Читать книгу Savaşin Armağani - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 16

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Оглавление

Gwendolyn yanında Krohn’la birlikte Yamacın başkentinde ciddiyetle ilerliyordu, Steffen da arkasından geliyordu. Argon’un dediklerini düşünürken zihni karmakarışık olmuştu. Bir yandan, onun iyileşip kendisine geldiğine çok sevinmişti… Ama onu o meşum kehaneti zihninde bir lanet gibi, öleceğini haber veren bir çan gibi çalıp duruyordu. Argon’un karamsar ve şifreli ifadeleri onun sonsuza dek Thor’la birlikte olmayacağını ima ediyor gibiydi.

Gwen hızlı ve kararlı adımlarla kuleye doğru yürüdü. Argon’un söylediklerini düşünmemeye, kehanetlerin hayatını kontrol etmesine izin vermemeye çalıştı. Her zaman öyle olmuştu ve güçlü kalabilmek için de buna ihtiyacı vardı. Gelecek yazılmış olabilirdi, ama Gwen bunun değiştirilebileceğini düşünüyordu. Alın yazısı şekillendirilebilirdi. Kişinin sadece bunu yeteri kadar istemesi ve yeteri kadar şeyi feda etmeye istekli olması gerekiyordu… Hem de bedeli ne olursa olsun.

Bu da o zamanlardan biriydi. Gwen Thorgrin’le Guwayne’in ondan uzaklaşmasına izin vermeyi kesinlikle reddediyordu e kararlılığının giderek arttığını da hissediyordu. Bedeli her en olursa olsun, kaderine karşı gelecek, evren ondan ne istiyorsa feda edecekti. Hiçbir koşulda Thor’u veya Guwayne’i görmeden hayatına devam etmeyecekti.

Krohn aklından geçenleri duymuş gibi ayaklarının dibinde sızlanıp, sokaklarda ilerleyen Gwen’in bacaklarına sürtündü. Gwen düşüncelerinden sıyrılıp başını kaldırdı ve karşısında yükselen kuleyi gördü. Kırmızı renkli, yuvarlak ve başkentin tam ortasında yükselen bir yapıydı. Şunu hatırladı: Kült. Krala kuleye gideceğine ve oğluyla kızını bu kültün elinden kurtaracağına, liderlerine eski kitaplar ve Yamacı yok olmaktan kurtarabilecek sır hakkında sorular soracağına söz vermişti.

Gwen kuleye yaklaşırken, kalbi gümbür gümbür atmaya başladı; az sonra yapacağı yüzleşme yüzünden heyecanlıydı. Krala ve Yamaca yardım etmek istiyordu, ama en çok da oradan gidip çok geç olmadan Thor’u ve Guwayne’i aramak istiyordu. Keşke eskisi gibi yanından bir ejderha olsaydı diye düşündü. Keşke Ralibar ona geri dönse ve onu dünyanın öteki ucuna, oralardan ve imparatorluğun sorunlarından uzaklara götürüp, tekrar dünyanın diğer tarafına, Thor’a ve Guwayne’e geri getirebilseydi diye düşündü. Keşke hep birlikte Halka’ya dönebilseler ve eskisi gibi yaşayabilselerdi.

Ama bunların çocukça hayallerden ibaret olduğunu biliyordu. Halka yok edilmişti ve Yamaç elinde olan tek şeydi. O anki gerçeklerle yüzleşmesi ve orayı kurtarabilmek için elinden geleni yapması gerekiyordu.

“Leydim, kuleye girdiğinizde size eşlik edebilir miyim?”

Gwen sesi duyuna döndü ve düşüncelerinden sıyrıldı. Eski dostu Steffen’ı elini kılıcına koymuş bir halde yanında görünce evindi. Steffen onu korumak ve kollamak için her zaman olduğu gibi yanında yürüyordu. Gwen onun ne kadar uzun süredir yanında olduğunu düşününce en sadık danışmanı olduğunu bir kez daha hatırladı ve içini bir minnet hissi kapladı.

Gwen kuleye giden karşılarındaki asma köprüde durunca, Steffen şüpheyle buna baktı.

“Burası bana güven vermiyor.”

Gwen ona cesaret vermek için bileğini tuttu.

