Читать книгу Kalkan Denizi - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 8

İKİNCİ BÖLÜM

Оглавление

Luanda, donup kalmıştı. Elinde hala tuttuğu kanlı hançerle az önce ne yaptığına inanamayarak  Koovia’nın cansız bedenine afallamış halde bakıyordu.

Tüm şenlik salonu susmuş ona bakıyordu, herkes hayret içinde kalmıştı, kimse yerinden kıpırdayamıyordu. Hepsi, dokunulmaz Koovia’nın,  maharetiyle Kral McCloud’dan sonra gelen, McCloud krallığının olağanüstü savaşçısının, Luanda’nın ayakların dibinde yatan Koovia’nın cesedine bakıyordu. Odanın içindeki sessizlik o denli yoğundu ki bir bıçakla kesilebilirdi.

Luanda hepsinden daha çok şaşırmıştı. Bir ısı dalgasının vücuduna yayıldığını, hançeri hala tutarken avucunun yandığını hissediyordu, az önce bir adam öldürdüğü için coşkun ve korkmuş hissediyordu. Bunu yaptığı, kocasına veya geline ellerini süremeden önce bu canavarı durdurduğu için gururluydu. Hak ettiğini bulmuştu. Bu McCloud’ların hepsi barbardı.

Birden bir bağırtı duyuldu, Luanda döndüğünde sadece bir kaç adım ötede bulunan Koovia’nın öncü savaşçısının, gözlerinde intikamla ona doğru harekete geçtiğini gördü. Kılıcını yukarı kaldırarak göğsüne atılmaya geliyordu.

Luanda bir tepki vermek için oldukça hissizdi ve bu savaşçı çok çabuk hareket ediyordu. Bir an sonra kalbini parçalayacak soğuk çeliğe karşı kendini hazırlamaya çalıştı. Luanda’nın umuru değildi. Ona ne olacağı artık önemsediği bir konu olmaktan çıkmıştı, önemli olan o adamı öldürmüş olmasıydı.

Çelik kılıç ona doğru gelirken ölümü karşılamaya hazır bir halde Luanda gözlerini kapadı, ancak aniden gelen metallerin birbirine çarpa sesiyle afalladı.

Gözlerini açtığında Bronson’ın, kılıcını kaldırıp savaşçının darbesini engellemek üzere öne atılmış olduğunu gördü. Buna şaşırmıştı, Bronson’ın bunu yapabileceğini ya da kalan tek sağlıklı eliyle böylesi muktedir bir darbeyi durdurabileceğini düşünmemişti.

Bronson kılıcını maharetle savurdu, sadece bir eliyle bile öyle bir yeteneğe ve güce sahipti ki savaşçıyı kalbinden bıçaklayarak oracıkta öldürmeyi başardı.

Luanda gözlerine inanmıyordu. Bronson bir kez daha hayatını kurtarmıştı. Ona gerçekten borçlu hissetti, akabinde ona karşı hissettiği aşk yeniden büyüdü. Belki de düşündüğünden bile daha güçlü bir halde üstelik.

Şölen salonunun her iki yanından çığlıklar yükseldi, McCloud’lar ve McGil’ler  birbirlerini önce öldürme derdiyle birbirlerine doğru atıldılar. Gün boyu ve akşam şenliklerinde devam eden tüm o yapmacık nezaket yok olmuştu. Şimdi bir savaş başlamıştı:, gelinlerini taciz ederek kabahat işleyen McCloud’ların onur kırıcı davranışlarıyla dolmuş, içkinin de etkisiyle alevlenmiş savaşçıların, başka savaşçılara karşı verdiği bir mücadeleydi bu.

Adamlar kalın tahta masanın üzerinden atlayarak ilk öldüren taraf olma endişesiyle birbirlerini bıçaklıyor, birbirlerinin yüzlerini tutup, güreşerek masadan düşürüyorlar, yemekleri ve şarapları deviriyorlardı. Oda bu kadar insanla bir hayli sıkışıktı, herkes omuz omuza dövüşüyordu, hareket edecek yer yok denecek kadar azdı. Tüm odada kanlı bir kargaşa hüküm sürerken adamlar bağırıyor, birbirlerini bıçaklıyor, çığlık atıyor ve ağlaşıyorlardı.

