Читать книгу Kahramanlık Saldırısı - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 7
BİRİNCİ BÖLÜM
ОглавлениеGwendolyn yüzü çimlere gömülü olarak çıplak teninde soğuk kış rüzgârını hissediyordu, gözlerini yavaşça kırpıştırarak açtığında aklı biraz yerine geldi. Artık çok uzakta kalan, ayçiçekleriyle dolu o sıcacık diyardaydı. Yanında Thor ve babası vardı, gülüyorlardı çok mutlulardı. O dünyadaki her şey mükemmeldi.
Şimdi ise gözlerini açtığında gördüğü bu dünya nasıl bu kadar farklı olabilirdi? Bu sert ve soğuk topraklarda yatarken tepesinde duran ve yavaşça üstünü başına toplayan babası değildi, Thor da değildi. Bu canavar McCloud'un ta kendisiydi. Gwendolyn'le işini bitirdikten sonra yavaşca ayağa kalktı pantolonunu ilikledi ve tatmin olmuş bir ifadeyle aşağıya baktı.
Birden her şey aklına üşüştü. Andronicus'a ve ihanetine teslim olmuştu. McCloud tarafından saldırıya uğramıştı. Ne kadar saf olduğunu anladığında yanakları kıpkırmızı oldu.
Tüm vücudu ağrı içinde orada uzanırken kalbi daha önce hiç bilmediği şekilde kırılmıştı, ölmek istiyordu.
Gözlerini daha ileriye diktiğinde Andronicus'un ordusunu gördü, sayısız askerin bu sahneyi izlemiş olduğunu görünce Gwendolyn'in utancı katlanmıştı. Bu yaratığa asla teslim olmamalıydı. Şimdi savaşarak ölmüş olmayı dilerdi.. Kendrick ve diğerlerini dinlemeliydi. Andronicus, Gwendolyn'in kurban edilme korkusuna oynamıştı ve o buna kanmıştı. Şimdi bakınca keşke savaş alanında kozlarını paylaşsalardı, savaşta ölse bile en azından bu dünyadan haysiyeti ve onuru bozguna uğramadan ayrılmış olurdu.
Gwendolyn şunu kesin olarak biliyordu: Hayatında ilk defa ölmek üzereydi ama bu onu rahatsız etmiyordu. Artık ölüm umurunda değildi, tek umurunda olan kendi istediği şekilde ölmekti ancak henüz hayatını bırakmaya hazır değildi.
Yüzükoyun yatarken gizlice uzandı ve yerden aldığı bir çamur parçasını elinde yumru yaptı.
"Kadın, artık kalkabilirsin" diye emretti kabaca McCloud. "Seninle işim bitti, şimdi sıramı diğerleri alsın."
Gwen elindeki yumruyu öyle bir sıktı ki parmak boğumları beyaza döndü, bunun işe yaraması için dua etti.
Hızlı bir hareketle döndü ve çamur yumrusunu McCloud'un gözlerine fırlattı.
McCloud hiç beklemediği bu hareket karşısında çığlık attı ve geriye doğru tökezledi. Elleriyle gözlerine kaçan çamuru silmeye çabaladı.
Gwen bu avantajı kullandı. Kral'ın Kalesi'nde büyütülürken Kralın savaşçıları tarafından yetiştirilmişti. Ona, düşman kendini kurtaramadan önce ikinci kez saldırması gerektiğini öğretmişlerdi. Asla unutmadığı bir başka şey daha öğretmişlerdi: silahlı olsa da olmasa da aslında her zaman silahlı olduğunu. Çünkü her zaman düşmanın silahını kullanabilirdi.
Gwen uzanarak McCloud'un belindeki hançeri aldı, havaya kaldırarak bacaklarının arasına sapladı.
McCloud çığlık çığlığa bağırmaya devam etti, bu sefer ellerini gözünden uzaklaştırarak kasıklarını tuttu. Eğilip hançeri çıkarırken bacakları arasından akan kanlar sel oldu.
