Читать книгу Ejderhaların Yükselişi - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 8
BÖLÜM ÜÇ
ОглавлениеKyra kale yoluna koyulmuş olan ağabeylerinin arkasından yürürken, yabandomuzunun ağırlığı altında zorlanışlarını izledi. Aidan hemen yanında, takip oyunundan dönmüş olan Leo ise hemen topuklarının dibinde yürüyordu. Brandon ve Braxton mızraklarını birbirine bağlamış, üzerine ölü yaratığı koymuş, mızrakların uçlarını omuzlarının üzerine koymuş yürürken çok yorulmuşlardı. Asık suratlı tavırları ormanlıktan açık alana çıktıklarında, özellikle de babalarının kalesi görünür hale geldiğinde sert bir şekilde değişmişti. Her adımda Brandon ve Braxton daha özgüvenli hale geliyor, neredeyse eski kibirli hallerine dönüyorlardı. Hatta artık gülüyorlar ve aralarında kendi avlarıyla ilgili didişiyorlardı.
“Onu sıyıran benim mızrağımdı,” dedi Brandon Braxton’a.
“Ama” diye karşılık verdi, “Kyra’nın okuna doğru yön değiştirmesini sağlayan da benim mızrağımdı.”
Kyra, yalanlarına öfkeden kızararak onları dinliyordu. Domuz kafalı ağabeyleri şimdiden kendilerini hikâyelerine ikna etmeye çalışıyordu ve dahası gerçekten de buna inanır gibilerdi. Daha şimdiden, babalarının salonunda herkese kendi avlarından bahsederek böbürlenişlerini gözünde canlandırabiliyordu.
Durum delirticiydi. İçinden onları düzeltmek geçtiyse de bir şekilde adaletin çarklarının işleyeceğine inanıyordu. Biliyordu ki gerçek eninde sonunda ortaya çıkardı.
“Sizi yalancılar,” dedi Aidan. Kızın yanında yürürken, olanlar yüzünden sarsıldığı her halinden belliydi. “Yabandomuzunu Kyra’nın öldürdüğünü biliyorsunuz.”
Brandon omzunun üzerinden Aidan’a sanki bir böceğe bakıyormuş gibi bir bakış attı.
“Sen nereden bileceksin ki?” diye sordu Aidan’a. “Sen o sırada altına kaçırmakla meşguldün.”
İkisi birden güldüler; sanki her adımda hikâyeleri kuvvetleniyor gibiydi.
“Ve siz de korku içinde kaçmıyor muydunuz?” diye sordu Kyra Aidan’ı savunarak; duruma bir saniye daha katlanamayacaktı.
Bu soru karşısında her ikisi de sessizliğe gömüldü. Kyra gerçekten de haklarından gelebilirdi fakat sesini yükseltmesi bile gerekmemişti. Mutluluk içinde, kendini iyi hissederek ve içinde kardeşini kurtarmış olduğunu bilerek yürüdü. İhtiyacı olan tek tatmin de buydu.
Kyra omzunda küçük bir el hissetti. Dönüp baktığında Aidan’ın ona gülümsediğini, onu teselli etmeye çalıştığını ve kendisini tek parka halinde sağ kurtardığı için açıkça minnettar olduğunu gördü. Kyra aynı minnettarlığı ağabeylerinden de görüp göremeyeceğini merak etti. Sonuçta, o ortaya çıkmamış olsa diğer ikisi de ölmüş olabilirdi..
Kyra her adımında önünde zıplayan yabandomuzunu gördü ve yüzünü buruşturdu; keşke ağabeylerim onu o açıklıkta, ait olduğu yerde bırakmış olsaydı, diye düşündü. Bu lanetli bir hayvandı, Volis’ten değildi ve buraya ait değildi. Bu kötüye işaretti, özellikle Dikenli Orman’dan geliyorsa ve özellikle de Kış Ayı arifesinde. Okumuş olduğu eski bir atasözünü hatırladı: ölümden döndükten sonra asla böbürlenmeyin. Ağabeylerinin kaderleriyle oynamakta olduğunu ve evlerine karanlığı getireceklerini hissetti. Durumun daha kötü şeylerin habercisi olduğunu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.