“Sen gerçek ve sadık bir dostsun, Steffen. Arkadaşlığına ve sadakatine değer veriyorum, ama bu adımı tek başıma atmalıyım. Öğrenebildiklerimi öğrenmem gerek. Senin orada olman onların açık davranmasını engeller.” Krohn hafifçe inleyince “Hem yanımda Krohn olacak,” dedi.

Gwen ayaklarının dibine bakınca Krohn’un ona beklentiyle baktığını fark edip başını salladı.

Steffen da tamam der gibi başını salladı.

“Sizi burada bekleyeceğim. İçeride herhangi bir sorun olursa, hemen içeri girerim.”

“Bu kulede aradığımı bulamazsam, ne yazık ki bizler için daha büyük sorunlar açılacak,” dedi Gwen.

*

Gwen yanında Krohn’la birlikte asma köprüye ağır ağır yürürken, ayak sesleri ahşap köprüde yankılandı ve altındaki dalgalanan suyun üstünden yavaşça geçti. Köprünün iki yanına düzinelerce keşiş dizilmişti. Sessizce hazır olda duruyorlardı; kırmızı cüppeleri ellerini gizliyordu ve gözleri kapalıydı. Silahsız, inanılmaz derecede itaatkâr halleriyle tuhaf bir grup muhafızdı. Gwen orada ne kadar süredir durduklarını tahmin edemiyordu. Gwen bu insanların liderlerine olan yoğun sadakatine ve bağlılığına hayret etti ve Kral'ın dediklerinin doğru olduğunu fark etti: Hepsi onu bir tanrı olarak görüyor ve saygı duyuyordu. Neye bulaştığını merak etmeden edemedi.

Gwen girişe yaklaşırken, karşısında yükselen kocaman kemerli kapılara baktı; bunlar eski meşe ağacından yapılmış ve üstlerine anlamadığı semboller kazınmıştı. Birkaç keşişin öne fırlayıp kapıları çekerek açışını şaşkınlıkla izledi. Kapılar gıcırdayarak açıldı ve sadece meşalelerle aydınlatılmış kasvetli bir alan ortaya çıktı. Serin bir cereyan ve hafif bir tütsü kokusu hissetti. Krohn yanında ger. Gwen içeri girdikten sonra, kapıların ardından kapandığını duydu.

Ses içeride yankılandı ve Gwen’in etrafında ne olduğunu görmesi birkaç saniye sürdü. İçerisi karanlıktı, duvarları bir tek meşaleler aydınlatıyordu ve yukarıdaki mozaik camdan içeri cılız bir ışık sızıyordu. İçeride kutsal ve sessiz bir hava vardı. Gwen bir kiliseye girmiş gibi hissetti. Başını kaldırınca kulenin yuvarlak rampalarla kademe kademe daha da yükseklere kadar uzandığını fark etti. Pencere yoktu ve duvarlardan belli belirsiz bir dua sesi yankılanıyordu. İçeride keskin bir tütsü kokusu vardı. Keşişler bir trans halinde odalara girip çıkıyorlardı. Bazıları tütsüleri yayıyor, bazıları dua ediyordu; diğerleriyse sessizdi ve düşüncelere dalmıştı. Gwen bunun nasıl bir kült olduğunu daha da merak etti.

“Seni babam mı yolladı?” dedi birisi. Gwen irkilip arkasına bakınca, birkaç adım ötesinde üstünde kırmızı renkli uzun bir cüppe olan ve tatlı tatlı ona gülümseyen genç bir adam gördü. Adamın babası Kral’a ne kadar benzediğine inanamadı.

“Er ya da geç buraya birilerini yollayacağını biliyordum,” dedi Kristof. “Beni geri götürme çabaları nafile. Lütfen, gelin.” Yana çekilip eliyle yaklaşmasını işaret etti.

Gen onun yanında taş ve kemerli bir koridorda yürümeye başladı. Kulenin daha yüksek katlarına çıkan yuvarlak rampada ilerledi. Gwen boş bulunmuştu. Çılgın bir keşişle, dini bir fanatikle karşılaşacağını sanmış, ama karşısına dostane, uysal ve gayet aklı başında olduğu belli olan birisi çıkınca şaşırmıştı. Kristof babasının anlattığı gibi o kaybolmuş çığın kişi gibi değildi.

“Baban seni merak ediyor,” dedi en sonunda sessizliği bölerek, karşı yönden gelen ve bakışlarını bir an için bile kaldırmadan yanlarından geçen bir keşiş gittikten sonra. “Benden seni eve geri götürmemi istedi.”