Darbenin tam isabeti Gwen'i heyecanlandırdı, en azından küçük de olsa intikamını almıştı. Ancak şaşırtıcı olan her hangi birini yere serecek bu yaranın onu bir nebze olsun yavaşlatmamış olmasıydı. Bu canavar dur durak bilmiyordu. Tam da hak ettiği yerden onu kötü yaralamış ama bu onu öldürmemiş hatta kapaklanmasına bile yetmemişti.
Aksine, McCloud üstünden kanlar akan hançeri saplandığı yerden çıkardı Gwen'e küçümseyen bir ifade ve ölüm dolu bir bakış fırlattı. Ona doğru eğilirken titreyen ellerinde hançeri tutuyordu, Gwen zamanının geldiğini anladı. En azından hayata veda ederken küçük tatminiyle beraber göçecekti.
"Şimdi kalbini söküp sana yedireceğim" dedi. "Gerçek acı neymiş öğrenmeye hazırlan."
Gwendolyn hançerin ucuyla gelecek acı dolu ölüme kendini hazırlamaya çalıştı.
İşte o anda bir çığlık koptu, şok dalgası bünyesini anlık olarak terk edince Gwendolyn bu çığlığı kendisinin çıkarmadığını anladı. Çığlığı McCloud atmıştı: acı içinde bağırıyordu.
Gwen ellerini indirdi ve kafası karışmış bir halde yukarı baktı. McCloud hançeri düşürdü. Gwen durmadan gözlerini kırpıştırıyor olan biteni anlamaya çalışıyordu.
McCloud orada öylece dikiliyordu, gözüne bir ok saplanmıştı. Can havliyle bağırıp göz yuvasından kanlar fışkırırken bir elini kaldırdı ve oku tuttu. Gwen anlayamıyordu. McCloud vurulmuştu. Ama bu nasıl olmuştu? Onu kim vurmuştu?
Okun geldiği yöne baktığında, kalabalık bir grup askerin arasında saklanırken elinde yayıyla Steffen'ı gördü ve kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Daha kimse bir şey anlayamadan Steffen teker teker altı ok daha attı, McCloud’un yanında duran altı asker boğazlarını delip geçen okların hedefi olmuşlardı.
Steffen daha fazla ok atmak için arkasına uzandı ancak sonuçta onu fark eden kalabalık grup tarafından saldırıya uğradı. Askerler onu yere yatırarak yumruklamaya başladılar ve etkisiz hale getirdiler.
Hala çığlık atan McCloud döndü ve kalabalıktan kaçtı. Hayret ki hala ölmemişti. Oysa Gwen'in tek dileği can çekişerek ölmesiydi.
Gwen Steffen'e, tahmin edebileceğinden çok daha fazla minnettardı. Ölümünün bugün burada bir başkasının elinden geleceğini biliyordu ama en azından bu McCloud olmayacaktı.
Andronicus görünüp yavaşça Gwendolyn'e doğru yürürken askerler sustu. Yerde yatarken ona yaklaşmasını izledi. Karşısına çıkan koca bir dağ gibi inanılmaz derecede uzun görünüyordu. Askerler arkasında kaldı, savaş alanına ölüm sessizliği hakimdi duyulan tek ses yer yüzünü kamçılayan rüzgardı.
Andronicus bir kaç adım ötede durarak ifadesiz bir şekilde gözlerini Gwen'e dikti. Uzanarak boynunda asılı kafalara parmaklarıyla dokundu. Göğsünden ve boğazından hırıltıyla karışık bir ses yükseldi. Hem kızmış hem de şaşırmış gibiydi.
Yavaşca " Büyük Andronicus'a meydan okudun" dedi. Tüm kamp kadim ve derinden gelen her bir kelimeyi dinliyordu. Hakim sesi tüm ovada yankılanıyordu. "Cezana katlansaydın her şey daha kolay olurdu. Şimdi gerçek acının ne demek olduğunu öğrenmek zorundasın."