Bir tepeye vardıklarında tüm kale ve yeryüzünün büyük bir kısmı önlerinde seriliydi. Rüzgârın şiddetini artırması ve artan kara rağmen Kyra eve varmış olmaktan son derece rahatlamış hissediyordu. Kırsal alandaki bacalardan yükselen duman ve babasının kalesinin yumuşak, sıcak parlaklığı ateşlerle aydınlatılmıştı ve hepsi de yaklaşan alacakaranlığa hazırdı. Yol genişledi, köprüye doğru daha bakımlı bir hal aldı ve dördü hızlarını artırıp son düzlüğü de hızlı bir şekilde geçtiler. Yol havaya ve yaklaşan geceye rağmen festival coşkusuna girmiş insanlarla doluydu.
Kyra çok da şaşırmamıştı. Kış Ayı Festivali yılın en önemli tatillerinden biriydi ve herkes yaklaşan ziyafete hazırlanmakla meşguldü. Çok sayıda insan asma köprünün üzerinden, satıcılardan istedikleri malları alabilmek ve kaledeki ziyafete katılabilmek için acele içinde koşturuyor; eşit sayıda diğerleri ise festivali aileleriyle kutlayabilmek için evlerine doğru acele içinde hareket ediyordu. Malların taşındığı kağnılar her iki yönde de hareket ediyor, duvar ustaları hisarlara eklenecek yeni bir duvar için durmaksızın çalışıyor, çekiçlerinin sesi havada sabit, besi hayvanlarının ve köpeklerin seslerinin arasına karışıyordu. Kyra bu havada çalışmaya nasıl devam ettiklerini, ellerinin uyuşmasını nasıl engellediklerini hep merak etmişti.
Köprüye girip kalabalığa karıştıklarında Kyra etrafına baktı ve gördükleri karşısında karnına ağrı girdi. Pandesia tarafından atanmış yerel Vali Lordun askerleri olan Lordun Adamlarından bir bölümü, üzerlerinde kendilerine özgü kızıl zincirli zırhlarıyla kapının yakınında duruyorlardı. İnsanlarda bir infial durumu hissetti; kendisi de aynı kızgınlığı paylaşıyordu. Lordun Adamlarının varlığı her zaman bir baskı unsuruydu fakat Kış Ayı zamanı bu daha da fazla artıyordu. Orada bulunmalarının tek sebebi halkından her ne toplayabilirlerse almaktan başka bir şey değildi. Kyra’ya göre onlar leş yiyicilerdi, Pandesia istilalarından bu yana kendilerini güce kaptırmış olan aşağılık aristokratlar için kabadayı ve leş yiyiciler.
Bu durumun suçlusu, bu adamlara teslim olan eski kralın zayıflığıydı ve bu adamlar çok az işlerine yaramıştı. Artık, rezil bir halde bu adamlara saygı göstermek zorundaydılar. Durum Kyra’yı öfkeyle doldurdu. Bu durum babasını ve onun muhteşem savaşçılarını, hatta tüm halkını, soylu köylülerden başka bir şeye dönüştürmemişti. Umutsuzca ayağa kalkıp özgürlükleri için savaşmalarını, önceki kralın korktuğu savaşa girmelerini istedi. Fakat bir taraftan da biliyordu ki, eğer şimdi ayağa kalkarlarsa Pandesia ordusunun gazabını üzerlerine çekerlerdi. Eğer içeri girmelerine izin vermiş olmasalar büyük olasılıkla onlara karşı koyabilirlerdi fakat şimdi, artık bu adamlar kök salmışken çok az seçenekleri vardı.
