Читать книгу Arena İki - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 12

B E Ş

Оглавление

“BEN!” diye bağırıyorum oturduğum yerden.

Ama çok geç! Saniyeler içinde saldırıyorlar.

Bir tanesi, Ben'i esir alıyor; diğer ikisi ise koşarak bizim bota atlıyorlar.

Bu hareket sonrası bot, sert bir şekilde sarsılıyor.

Logan uyanıyor, ama çok geç. Adamlardan biri direk ona doğru giderek kalbinin tam ortasına bıçağını dayıyor.

Hemen reflekslerim devreye giriyor. Elimi belime atıp bıçağımı çıkarıyorum ve ileri doğru fırlatıyorum. Bıçak uçarak botun diğer ucuna gidiyor.

Kusursuz bir atış! Adamın Logan'ı öldürmesine ramak kala bıçak adamın tam boğazına isabet ediyor. Cansız bedeni Logan'ın üstüne yıkılıyor.

Logan doğrularak üzerindeki cesedi fırlatıyor ve ceset, büyük bir sıçramayla suya düşüyor. Neyse ki cesedi fırlatmadan önce adamın boğazına saplanan bıçağımı almayı da ihmal etmiyor.

İki köle avcısı daha bana doğru hızla geliyor. Elime aldığım fenerle bu gelenlerin insan değil mutant olduklarını görüyorum. Yarı insan, yarı değişik değişik bir yaratık… Savaş zamanında mutasyona uğrayanlardan… Aklını kaybedenlerden… Onları görünce ürküyorum çünkü  bu yaratıklar, Rupert gibilerinin aksine, daha güçlü, daha acımasız oluyorlar. Kaybedecek hiçbir şeyleri olmuyor.

Bir tanesi, Bree ve Rose'a doğru yöneliyor. Buna izin veremem. Ona doğru koşup çelme takıyorum.

İkimiz birden sertçe yere düşüyoruz. Düşüşümüzün etkisiyle bot hızla sarsılıyor. Gözümün bir ucuyla, ötede Logan'ın diğer yaratığın üzerine atlayarak onu sertçe yere devirdiğini ve ardından suya fırlattığını görüyorum.

İkisini durudurmayı başarmıştık ama o esnada, üçüncüsü süratle yanımızdan geçiyor.

Benim çelme taktığım yaratık beni tersten tutarak yere fırlatıyor ve ardından üzerime çıkıyor. Çok güçlü! Gerilerek yüzüme sert bir yumruk indiriyor. Yanağımın uyuştuğunu hissediyorum.

Hızlı düşünmem gerek. Hemen iki bacağının arasına dizimi indiriyorum.

Mükemmel bir vuruş! O acı içinde kıvranırken ben, iyice gerilip tam suratının ortasına dirseğimi indiriyorum. Bir çatlama sesi… Sanırım elmacık kemiğini kırdım. Öylece yere yığılıveriyor.

Vakit kaybetmeden onu sürükleyerek suya atıyorum. Bu biraz aptalca bir hareket oluyor. Onu suya atmadan önce üzerindeki silahları almalıydım. Onun suya düşmesiyle, botumuz şiddetli bir şekilde sarsılıyor.

Ardından, sonuncuya yöneliyorum. Logan da öyle…

Ama ikimiz de yeteri kadar hızlı olamıyoruz. Rüzgar gibi geçerek, nedendir bilmiyorum, direk Bree'ye saldırıyor.

Penelope hırlayarak havaya sıçrıyor ve dişlerini mutantın bileğine geçiriyor.

Mutant, onu bileğinden düşürmek için sallıyor. Penelope direnmeye devam ediyor ama mutant, sonunda öyle sert bir şekilde kolunu savuruyor ki Penelope botun diğer tarafına düşüyor.

Ben ona ulaşamadan o, Bree'nin işini bitirmiş olacak. Zamanında yetişemeyeceğimi anlayınca kalbim duracak gibi oluyor.