Andronicus, uzandı ve Gwen’în daha önce hiç görmemiş olduğu uzunlukta bir kılıç çıkardı. Herhalde 2,5 metre vardı, kabzasından çıkarırken yaydığı ses savaş alanında yankılandı. Havaya kaldırdı ve ışığa doğru tuttu, kılıçtan yansıyan ışık o derece güçlüydü ki Gwen kör olacağını sandı. Andronicus kılıcı elinde evirip çevirirken sanki ilk kez görüyormuş gibi ilgiyle inceledi.
“Doğuştan soylu bir kadınsın,” dedi. “Bu yüzden soylu bir kılıçla ölmen yerinde olacaktır.”
Andronicus iki adım öne geldi, iki eliyle sapından tutarak kılıcı daha da yükseğe kaldırdı.
Gwendolyn gözlerini kapadı. Rüzgarın ıslığını duydu artık otların her yaprak hareketini duyumsuyordu ve işte hayatından rastgele hatıralar gözünün önüne doluyordu. Hayatının tamamlandığını, bugüne kadar yaptığı ve sevdiği her şeyi hissetti. Son düşüncelerini Thor’a ayırdı. Elini boynuna götürerek Thor’un verdiği kolyeyi sıkıca tuttu. İçinden yayılan sıcacık gücü hissedebiliyordu. Bu kırmızı taşı verirken Thor’un söyledikleri kulaklarında yankılandı: Bu taş hayatını kurtarabilir. Yalnızca bir defa.
Taşı daha sıkı tuttu, kalbi avucunun içinde atıyordu. Tanrı’ya benliğinin her bir hücresiyle dua etti.
Lütfen Tanrım, bu taşın işe yaramasını sağla. Lütfen, sadece bu seferlik beni kurtar ve Thor’u tekrar görmeme izin ver.
Andronicus’un kılıcının kendisini bulmasını beklerken Gwendolyn gözlerini açtı ancak gördükleri karşısında şaşkına döndü. Andronicus orada donmuş kalmış sanki birinin gelişini izliyormuşçasına Gwendolyn’in omuzlarından ileri bakıyordu. Şaşırmış hatta aklı karışmıştı ve bu kesinlikle onda görmeyi beklemediği bir ifadeydi.
Gwendolyn’in arkasından çınlayan ses “Şimdi silahını indireceksin,” dedi.
Gwendolyn duyduğu ses karşısında çarpılmışa döndü. Bu sesi tanıyordu. Sesin geldiği tarafa baktığında babası kadar yakından tanıdığı bu kişinin orada durması onu şok etmişti.
Argon.
İşte orada, beyaz kıyafeti ve beyaz başlığı içinde, Gwen’in daha önce hiç görmediği kadar büyük bir gerilimle parlayan gözleri Andronicus’a sabitlenmişti. Gwen ve Steffen bu iki titanın arasında yerde yatıyorlardı. Muazzam güçlere sahip, biri karanlığa diğeri de ışığa ait olan bu iki yaratık karşı karşıya duruyordu. Gwen kafasının üzerinde devam eden bu ruhani savaşı neredeyse elleriyle tutabilirdi.
Andronicus sırıtarak “İndirecek miyim?” diyip dalgasını geçti.
Ancak Gwen, Andronicus sırıtırken dudaklarının titrediğini ve ilk defa gözlerinde korkuya benzer bir şey olduğunu fark etti. Buna şahit olacağı asla aklına gelmezdi. Andronicus Argon’u biliyor olmalıydı. Bildiği şey her neyse dünyadaki en kudretli adamı korkutmaya yetiyordu.
Argon sakince “Kıza daha fazla zarar vermeyeceksin” dedi “Teslimiyetini kabul et.” Bir adım daha yaklaştı, gözleri parlarken hipnotize ediciydi. “ Halkına dönmesine izin vereceksin ve dilerlerse halkı teslim olacak. Sana bunu bir kez söylüyorum. Kabul edersen akıllılık edersin.”
Andronicus Argona’a baktı kararsız kalmış gibi gözlerini birkaç defa kırptı.