Köprüye ulaştıklarında kalabalığa karıştılar ve onlar ilerledikçe insanlar, durdu, onlara baktı ve yabandomuzunu birbirine gösterdi. Kyra ağabeylerinin bu yük altında zorlanarak ve oflaya poflaya yürüyüşlerinden az da olsa bir zevk aldı. Onlar ilerledikçe kafalar kendilerine çevrildi ve insanların ağızları açık kaldı; hem halk hem de savaşçılar, devasa yaratıktan etkilenmişti. Kyra ayrıca birkaç batıl inançlı bakışın da farkına vardı. Bazı insanlar bunun bir kötüye işaret olup olmadığını düşünüyordu.
Fakat tüm gözler, gurur içinde yürüyen ağabeylerindeydi.
“Festival için iyi bir av!” dedi bir çiftçi, onlarla beraber sokağa girmiş, öküzünü yürütüyordu..
Brandon ve Braxton gururlandılar.
“Babanızın meclisinin yarısını doyurur o!” dedi bir kasap.
“Nasıl başardınız?” diye sordu bir ayakkabıcı.
İki kardeş birbirlerine baktı ve sonunda Brandon adama sırıttı.
“İyi bir fırlatış ve korkusuzlukla,” diye yanıtladı kabaca.
“Eğer ormana hiç gitmezseniz,” diye ekledi Braxton, “ne bulacağınızı bilemezsiniz.”
Birkaç adam tezahürata bulundu ve sırtlarına vurdu. Kyra kendine karşı koyup dilini tutu. Bu insanların onayına ihtiyacı yoktu; o ne yapmış olduğunu biliyordu.
“Yabandomuzunu onlar öldürmedi!” diye bağırdı Aidan içerlemiş bir şekilde.
“Kapa çeneni,” diye fısıldadı Brandon ona dönüp. “Bir kelime daha edersen herkese hayvan saldırdığında altına kaçırdığını anlatırım.”
“Ben öyle bir şey yapmadım!” diye itiraz etti Aidan.
“Sana inanırlar mı dersin?” diye ekledi Braxton.
Brandon ve Braxton gülerlerken, Aidan, sanki ne yapması gerektiğini sorarcasına Kyra’ya baktı.
Kız kafasını salladı.
“Boşa çaba sarf etme,” dedi kardeşine. “Gerçek her zaman ortaya çıkar.”
Köprüyü geçerlerken kalabalık güruhu iyice artmıştı; nihayetinde ise kalabalıkla omuz omuza hendeği geçmişlerdi. Kyra alacakaranlık çöktükçe, köprünün başında ve sonunda meşaleler yanarken ve kar hızını artırırken havadaki heyecanın arttığını hissedebiliyordu. İleri baktığında kalbi hızlandı; babasının bir düzine askeri tarafından sürekli korunan, devasa, kemerli taş geçidi görmüştü. Kapının üzerinde, şimdi kaldırılmış durumda olan, demir kapı vardı. Sivriltilmiş uçları ve kalın parmaklıkları herhangi bir düşmanı dışarıda tutmaya yetecek kadar güçlüydü ve bir boru sesiyle derhal indirilmeye hazır bekliyordu. Geçit neredeyse on metre yüksekliğindeydi ve üzerinde tüm hisarı kaplayan geniş bir platform vardı. Güçlendirilmiş gözetleme yerleri bulunan geniş taş siperler her zaman tetikte kalınmasını sağlıyordu. Volis iyi bir kaleydi ve Kyra burada bulunmaktan her zaman gurur duyardı. Ona daha fazla gurur veren şey ise kalede yaşayan savaşçılardı: Babasının adamları, Escalon’un en iyi savaşçıları, kralın teslim oluşuyla dağıldıktan sonra, babasına mıknatısla çekiliyormuşçasına, yavaş yavaş Volis’te tekrar toplanıyordu. Birçok sefer babasına krallığını ilan etmesi için baskı yapmıştı, ki bütün halkı da bunu istiyordu; fakat babası belli belirsiz kafasını sallıyor ve bunun kendisinin yöntemi olmadığını belirtiyordu.