Rose, Bree'yi kurtarmak üzere adamın üstüne atlıyor. Rose'u tutup havaya kaldırıyor ve o pis dişlerini Rose'un koluna geçiriyor.

Adamın, dişleriyle etini koparmasının üzerine Rose tüyler ürpertici bir çığlık atıyor. Mide bulandırıcı, berbat bir manzara bu! Hayatımın sonuna kadar aklıma kazılı kalacağından, asla unutamayacağımdan eminim.

Adam, tekrardan Rose'u ısırmak için uzanıyor ama bu sefer zamanında yetişiyorum. Cebimden yedek bıçağımı çıkararak tam fırlatmaya hazırlanıyorum ki Logan benden önce davranıp, nişan aldığı tabancasıyla adama ateş ediyor.

Adamı kafasının arkasından vurmasıyla her tarafa kan sıçrıyor. Adam yere yığılıyor. Logan, yanına giderek cesedi alıyor ve suya fırlatıyor.

Acı içinde kıvranan Rose'un yanına gidiyorum. Onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyorum. Gömleğimden bir parça yırtarak, kanamayı olabildiğince durdurmak için hemen koluna sarıyorum.

O arada, bir hareketlilik gözüme çarpıyor; mutantlardan biri iskelede Ben'i yakalıyor. Tam boğazından onu ısırmaya yeltenirken, dönüp hemen bıçağımı fırlatıyorum. Bıçağım büyük bir hızla arkadan mutantın boynuna saplanıyor. Mutant, bu darbeyle ayakta sendeleyerek yere yığılıveriyor.

Ben, kendinde olmadanöylece  oturuyor.

“Bota dön!” diye bağırıyor Logan. “HEMEN!”

Logan'ın sesindeki öfkeyi hissedebiliyorum. Ben, nöbet başında uyuyakalmıştı. Saldırıya tamamen savunmasız yakalanmamıza sebep olmuştu.

Ben, tökezleye tökezleye bota biniyor. O biner binmez Logan ise hemen bıçağıyla botun halatını kesiyor. Ben kollarımın arasındaki Rose ile ilgilenirken, Logan dümene geçiyor ve motoru çalıştırıp gaza basıyor.

Ağaran şafakla birlikte hızla kanaldan çıkıyoruz. Logan, yola koyulmakla tamamen doğru bir karar veriyor. Çünkü birileri silah seslerini duymuş olabilir. Kaçmak için ne kadar vaktimiz olduğunu kimse bilmiyor.

Ardımızda birçok ceset bırakarak sabahın ilk ışıklarında kanaldan hızla ayrılıyoruz. Sığındığımız yer bir anda korku tüneli halini aldı. Burayı bir daha görmemeyi umut ediyorum.

Yeniden, Hudson Nehri'nden aşağı doğru yol almaya başlıyoruz. Logan gaza yüklendikçe bot suyun içinde hızla inip çıkıyor. Gözlerimi iyice açmış, pür dikkat etrafa bakınıyorum köle avcılarından bir iz var mı diye. Şayet yakınımızda iseler, saklanacak hiçbir yerimiz yok. Silah atışları, Rose'un çığlıkları ve motor sesi yerimizi tamamen ortaya çıkarmıştı.

Tek yapabildiğim, bizi bulamayınca geri dönüp bizim aksi istikametimize, güneye gitmiş olmalarını umut etmek. Şayet öyle ise, arkamızda kalmış oluyorlar. Ama değilse, onlarla karşılaşmamız işten bile değil.

Eğer şansımız varsa, tamamen vazgeçmiş ve Manhattan'a gitmek üzere geri dönmüşlerdir. Ama nedense bunun olacağından şüpheliyim. Hiçbir zaman şansımız o kadar yaver gitmedi.