Kristof başını salladı.

“Babam böyledir işte. Dünyadaki tek gerçek yuvayı bulduğunu sanıyor. Ama ben bir şey öğrendim,” dedi Kristof ona dönerek. “Dünyada bir sürü gerçek yuva var.”

İç çekti ve yürümeye devam ettiler. Gwen onu kendi halinde bırakmak ve fazla üstelememek istiyordu.

“Babam asla kim olduğumu kabul etmeyecek,” dedi Kristof en sonunda. “Asla öğrenmeyecek. Eski ve kısıtlı inançlarına takılmış durumda… Bunları bana da kabul ettirmek istiyor. Ama ben o değilim… O, bunu asla kabul etmeyecek.”

“Aileni özlemiyor musun?” dedi Gwen. Onun hayatını o kulede geçirmeye razı olduğuna şaşırmıştı.

“Özlüyorum,” dedi Kristof samimiyetle. Gwen buna şaşırdı. Hem de çok. Ailem benim her şeyim, ama manevi yolu izlemem daha önemli. Artık yuvam burası,” dedi ve Gwen peşinden gelirken bir koridorda köşeyi döndü. “Artık Eldof’a hizmet ediyorum. O, benim güneşi. Onu tanıyor olsaydın,” dedi dönüp Gwen’e onu korkutan bir ciddiyetle bakıp, “senin de güneşin olurdu.”

Gwen genç adamın gözlerindeki o fanatik ifadeyi gördüğüne huzursuz olarak bakışlarını başka yöne çevirdi.

“Ben kendimden başkasına hizmet etmem,” dedi.

Kristof ona gülümsedi.

“Belki de tüm dünyevi endişelerinin kaynağı budur,” dedi. “Kimse birisine hizmet etmediği bir dünyada yaşayamaz. Şu anda, sen de bir başkasına hizmet ediyorsun.”

Gwen şüpheyle ona baktı.

“Nasıl yani?”

“Kendine hizmet etmediğini düşünüyorsun, ama yanılıyorsun. Hizmet ettiğin kişi sen değil de annenle babanın şekillendirdiği kişi aslında. Annenle babana hizmet ediyorsun… Onların ebeveynleri tarafından onlara dayatılmış eski inançlarına hizmet ediyorsun. Bu inançlardan kurtulmak ve kendine inanmak için ne zaman cesaretini toplayacaksın?”

Gwen kaşlarını çattı; bu düşünceler ona mantıklı gelmemişti.

“Sonra kimin inançlarını benimseyeceğim? Eldof’unkileri mi?”

Kristof başını salladı.

“Eldof sadece bir aracıdır,” dedi. “Kim olduğunu ortaya çıkarır. Gerçek kimliğini bulmana ve olman gereken kişi olmana yardımcı olur. Hizmet etmen gereken kişi odur. Sahte kimliğinden arınmadığın sürece o kişiyi asla keşfedemezsin. Eldof bunu yapar: Hepimizi özgür kılar.”

Gwendolyn genç adamın parıldayan gözlerine baktı ve onun liderine ne kadar sadık olduğunu gördü… Ama bu sadakat onu korkuttu. Onun mantıklı davranmadığını ve oradan asla ayrılmayacağını anladı.

Eldof’un tüm bu insanları oraya çekip tutsak etmek için ördüğü ağ korkutucuydu… Ucuz bir felsefeyle ve ancak kendi içinde mantıklı olan bir düşünce sistemiydi. Gwen daha fazlasını dinlemek istemedi; kaçınmak istediği bir ağdı.

Gwen önüne dönüp yürümeye devam etti ve ürperdiğini hissetti. Rampadan çıkmaya, kulenin etrafında yürümeye koyuldu ve yavaş yavaş varması gereken noktaya doğru ilerledi. Kristof ona yetişti.

“Buraya kültünün iyi yanlarını tartışmaya gelmedim,” dedi Gwen. “Seni babana geri dönmeye ikna edemem. Ona soracağıma söz verdim ve bunu yerine getirdim. Ailene değer vermiyorsan, değer vermeyi sana ben öğretemem.”

Kristof ciddiyetle ona baktı.

“Sence babam ailesine değer veriyor mu?” diye sordu.

“Hem de çok. En azından, görebildiğim kadarıyla veriyor.”

Kristof başını salladı.