Geçide yaklaştıklarında babasının bir düzine kadar adamı atlarıyla dışarı çıktılar. Onlar, kalenin dışındaki, alçak, taş duvarlarla çevrili, geniş, dairesel toprak set olan eğitim alanına doğru at sürerken kalabalıklar da onlara yol açıyordu. Kyra dönüp gidişlerini izledi Kalp atışları hızlanmıştı. Eğitim alanı en sevdiği yerdi. Oraya gidip saatlerce çalışmalarını izleyebilirdi. Yaptıkları her hareketi, atlarını sürüş şekillerini, kılıçlarını çekişlerini, mızraklarını savuruşlarını, gürzlerini sallayışlarını dikkatle incelerdi. Bu adamlar, yaklaşan karanlığa ve yağan kara rağmen, hatta festival arifesinde çalışmaya çıkmışlardı. Çünkü kendilerini daha iyi hale getirmek için eğitim yapmak istemişlerdi. Çünkü içeride oturup ziyafet çekeceklerine savaş alanında olmayı tercih ederlerdi, tıpkı kendisi gibi. Bunların gerçek halkı olduğunu hissediyordu.
Kyra erkek kardeşleriyle geçide yaklaştığında babasının bir grup adamı daha dışarı çıktı. Bunlar yayandı ve Brandon ve Braxton yabandomuzuyla yaklaşırken kitleler halinde onlara yer açıyorlardı. Hayranlıkla ıslık çaldılar ve etraflarında toplandılar: Bu adamlar iri, kaslı, hiç de kısa olmayan ağabeylerinden de otuz santim daha uzun olan, birçoğu sakallı, bazılarının sakallarına aklar düşmüş, otuz ve kırk yaş civarında, sert adamlardı. Birçok savaş görmüşler, eski krala hizmet etmişler ve krallarının teslim oluş rezilliği yüzünden çok sıkıntı yaşamışlardı. Kendi istekleriyle teslim olmamışlardı. Bu adamlar her şeyi görmüş ve çok fazla etkilenmemiş gibi görünen adamlardı ama yabandomuzu ilgilerini çekmiş gibiydi.
“Onu kendiniz öldürdünüz, öyle mi?” diye sordu içlerinden biri Brandon’a; yaklaşmıştı ve hayvanı inceliyordu.
Kalabalık arttı ve sonunda Brandon ve Braxton durdu. Bu muhteşem adamların övgü ve beğenilerini alıyorlar; ne kadar zor nefes aldıklarını belli etmemeye çalışıyorlardı.
“Biz öldürdük!” dedi Braxton gururla.
“Bir Kara Boynuzlu,” diye bağırdı bir başka savaşçı, yakına gelmişti ve elini hayvanın üzerinde gezdiriyordu. “Gençliğimden beri bunlardan birini görmemiştim. Bir keresinde birinin öldürülmesine yardım etmiştim ama o zaman bir grup adamdık ve iki tanesi parmaklarını kaybetmişti.”
“Görüyorsunuz ya, biz bir şey kaybetmedik,” dedi Braxton kabaca. “Sadece bir mızrak ucu.”
Kyra adamların gülüşü ve avı takdir edişleri karşısında açıkça öfkeden yanıyordu. Bu sırada bir başka savaşçı, liderleri Anvin, yaklaşıp hayvanın cesedini yakından inceledi. Diğer adamlar ona yer açmışlardı, ona karşı çok büyük bir saygıları vardı.
Babasının komutanı Anvin Kyra’nın diğer adamlar arasında gözdesiydi. Yalnızca babasına karşı sorumluydu ve tüm bu iyi savaşçılara başkanlık ediyordu. Anvin kendisi için ikinci bir baba gibiydi ve onu kendini bildiği günden beri tanıyordu. Onun da kendisini sevdiğini biliyordu. Ona göz kulak oluyor ve hepsinden önemlisi, ona zaman ayırıyor ve diğer adamlar onunla ilgilenmezken Anvin ona idman teknikleri gösteriyor ve silah kullanmayı öğretiyordu. Hatta birçok kez eğitimlere katılmasına izin vermişti ve kız her seferinde de büyük keyif almıştı. Adamlar arasındaki en sertiydi ama aynı zamanda da sevdiklerine karşı en yumuşak kalplisiydi. Fakat sevmediklerine karşı ise Kyra onlar adına korku duyardı.
