Читать книгу Fahrenheit 451 - Рэй Брэдбери, Ray Bradbury Philip K. Dick Isaac Asimov - Страница 2

Sunuş

Оглавление

Neil Gaiman

Bazen yazarlar henüz var olmayan bir dünya üstüne yazar. Bunu yapmamızın yüzlerce sebebi vardır. (Geriye değil ileriye bakmak iyidir. İnsanlığın seçmesini umduğumuz veya seçmesinden korktuğumuz bir yolu aydınlatma ihtiyacı duyarız. Geleceğin dünyası günümüzün dünyasından daha büyüleyici veya ilginçtir. Sizi uyarmaya ihtiyacımız vardır. Cesaretlendirmeye. İncelemeye. Hayal etmeye.) Yarından sonraki gün ve ondan sonraki tüm yarınlar üstüne yazmanın sebepleri, yazan insanlar kadar çok ve çeşitlidir.

Bu bir uyarı kitabıdır. Sahip olduğumuz şeylerin değerli olduğunu ve değer verdiğimiz şeylerin bazen kıymetini bilmediğimizi hatırlatır.

Henüz var olmayanın dünyasını yazma dünyasını (buna bilimkurgu veya spekülatif kurgu diyebilirsiniz; istediğiniz şekilde adlandırabilirsiniz) mümkün kılan üç ifade vardır ve bunlar basit ifadelerdir:

Ya şöyle olsa…?

Keşke…

Bu böyle sürerse…

“Ya şöyle olsa…?” ifadesi bize değişiklik verir, bizi hayatımızdan uzaklaştırır. (Ya yarın uzaylılar dünyaya inse ve bize istediğimiz her şeyi, ama bir bedel karşılığında verseler?)

“Keşke…” ifadesi yarının görkemli yönlerini ve tehlikelerini keşfetmemizi sağlar. (Keşke köpekler konuşabilseydi. Keşke görünmez olsaydım.)

“Bu böyle sürerse…” ifadesi üçü arasında en tahmin edici olanıdır, her ne kadar gerçek bir geleceği tüm karmakarışıklığı ve kargaşasıyla tahmin etmeye çalışmasa da. “Bu böyle sürerse…” ifadesi, bunun yerine günümüz hayatından bir unsuru, net, bariz ve normalde tedirgin edici bir şeyi alır ve o şey, o tek şey büyüse, her tarafa yayılsa, düşünme ve davranış tarzımızı değiştirse ne olacağını sorar. (Bu böyle sürerse, dünyanın her yerinde metin iletileriyle veya bilgisayarlarla iletişim kurulacak ve iki insanın birbiriyle doğrudan, makine kullanmadan konuşması yasaklanacak.)

Bu uyarı niteliğinde bir sorudur ve uyarı niteliğinde dünyaları keşfetmemizi sağlar.

İnsanlar spekülatif kurgunun geleceği tahmin etmekle ilgili olduğunu – yanlış bir şekilde— düşünür, oysa bu doğru değildir; veya doğruysa bile, spekülatif kurgu bu işi hiç becerememe eğilimindedir. Gelecekler birçok unsur ve bir milyar değişkenle birlikte gelen muazzam şeylerdir ve insan ırkının geleceğin ne getireceğine ilişkin tahminleri dinledikten sonra bambaşka bir şey yapmak gibi bir alışkanlığı vardır.

Spekülatif kurgunun gerçekten iyi olduğu alan gelecek değil şimdiki zamandır… şimdiki zamanın tedirgin eden veya tehlikeli bir öğesini alıp genişleterek ve ondan yola çıkıp tahminde bulunarak, bu öğeyi bu zamanın insanlarının yaptıkları şeyi farklı bir açıdan ve farklı bir yerden görmelerini sağlayacak şekilde dönüştürmektir. Uyarı niteliğindedir.

Fahrenheit 451 spekülatif kurgudur. Bir “Bu böyle sürerse…” öyküsüdür. Ray Bradbury bizim geçmişimiz olan kendi şimdiki zamanı hakkında yazıyordu. Bizi bir şeyler konusunda uyarıyordu; bunların bazıları barizdir, bazılarınıysa aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra görmek daha zor.

Dinleyin.

Birileri size bir öykünün neyle ilgili olduğunu söylerse, muhtemelen haklıdırlar.

Öykünün yalnızca bununla ilgili olduğunu söylerlerse, kesinlikle yanılıyorlardır.

Herhangi bir öykü pek çok şeyle ilgilidir. Yazarla ilgilidir; yazarın gördüğü, uğraştığı ve içinde yaşadığı dünyayla ilgilidir; seçilen sözcüklerle ve bu sözcüklerin kullanım tarzıyla ilgilidir; öykünün kendisiyle ve öyküde olup bitenlerle ilgilidir; öyküdeki insanlarla ilgilidir; polemiktir; kanıdır.

