geriye attı ve kahkahalarla gülmeye başladı.

Karın mı? Bu da iyiymiş. Artık değil, dostum. Artık bir başka erkeğin oyuncağı”. Sonra, hancının surat ifadesi meşumlaştı, kötülükle çarpıldı ve sağ kollarına bir işaret verip “Atın şu çöplüğü dışarı,” dedi.

Kaslarla kaplı iki adam öne çıktı ve Erec’i şaşırtan bir hızla ikisi birden üstüne atlayıp göğsünden tutmaya çalıştı.

Ama kimse saldırdıklarının farkında değillerdi. Erec ikisinden de hızlıydı; derhâl yana kaydı, adamlardan birinin bileğini kavradı ve adam sırt üstü düşene dek burktu; aynı anda, diğer adamın da boğazını kavradı. Erec öne çıktı ve yerdeki adamın gırtlağını ezerek onu bayılttı; Bunun ardından, öne eğildi ve nefes alamadan boğazını tutmakta olan diğer adama bir kafa atıp onu da bayılttı.

İki adam baygın bir halde yerde yatarken, Erec üstlerinden geçti ve gözleri korkuyla irileşmiş bir halde sandalyesinde titreyen hancıya Doğru gitti.

Erec uzanıp adamı saçlarından yakaladı, başını geriye attı adamın boğazına bir hançer dayadı.

“Bana onun nerede olduğunu söylersen, belki yaşamana izin veririm,” diye kükredi.

Adam kekeledi.

“Söylerim, ama boşa vakit harcıyorsun,” dedi. “Onu bir lorda sattım. Adamın kendi şövalyelerinden oluşan bir birliği ve kalesi var. Çok güçlü bir adam. Oldukça da varlıklı. Her emrini yerine getirecek paralı askerlerden oluşan bir ordusu var. Sarın aldığı her kızı tutar. Onu kurtarman mümkün değil. Geldiğin yere geri dön. O, artık gitti”.

Erec hançeri adamın boğazına biraz daha sıkı dayadı; kan çıkmaya başlayınca, adam cıyakladı.

“Nerede bu lord?” dedi Erec kükrer gibi, sabrını yitirmiş bir halde.

“Kalesi kasabanın batısında. Şehrin Batı kapısından geç ve yol bitene dek kadar ilerle. Orada kaleyi göreceksin. Ama boşa vakit harcıyorsun. Lord onun için çok iyi para ödedi. Değerinden de fazla”.

Erec’in sabrı artık taşmıştı.  Hiç duraksamadan, seks tüccarının boğazını kesip öldürdü. Adam cansız bir halde sandalyesine aşağı kayarken, her yere kanlar saçıldı.

Erec cesede ve baygın muhafızlara baktı ve bulunduğu yerden tiksinti. Bu tür bir yer olduğuna inanamadı.

Odada yürümeye ve kadınları birbirine bağlayan ipiler, o kalın sicimleri kesip onları teker teker serbest bırakmaya koyuldu. Birkaçı ayağa fırladığı gibi kapıya yöneldi. Çok geçmeden, odadaki kadınların hepsi serbest kalmıştı ve hep birlikte kapıya koşuyorlardı. Hareket edemeyecek kadar uyuşmuş olanlara diğerleri yardım ediyordu.

“her kimsen, Tanrı seni kutsasın,” dedi kadınlardan biri Erec’e kapıda durarak. “Her nereye gidiyorsan, Tanrı yardımcın olsun”.

Erec minnetle söylenen bu sözleri ve iyi dilekleri takdirle karşıladı, ama gideceği yerde bunlara ihtiyacı olacağını sıkıntıyla düşünmeden edemedi.

Bir Şeref Haykırışı

Подняться наверх