Anvin’in yalana karşı neredeyse hiç tahammülü yoktu. Olaylar ne kadar kötü olursa olsun her durumda gerçekleri bilmek isteyen bir yapısı vardı. Çok titiz gözleri vardı ve yabandomuzuna yaklaşıp iki ok yarasını incelerken Kyra da onu dikkatle izledi. Detayları gören bir göze sahipti ve eğer biri gerçeği fark edecekse bu da kendisiydi.
Anvin iki yarayı inceledi, iki küçük ok başı saplandığı yerde duruyor, okların, ağabeyleri tarafından kırılmış olan uçları kendini belli ediyordu. Okları uçlarına çok yakın bir noktadan kırmışlardı. Dolayısıyla bunu herhangi biri fark edemezdi. Fakat Anvin herhangi biri değildi.
Kyra Anvin’in yaraları inceleyişini izledi, gözlerini kısışını gördü ve gerçeği anladığını fark etti. Eğildi, eldivenini çıkarttı, elini gözün içine uzattı ve ok başlarından birini çıkarttı. Kanlı ucu havaya kaldırdı ve yüzünde şüpheci bir bakışla yavaşça oğlanlara döndü.
“Bir mızrak ucu muydu?” diye sordu onaylamaz bir tonla.
Brandon ve Braxton ilk kez endişeli bir hal alırken grupta gergin bir sessizlik oluştu. Yer değiştirdiler.
Anvin Kyra’ya döndü.
“Yoksa bir ok başı mıydı?” diye ekledi. Kyra adamın aklındaki çarkların dönüşünü ve kendi sonuçlarına varmak üzere olduğunu görebiliyordu.
Anvin Kyra’ya doğru yürüdü ve sadağından bir ok çekip elindeki ok başıyla yan yana tutu. Herkesin görebileceği gibi mükemmel bir benzerlik vardı. O zaman Kyra’ya gururlu ve anlamlı bir bakış attı ve tüm gözler Kyra’ya çevrildi..
“Senin atışındı, değil mi?” diye sordu. Bu sorudan çok bir hüküm gibiydi.
Kız onayladı.
“Öyleydi,” diye yanıtladı kısaca. Anvin’i, kendisine hak ettiği saygınlığı verdiği için seviyordu ve sonunda hakkının korunduğunu hissediyordu.
“Ve bu hayvanı öldüren atıştı,” diye cümlesini bitirdi Anvin. Bu bir gözlemdi, soru değil ve sesi yabandomuzunu inceledikten sonra, sert ve netti.
“Bu ikisinden başka yara göremiyorum,” diye ekledi. Elini hayvanın üzerinde gezdiriyordu. Kulağına gelince durdu. Kulağı dikkatlice inceledikten sonra Brandon ve Braxton’a hor görerek baktı. “Tabii buradaki mızrak ucu sıyrığını yaradan saymıyorsanız!”
Yabandomuzunun kulağını tutup kaldırdı. Savaşçı grubu onlara gülerken Brandon ve Braxton kızardılar.
Babasının ünlü savaşçılarından, Anvin’in yakın arkadaşı, otuz yaşlarında, cılız yüzlü, burnunun üzerinde bir yara izi olan, zayıf ve kısa bir adam olan Vidar öne çıktı. Ufak yapısıyla Vidar savaşçı olmaya uygun değilmiş gibi görünse de Kyra onun bir kaya kadar sağlam olduğunu ve yumruk yumruğa dövüşte ne kadar ünlü olduğunu biliyordu. Kyra’nın tanıdığı en sert adamlardan biriydi ve bir seferinde kendisinin iki katı iki kişiyle güreşip ikisini birden yere sermişti. Birçokları onun bu ufak tefek görüntüsü yüzünden onu kışkırtma hatasına düşmüş ve derslerini zor yoldan almışlardı. Ayrıca o da Kyra’yı kanatlarının altına almıştı ve onu her zaman koruyordu.