Sonra nihayet kafasını geriye attı ve korkunç bir kahkaha patlattı. Bu Gwen’in şimdiye kadar duyduğu en yüksek ve en karanlık kahkahaydı. Tüm alanı doldurması yetmezmiş gibi sanki ilerleyerek gökyüzüne uzandı.
“Büyücü numaraların bana sökmez yaşlı adam,” dedi Andronicus. “Kudretli Argon’u bilirim. Bir zamanlar gücün vardı. Tüm adamlardan, ejderhalardan hatta gökyüzünden bile daha kudretliydi, ya da böyle söylerlerdi. Ancak artık zamanın geçti. Yeni bir zamandayız. Şimdi zaman Yüce Andronicus’un zamanı. Sen artık başka bir zamanın, MacGil hükümdarlığının kalınıtısısın, o zamanlar ki büyü güçlü ve Halka yenilmezdi. Fakat kaderin Halka’ya bağlı ve Halka da artık güçsüz. Aynen senin gibi. Bana meydan okuduğun için aklına şaşıyorum yaşlı adam. Şimdi bunun acısını çekeceksin. Yüce Andronicus’un gücünü artık öğreneceksin.”
Andronicus küçümser tavrıyla kılıcını yeniden kaldırarak Gwendolyn’e doğrulttu bu sefer gözlerini Argon’a dikmişti.
Dedi ki “ Kızı gözlerinin önünde yavaşça öldüreceğim.” “Sonra da kamburun icabına bakacağım. Ardından da yüceliğimin yürüyen bir sembolü olarak kalman için seni sakat fakat hayatta bıracağım.”
Andronicus kılıcı kafasına indirirken Gwendolyn kendini ölüme hazırlamaya çalıştı ve vücudunu yana attı.
Aninden bir şey oldu. Sanki koskoca bir alev topunun sesi gibi habayı kesen bir ses duydu, bu sesi Andronicus’un çığlığı takip etti.
Gözlerini açtı, Andronicus’un acıyla buruşan yüzüne, kılıcını düşürüp yere çömelmesine inanmayan gözleriyle bakarak olan biteni izlemeye başladı. Argon öne bir adım attı ve sonra bir tane daha; mor renkli bir ışık yayan avucunu ileri uzatmıştı. Giderek büyüyen renk topu, Argon ifadesiz bir yüzle Andronicus’a doğru yürümeye ve git gide yaklaşmaya devam ederken Andronicus’u sarmaladı.
Işık Andronicus’u içine alırken Andronicus topun içine kıvrıldı.
Adamları nefeslerini tutmuştu ve hiç biri yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Korkmuşlardı ya da Argon onları güçsüz kılmak için bir çeşit büyü yapmıştı.
“DURDUR!” diye bağırdı Andronicus ellerini kulaklarına götürerek. “SANA YALVARIYORUM!”
“Kıza daha fazla zarar vermeyeceksin,” dedi Argon yavaşça.
“Kıza daha fazla zarar vermeyeceğim!” diye tekrar etti Andronicus, transa girmiş gibi.
“Onu şimdi serbest bırakacaksın ve halkına dönmesine izin vereceksin.”
“Onu şimdi serbest bırakacağım ve halkına dönmesine izin vereceğim.”
“Halkının teslim olması için onlara bir şans vereceksin.”
“Halkının teslim olması için onlara bir şans vereceğim!” diye haykırdı. “Lütfen! Ne istersen yaparım!”
Argon derin bir nefes aldı ve sonunda durdu. Kolunu yavaşça indirirken elindeki ışık yok oldu.
Gwen ona sarsılarak baktı; Argon’u eylem halinde hiç görmemişti ve sahip olduğu kudreti anlamakta güçlük çekiyordu. Gökyüzünün ortadan ikiye ayrılmasını izlemek gibi bir şeydi bu.
“Eğer tekrar karşılaşırsak yüce Andronicus” dedi Argon yavaşça, yerde yatarak sızlanan Andronicus’a “bu sefer ölümün en karanlık krallığına yapacağın yolculuk için görüşeceğiz.