Luanda kendini toplamaya çalıştı. Dövüş o kadar hızlı ve yoğun gelişmiş, kana susayan bu adamlar, birbirlerini öldürmeye o denli odaklanmışlardı ki kimse etrafına bakıp odanın çevresinde olanları gözlemlemek için bir süreliğine bile olsa durmuyordu. Luanda her şeyi gözlemliyordu, tüm olanları daha geniş bir bakış açısıyla görüyordu. McCloud’ların odanın kuytularından gizlice hareket ederek,  yavaşça teker teker sıvıştıktan sonra arkadan kapıları kilitlediklerini gözlemleyen tek kişi oydu.

Luanda birden bire ne olduğunu anlayınca tüyleri diken diken oldu. McCloud’lar herkesi bu odaya kilitliyor ve bir nedenle kaçıyorlardı. Duvarlardan meşaleleri indirmelerini izlerken gözleri fal taşı gibi açıldı.

Luanda bunu tahmin etmeliydi. McCloud’lar barbarlardı ve kazanmak için her şeyi yaparlardı.

Luanda, gözlerinin önünde cereyan eden olayı algılarken, bir kapının henüz kilitlenmediğini fark etti.

Dönüp içinde bulunduğu arbededen kaçarak kalan kapıya koştu, önündeki adamları dirsekleyerek ve iterek yol açtı.  Bu sırada McCloud’lardan birinin de odanın en ücra köşesinde yer alan kapıya doğru atıldığını görünce, daha hızlı koşmaya başladı. Ciğerleri yanıyordu ama ondan önce kapıya ulaşmaya kararlıydı.

McCloud, kapıya uzanırken, Luanda’yı görmedi; kalın ahşap bir sopayı tutarak kapıyı sürgülemeye hazırlandı. Luanda hemen yanından ona saldırıp hançerini kaldırdı ve adamı sırtından bıçakladı.

McCloud bağırdı, sırtı geriye esnedi ve yere düştü.

Luanda sopayı tutarak kapıdan çekti, açarak dışarı koştu.

Dışarıda, gözlerini karanlığa alıştırdıktan sonra soluna ve sağına baktı; McCloud’ların salonun dışında sıralanarak meşaleleri getirdiklerini ve binayı ateşe vermeye hazırlandıklarını gördü. İçi panikle doldu, bunun olmasına izin veremezdi.

Dönüp yeniden salona koştu. Bronson’u tutup çarpışmadan sıyırdı.

“McCloud’lar!” diye aceleyle bağırdı. “Salonu yakmaya hazırlanıyorlar! Bana yardım et! Herkesi dışarı çıkar! HEMEN!”

Durumu anlayan Bronson, korkuyla gözlerini açtı ve hiç tereddüt etmeden, MacGil liderlerine koşup, onları kavgadan çekip bağırarak anlatmaya başladı ve açık kapıya doğru el kol hareketleri yaptı. Hepsi dönüp bakınca olanları anladı ve adamlarına emirler yağdırdılar.

Luanda, Mac Gil adamlarının aniden kavgadan sıyrılıp dönerek kurtarmayı başardığı açık kapıdan koştuklarını görünce biraz olsun rahatladı.

Onlar organize olurken, Luanda ve Bronson da vakit kaybetmedi. Kapıya koştular ve Luanda başka bir McCloud’un da oraya yönelip kütüğü alarak kapıyı kilitlemeye çalıştığını görünce dehşete düştü. Bu sefer ondan önce davranacaklarını sanmıyordu.

Bu defa Bronson hamlesini yaptı, kılıcı havaya  kaldırıp öne eğildi ve fırlattı.

Kılıç McCloud’ın sırtında son bulup ona saplanana kadar havada döne döne uçtu.

Savaşçı çığlık atıp yere çöktü, Bronson kapıya koşarak tam vaktine kapıyı ardına kadar açtı.

Onlarca MacGil, açık kapıdan koşarken Luanda ve Bronson da onlara katıldı. Yavaştan salon tüm MacGil’lerden temizlendi. Bu arada McCloud’lar düşmanlarının neden geri çekildiğini hayretle izliyorlardı.

Hepsi dışarı çıktığında, Luanda kapıyı arkadan çarptı ve McCloud’ların onları takip edememeleri için kütüğü diğerleriyle birlikte kaldırıp kapıyı arkadan kilitledi.

Dışarıdaki McCloud’lar durumu fark etmeye başlayınca meşaleleri indirmeye ve bunun yerine kılıçlarıyla saldırmaya başladılar.