“Görünüşe göre ıskalamışlar” dedi Vidar “ve kız da onları kurtarmış. Siz ikinize atış yapmayı kim öğretti?”
Brandon ve Braxton son derece endişeli görünüyordu. Yalanları açığa çıkmıştı ve tek bir kelime dahi edememişlerdi.
“Bir av hakkında yalan söylemek çok rezil bir şeydir,” dedi Anvin karamsarca, iki ağabeye dönerek. “Şimdi dökülün. Babanız gerçeği söylemenizi isteyecektir.”
Brandon ve Braxton orada duruyor ve kıpırdanıyordu. Rahatsız oldukları belli oluyordu ve sanki ne söyleyeceklerini tartışır gibi birbirlerine bakıyorlardı. Kyra’nın hatırladığı kadarıyla ilk defa o ikisinin dili tutulmuştu.
Ağızlarını açıp bir şeyler söylemeye hazırlandıkları sırada aniden yabancı bir ses kalabalığı yarıp geçti.
“Onu kimin öldürdüğü hiç önemli değil,” dedi ses. “Artık bizimdir.”
Kyra bu kaba, yabancı sesten irkilip, diğerleriyle birlikte sesin geldiği yöne döndüğünde, kızıl zırhları içinde belirgin Lordun Adamlarını görünce karnı burkuldu. Adamlar kalabalığın içinde öne çıkmışlardı ve köylüler onlara yol açıyordu. Açgözlü bakışlarla yabandomuzuna yaklaştılar. Kyra onların bu ödülü, ihtiyaçları olduğu için değil, halkını aşağılamak ve bu gurur kaynağını ellerinden almak için istediklerini gördü. Hemen yanında durmakta olan Leo hırladı; kız elini teskin edici şekilde hayvanın ensesine koydu ve geride kalmasını sağladı.
“Lord Valinizin adıyla,” dedi Lordun Adamı, iri yarı, alçak alınlı, kalın kaşlı ve suratından aptallık akan bir askerdi, “bu yabandomuzuna el koyuyoruz. Tatil festivalinizden bu hediyeniz için size şimdiden teşekkür ediyor.”
Diğer adamlara bir işaret yaptı ve adamlar yabandomuzunu almak üzere hareketlendiler.
Aynı anda aniden Anvin öne çıktı. Vidar da yanındaydı ve adamların yollarını kapatıyorlardı.
Kalabalık afallamış şekilde sessizliğe gömüldü. Lordun Adamlarıyla bugüne kadar kimse bu şekilde yüzleşmemişti; bu yazılı olmayan bir kanundu. Hiç kimse Pandesia’nın gazabını çekmek istemezdi.
“Size kimsenin bir hediye sunduğunu hatırlamıyorum,” dedi, sesi çelik gibi sertti “veya Lord Valinize.”
Kalabalık arttı. Yüzlerce köylü bu gergin açmazı izlemek üzere toplanıyor ve bir çatışma olacağını hissediyorlardı. Aynı zamanda diğerleri geriye çekilmiş iki adamın etrafında yer açmışlardı ve havadaki gerilim daha da artmıştı.
Kyra kalbinin deli gibi çarptığını hissetti. Bilinçsiz bir şekilde yayının kabzasını sıktı, tansiyonun yükseleceğini biliyordu. Her ne kadar savaşmayı ve özgürlüğünü istiyor olsa da halkının Lord Valinin öfkesini çekmeyi göze alamayacağını biliyordu. Bir mucize eseri onları yenseler bile Pandesia İmparatorluğu arkalarında duracaktı. Bir deniz kadar çok bölüklerce askeri oraya getirebilirlerdi.