Mesela, o çılgın mutantlar… Orada saklanmış olmamız tamamen şanssızlığımızdan. Bir grup avcı mutant çetesinin, insan eti yiyen yamyamlara dönüştüklerini duymuştum ama hiç inanmamıştım. Hoş, hala daha inanmakta güçlük çekiyorum.

Rose'u sıkı sıkı tutuyorum. Yarasından elime kan damlıyor. Elimden geldiğince onu sakinleştirmeye çalışıyorum. Koluna sardığım bez tamamen kana bulandı bile. Hemen gömleğimden yeni bir parça yırtarak kolundaki bezi değiştiriyorum. Bu dondurucu soğukta karnım tamamen açık kalıyor. Bu, yarası için çok hijyenik değil biliyorum ama hiç yoktan iyidir. Zira bir şekilde kanamayı durdurmam gerek. Keşke yanımda ilaç, antibiyotik ya da en azından, ağrı kesici olsaydı. Ona verebileceğim her hangi bir şey… Kolundaki bezi değiştirirken, etinin koparıldığı yeri görüyorum. Çektiği acıyı düşünmemeye çalışarak gözlerimi başka tarafa çeviriyorum. Gerçekten dehşet verici!

Penelope, hafif hafif hırlayarak Rose'un kucağında oturuyor. Onun da yardım etmek istediği belli. Bree ise ağlamasını susturmak için Rose'un elini tutuyor ama nafile… Bree'nin bir kez daha travma yaşadığını görebiliyorum.

Keşke yanımda bir yatıştırıcı olsaydı—herhangi bir şey… Tam o sırada birden aklıma geliyor. Yarısı içilmiş olan bir şişe şampanya vardı. Hemen botun ön tarafına geçerek şişeyi kaptığım gibi Rose'un yanına koşuyorum.

“İç bunu!” diyorum.

Rose, acı içinde bağırarak ağlamaya devam ediyor; dediğimi anlamıyor bile…

Şişeyi ağzına sokup içmesini sağlıyorum. Neredeyse boğulacak gibi oluyor. Birazını döküyor ama çok az da olsa içiyor.

“Lütfen, Rose. İç! Sana yardımı olacak!”

Tekrar şişeyi ağzına dayıyorum. İnleye inleye bir iki yudum daha içiyor. Küçük bir çocuğa alkol içirdiğim için kendimi kötü hissediyorum ama acısını hafifletmek için başka çarem yok. İşe yaramasını umut ediyorum.

“İlaç buldum!” diye bir ses geliyor.

Dönüp baktığımda Ben'i görüyorum. İlk kez bu kadar canlı bir ifadeyle yanımızda duruyor. Saldırı, Rose'a olanlar onu kendine getirmiş olmalı. Belki de nöbet başında uyuyakalmış olmanın verdiği suçluluk duygusu… Elinde bir kutu ilaçla öylece yanımızda duruyor.

Kutuyu alıp hemen kontrol ediyorum.

“Pantolonun cebinde buldum.” diyor Ben. “Ne olduğunu bilmiyorum.”

Hemen ismini okuyorum: Ambien. Uyku hapları… Köle avcıları, uyuyabilmek için bunu kullanıyor olmalı. İşin ironik tarafı ise başkalarını gece boyu ayık tutarken kendilerinin uyumak için bu hapları alıyor olmaları. Ama bu Rose için tam da ihtiyacımız olan şey!

Kaç tane vermem gerektiğini bilmiyorum ama hemen onu sakinleştirmem lazım. Rose'a kolay yutabilsin diye şampanyayla birlikte 2 tane hap veriyorum. Geri kalan hapları kaybolmasın diye cebime koyuyorum ve Rose'u gözetimim altına alıyorum.

Dakikalar içinde, alkol ve haplar etkisini göstermeye başlıyor. Yavaş yavaş feryatları ağlamaya ve ardından, ağlaması iniltiye dönüşüyor. Yaklaşık 20 dakika sonra gözleri ağırlaşıyor ve kollarımın arasında uyuyakalıyor.