Fakat Bronson ve diğerleri onlara hiç fırsat vermediler.  Binanın etrafındaki McCloud’lara saldırarak, meşalelerini indirip silahlarına davranmaya çalışırlarken onları bıçaklayıp öldürmeye başladılar. McCloud’ların çoğu içerdeydi ve dışarıdaki bir kaç düzine asker, öfkeden gözlerine kan oturmuş hiddetli MacGil’ler karşısında duramazdı nitekim McCloud’lar kısa süre içinde öldürüldü.

Luanda, Bronson’la yan yana, MacGil klanı üyelerinin yanında duruyordu, hepsi nefes nefese kalmış, hayatta kaldıkları için heyecan duyuyorlardı. Hayatlarını ona borçlu olduklarını bilerek hepsi Luanda’ya saygıyla bakıyorlardı.

Orada dikilirken, içerideki McCloud’ların kapıya vurma seslerini duydular, dışarı çıkmaya çalışıyorlardı. MacGil’ler ne yapacaklarından emin olamayarak yavaşça dönüp Bronson’ın liderliğine başvurdular.

“İsyanı bastırmalısın,” dedi Luanda ısrarcı olarak. “Onlara tıpkı sana davranmaya niyetlendikleri aynı gaddarlıkla muamele etmelisin.”

Bronson ona baktı, bocaladı, Luanda gözlerindeki kararsızlığı görüyordu.

“Planları işe yaramadı,” dedi. “Burada kısıldılar. Tutsak oldular. Onları tutuklayacağız.”

Luanda şiddetle kafasını salladı.

“HAYIR!” diye bağırdı.” Bu adamlar senin önderliğine başvuruyorlar. Bu dünyanın en barbar yeri. Kraliyet Sarayı’nda değiliz. Burası gaddarlıkla yönetilen bir yer. Gaddarlık saygıyı talep eder. İçerideki adamlar hayatta bırakılamaz. Bir örnek teşkil etmeliler!”

Bronson tereddüt etti, dehşete düşmüştü.

"Ne demek istiyorsun?" diye sordu. "Diri diri yakalım mı yani? Bize gösterdikleri barbarlığa karşılık aynı muamelede mi bulunalım?"

Luanda dişlerini sıktı.

"Eğer bunu yapmazsan, şunu iyi bil ki gün gelecek seni öldürecekler."

MacGil klanı üyeleri etraflarında toplandı, bu tartışmaya şahitlik ediyorlardı. Luanda orada kaskatı duruyor, öfkesinden kuduruyordu. Bronson'ı seviyordu– ne de olsa hayatını kurtarmıştı. Fakat yine de bu kadar zayıf ve saf olabildiği için ondan nefret ediyordu.

Luanda'nın, erkek yöneticilerden ve verdikleri kötü kararlardan sıdkı sıyrılmıştı. Yönetime kendi geçmek için yanıp tutuşuyordu, bu işi hepsinden daha iyi kotaracağını biliyordu. Bazen bir erkeğin dünyasını bir kadının yönetmesi gerektiğinin farkındaydı.

Luanda tüm hayatı boyunca sürgün edilmiş ve küçük görülmüştü, artık kenarda oturamayacağını hissediyordu. Ne de olsa bu adamların şu an hayatta olması onun sayesindeydi. Bir de Kral'ın kızıydı– ilk çocuktu, azı değil.

Bronson orada durmuş, Luanda'ya bakıyor ve bocalıyordu. Luanda, eyleme geçmeyeceğini anladı.

Buna daha fazla dayanmayacaktı. Öfke içinde bağırıp öne atılarak hizmetlilerden birinin elindeki meşaleyi aldı, buz kesilen adamların sessiz bakışları altında, önlerine geçerek meşaleyi havaya kaldırıp fırlattı.

Meşale geceyi aydınlatarak havada döne döne uçtu ve şenlik salonunun samandan çatısının üstüne düştü.

Alevler yayılmaya başlarken Luanda bu sahneyi zevkle izledi.

MacGil'ler tezahüratlarla etrafını çevreleyip bu hareketi aynen tekrarladılar. Hepsi meşaleleri alıp fırlatınca kısa süre sonra ateş harlandı, Luanda geceyi aydınlatan alevlerin ısısını yüzünde hissediyordu. Bir an sonra salon bu büyük yangınla tutuşmuştu.

İçeride hapsolan McCloud'ların çığlıkları geceyi yırttı, Bronson geri çekilirken Luanda soğuk, katı ve merhametsiz bir halde elleri belinde duruyor, her birinin ölümünden zevk alıyordu.

Şaşkınlıktan ağzını bir türlü kapayamayan Bronson'a döndü.

"İşte," dedi küstahça, "yönetmek budur."

Kalkan Denizi

Подняться наверх