Fakat aynı zamanda Kyra Anvinle gurur duyuyordu. Bugüne kadar kimse onlara karşı çıkmamıştı; nihayet biri çıkıyordu.
Asker ters bir şekilde Anvin’e bakmaya başladı.
“Lord Valinize meydan okumaya cüret mi ediyorsun?” diye sordu.
Anvin yerini korudu.
“Bu yabandomuzu bize ait, kimse onu size vermiyor,” dedi Anvin.
“O sizindi,” diye düzeltti asker, “fakat artık bize ait.” Adamlarına döndü ve “Şu hayvanı alın,” diye emir verdi.
Lordun Adamları yaklaştığı sırada Kyra’nın babasının adamları da ileri çıkıp Anvin ve Vidar’a destek oldu. Elleri silahlarında Lordun Adamlarının yolunu kapatıyorlardı.
Tansiyon çok artmıştı. Kyra, parmak eklemleri beyazlaşana kadar yayını sıktı. Orada dururken korkunç hisseti; bütün bunların sorumlusu kendisiydi, yabandomuzunu öldürmüştü. Çok kötü bir şeyin olacağını hissetti ve bu kötüye işareti köye getirdikleri için ağabeylerine lanet etti, özellikle de Kış Ayında. Tuhaf şeyler hep tatil zamanları, ölülerin bir dünyadan diğerine geçebildiği söylenen mistik zamanlarda gerçekleşirdi. Ağabeyleri neden ruhları bu şekilde kışkırtmışlardı ki?
Adamlar çarpışmaya hazırlandığı sırada, babasının adamları kılıçlarını çekmek üzereyken ve hepsi de kan dökülmesine bu kadar yakınken, otoritenin sesi havayı deldi ve sessizlikte gürledi.
“Av kızındır!” dedi ses.
Ses çok yüksekti, özgüvenle doluydu, dikkatleri yönetiyordu ve ses Kyra’nın dünyadaki her şeyden çok hayran olduğu ve saygı duyduğu bir sesti; babasının sesi. Komutan Duncan.
Babası yaklaşırken tüm gözler ona çevrildi. Kalabalık ona yol açıyor ve saygı gösterisinde bulunuyordu. Orada duruyordu. Diğerlerinin iki katı kadar uzun, diğerlerinin iki katı genişlikte omuzlara sahip, aklar düşmüş dağınık kahverengi sakal ve uzunca kahverengi saçlı, omuzlarında bir kürk taşıyan, belinde iki uzun kılıç ve sırtında da bir mızrak asılı, dağ gibi bir adamdı. Göğüslüğünde hanedanın simgesi olan bir ejderha oyması olan Volis siyahı olan bir zırhı vardı. Silahları birçok savaştan deneyimini yansıtan çentikler ve çiziklerle doluydu. Korkulması gereken bir adamdı. Hayran olunması gereken bir adamdı. Ve herkesin adil ve dürüst olduğunu bildiği bir adamdı. Sevilen ve hepsinden ötesi, saygı duyulan bir adam…
“Bu Kyra’nın avı,” diye tekrarladı. Ağabeylerine hoşnutsuz şekilde bir baktıktan sonra Lordun Adamlarını görmezden gelerek Kyra’ya döndü. “Bu avın kaderine karar verecek olan odur.”
Kyra babasının sözleri karşısında şoke olmuştu. Bunu hiç beklemiyordu. Böylesine bir sorumluluğu ona yüklemesini ve böylesine ağır bir karar verme işini ona bırakmasını hiç beklemiyordu. Bu kararın sadece bir yabandomuzuyla ilgili olmadığını; aynı zamanda halkının da kaderiyle ilgili olduğunu her ikisi de çok iyi biliyordu.
Her iki tarafta da gergin askerler, elleri kılıçlarında bekliyordu. Ve onun vereceği tepkiyi bekleyen, ona dönük yüzlere baktığında, az sonra yapacağı seçimin, az sonra söyleyeceği sözlerin hayatında yaptığı en önemli seçim ve en söylediği önemli sözler olacağının farkındaydı.