Uyuduğundan emin olmak için 10 dakika daha bekliyor ve sonra, Bree'ye bakıyorum.

“Onu sen tutabilir misin?” diye soruyorum.

Bree hiç tereddüt etmeden yanıma geliyor. Ben yavaşça kalkıyorum ve Rose'u dikkatlice Bree'nin kollarına yatırıyorum.

Bacaklarım tamamen uyuşmuş durumda. Botun ön tarafına, Logan'ın yanına gidiyorum. Nehir boyunca hızla yol almaya devam ediyoruz. Hava iyice aydınlanıyor ve suya baktığımda gördüklerim hiç hoşuma gitmiyor.

Sabahın ayazıyla Hudson Nehri'nin sularında küçük buz kütleleri oluşmaya başlıyor. Bota çarpışlarını duyabiliyorum. Bu, ihtiyacımız olan en son şeydi…

Ama bu kütleler aklıma bir fikir getiriyor. Bottan aşağı doğru uzanıyorum. Nehrin suları yüzüme çarpıyor. Ellerimi buz gibi olan nehir suyuna sokuyorum. Suya dokunmak bile acı veriyor ama botumuz yol alırken elimi suya daha da daldırıp küçük bir buz kütlesi yakalamaya çalışıyorum. Çok hızlı gittiğimiz için bu biraz zor oluyor. Sürekli, tam tutacakken elimden kaçırıyorum.

Nihayet, yaklaşık bir dakika sonra bir tane yakalıyorum. Elimi sudan çıkarıyorum. Elim soğuktan titriyor. Buz kütlesini hemen götürüp Bree'ye veriyorum.

Yüzünde şaşkın bir ifadeyle buz kütlesini alıyor.

“Tut bunu!” diyorum.

Rose'un kolundan çıkardığım kanlı bezi alıp buzu buna sarıyorum ve Bree'ye veriyorum.

“Bunu, yarasının üzerinde tut.”

Acısını dindirmesini umut ediyorum. Belki şişmesini de önler.

Tekrardan tüm dikkatimi nehre veriyorum. Etrafı dikkatlice kolaçan ediyorum. Hava büyük ölçüde aydınlanmış durumda. Kuzeye doğru yol almaya devam ediyoruz. Köle avcılarından şimdiye kadar hiçbir iz olmaması beni rahatlatıyor. Esasında tüm bu sessizlik kötüye işaret. Bir yerlerde bizi mi bekliyorlar acaba?

Logan'ın yanına, yolcu koltuğuna geçiyorum ve yakıt deposu göstergesine bakıyorum. Çeyrek depodan daha az kalmış. Bu iyiye işaret değil.

“Belki de gitmişlerdir…” diye mırıldanıyorum. “Belki de bizi aramaktan vazgeçip geri dönmüşlerdir.”

“Çok fazla emin olma.” diyor.

Daha laf ağzımdayken, birdenbire, bir motor sesi duyuyorum. Kalbim duracakmış gibi oluyor. Bu sesi nerede olsa tanırım: onların motorunun sesi bu!

Botun arka tarafına dönüp ufka bakıyorum, oradalar, yaklaşık 1 kiometre uzağımızdalar. Hızla bize doğru geliyorlar. Onların gelişini izlerken kendimi çok çaresiz hissediyorum. Cephanemiz neredeyse tükenmiş durumda. Onların ise tonlarca silah ve mühimmatı var. Üstelik sayıca da bizden fazlalar. Onlarla yüzleşirsek, en ufak bir kazanma şansımız yok. Aramızdaki mesafede iyiden iyiye kapanıyor, kaçma ihtimalimiz ise hiç yok. Yeniden bir yere saklanmayı da deneyemeyiz.

Onlarla karşılaşmaktan başka seçeneğimiz kalmıyor ve bu bizim için mağlubiyet karşılaşması olacak. Sanki, ufuktan hızla ölüm fermanımız yaklaşıyor gibi…

Arena İki

Подняться наверх