“Sana bir şey göstermek istiyorum.”

Gwen’in dirseğini tuttu ve onu soldaki bir başka koridora götürdü; uzuna bir merdivenden çıkardıktan sonra kalın meşe bir kapının önünde durdu. İmalı bir biçimde ona bakıp kapıyı açtı ve karşılarına demir parmaklıklar çıktı.

Gwen orada merakla ve endişeyle durup genç adamın göstermek istediği şeye baktı… Sonra, basamakları çıktı ve parmaklıklardan dışarı baktı. Tek başına bir hücrede tek başına oturan genç ve güzel bir kız görünce dehşete kapıldı. Kız hücrede dışarı bakıyordu ve uzun saçları suratına sarkmıştı. Gözleri açık olduğu halde, onların geldiğini fark etmemiş gibiydi.

“Babam ailesine böyle değer veriyor işte.”

Gen merakla ona baktı.

“Ailesine mi?” dedi şaşkınlıkla.

Kristof evet der gibi başını salladı.

“Bu, Kathryn. Öz kızı. Dünyanın geri kalanından gizlediği kızı. Buraya, bu hücreye hapsedildi. Neden mi? Çünkü ona dokunuldu. Onun gibi kusursuz değil. Çünkü ondan utanıyor.”

Gwen sessizleşti ve hüzünle kıza bakarken ve ona yardım etmeyi dilerken, midesinin gerildiğini hissetti. Kral’ın dediklerini ve Kristof’un anlattıklarında bir gerçeklik payı olabilir mi diye düşündü.

“Eldof aileye değer verir,” dedi Kristof. “Asla kendi ailesinden birisini terk etmez. Gerçek kimliklerimize değer verir. Burada kimse ondan utanıldığı için yüz üstü bırakılmaz. Gururun esas umut kırıcı yanı budur. Dokunulmuş kişiler de gerçek kimliklerine en yakın olan kişilerdir.”

Kristof iç çekti.

“Eldof’la tanıştığında bunu anlayacaksın. Onun gibi birisi asla olmadı ve olmayacak.”

Gwen onun bakışlarındaki tutkuyu, orada, bu kültte ne kadar kaybolduğunu görebiliyordu ve Kral’a dönemeyecek kadar uzaklaştığını anlayabiliyordu. Hücreye bakına, Kral’ın kızının oradaki halini gördü ve ona, oranın tamamına, parçalanmış ailelerine karşı büyük bir hüzün hissetti. Yamaçla, kraliyet ailesiyle ilgili kusursuz izlenimi yıkılmak üzereydi. Orası da birçok diğer yer gibi kendi karanlık sırlarına sahipti. Orada da sessiz bir savaş sürüyordu ve bu, inançlara dair bir savaştı.

Gwen’in kazanamayacağı bir savaştı. Buna vakti de yoktu. Kendi terk edilmiş ailesini düşündü ve kocasını ve oğlunu kurtarmak için daha da büyük bir aciliyet hissetti. Orada başı dönüyordu. İçeride ağır bir tütsü kokusu vardı ve pencere olmayışı onu sersemletiyordu. İhtiyaç duyduğu bilgileri öğrenip gitmek istiyordu. Neden oraya geldiğini hatırlamaya çalışına her şeyi hatırladı: Kral’a söz verdiği gibi, Yamacı kurtarmanın bir yolunu öğrenecekti.

“Baban bu kulede gizlenen bir sır olduğunu düşünüyor,” dedi konuya girerek. “Yamacı ve halkımızı kurtarabilecek bir sır.”

Kristof gülümsedi ve parmaklarını kavuşturdu.

“Babam ve inançları.”

Gwen kaşlarını çattı.

“Doğru değil mi? Eski bir kitap yok mu?”

Kristof duraksadı, başka yöne baktı ve iç çekip bir süre hiçbir şey demedi. En sonunda, konuşmaya devam etti.

“Sana neyin ne zaman ifşa edileceği beni aşar. Sadece Eldof sorularına yanıt verebilir.”

Gwen daha da büyük bir meraka kapıldı.

“Beni ona götürebilir misin?”

Kristof gülümseyip ona baktı ve koridorda ilerlemeye koyuldu.

“Bir güvenin bir aleve gideceği gibi götürebilirim,” dedi hızla yürüyüp uzaklaşarak.

Savaşin Armağani

Подняться наверх