Bir yazarın bir öykünün neyle ilgili olduğuna ilişkin fikirleri her zaman için geçerli ve doğrudur: Sonuçta kitap yazılırken yazar oradaydı. O her sözcüğü bulmuştur ve bir başka sözcük yerine belirli bir sözcüğü kullanmasının sebebini bilir. Ama yazar döneminin ürünüdür ve kitabının tam olarak nelerle ilgili olduğunu o bile göremez.

1953’ten beri yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. 1953 Amerikası’nda, göreceli olarak yeni olan radyo aracı şimdiden oldukça gözden düşmüştü… hükümdarlığı otuz sene kadar sürmüştü, ama şimdi yeni ve heyecan verici olan televizyon aracı yükselişteydi ve radyonun dramlarıyla komedileri ya tamamen sona eriyor ya da kendilerini “aptal kutusunda”, görselliğin katılmasıyla yeniden icat ediyorlardı.

Amerika’nın haber kanalları, çocuk suçlular… tehlikeli araba kullanan ve heyecan için yaşayan ergenler konusunda uyarıda bulunuyordu. Soğuk Savaş sürmekteydi… Rusya ve müttefikleriyle Amerika ve müttefikleri arasında süren bu savaşta kimse bomba veya mermi atmıyordu, çünkü bomba atmak dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’na, geri dönüşü olmayan bir nükleer savaşa sokabilirdi. Gizli Komünistleri saptamak için senato soruşturmaları yapılıyor, çizgi romanların kökünü kazımak için adımlar atılıyordu. Ve akşamları aileler televizyonun başında toplanıyordu.

1950’lerde şu espri yapılıyordu: “Eskiden kimin evde olduğunu ışıklarının açık olmasından anlayabilirdiniz; şimdiyse ışıklarının kapalı olmasından anlaşılıyor.” Televizyonlar küçüktü, siyah beyazdı ve net bir görüntü elde etmek için ışıkları kapamak gerekiyordu.

Ray Bradbury, “Bu böyle sürerse… artık kimse kitap okumayacak,” diye düşündü ve böylece Fahrenheit 451 başladı. Bradbury daha önce, sırf yürüyor diye polis tarafından tutuklanan bir adamla ilgili olan “Yaya” adlı bir öykü yazmıştı. Bu öykü Bradbury’nin kurmakta olduğu dünyanın parçası haline geldi, on yedi yaşındaki Clarisse McLellan da kimsenin yürümediği bir dünyadaki bir yaya oldu.

Bradbury, “Ya şöyle olsa… itfaiyeciler evleri kurtarmak yerine onları yaksa?” diye düşündü; şimdi öykünün içine girmenin yolunu bulmuştu. Bir kitabı yakmak yerine alevlerden kurtaran, Guy Montag adlı bir itfaiyeci yarattı.

“Keşke… kitaplar kurtarılabilse,” diye düşündü. Bütün fiziksel kitapları yok ederseniz, onları nasıl kurtarabilirsiniz?

Bradbury “İtfaiyeci” adlı bir öykü yazdı. Bu öykü daha uzun olmayı talep ediyordu. Bradbury’nin yarattığı dünya daha fazlasını talep ediyordu. UCLA’in Powell Kütüphanesi’ne gitti. Bodrumda saatlik olarak, yan tarafındaki kutuya bozuk para atmak suretiyle kiralanabilen daktilolar vardı. Ray Bradbury parasını kutuya atıp öyküsünü yazdı. Hayal gücü zayıfladığında, desteğe ihtiyaç duyduğunda, bacaklarını çalıştırmak istediğinde kütüphanede gezinip kitaplara bakıyordu.

Sonra öyküsü tamamlandı.

Los Angeles İtfaiye Teşkilatı’nı arayıp, kâğıdın kaç derecede yandığını sordu. Birisi ona, "Fahrenheit 451,” dedi. Bradbury kitabının ismini bulmuştu. Bu bilginin doğru olup olmaması önemli değildi.

Kitap yayımlandı ve övgü topladı. İnsanlar kitaba bayılmıştı ve onun üstüne tartışıyorlardı. Sansürle, zihin kontrolüyle, insanlıkla ilgili bir roman, diyorlardı. Devletin hayatlarımızı kontrol etmesiyle ilgili. Kitaplarla ilgili.

Kitap, François Truffaut tarafından filme çekildi; ancak filmin sonu, Bradbury’nin romanının sonuna kıyasla daha karanlık görünür… sanki kitapları hatırlamak Bradbury’nin hayal ettiği gibi bir güvenlik ağı değil, kendi içinde bir başka çıkmaz yoldur belki.

Fahrenheit 451’i çocukken okudum: Guy Montag’ı anlamadım, yaptığı şeyleri yapmasının sebebini anlamadım, ama onu harekete geçiren kitap sevgisini anladım. Kitaplar hayatımdaki en önemli şeydi. Duvar-ekranlı dev televizyonlar, televizyondaki insanların benimle konuşacağı ve elimde senaryo olursa iştirak edebileceğim fikri kadar fütürist ve inanılmazdı. Fahrenheit asla favorilerim arasında olmadı; olamayacak kadar karanlık, karartıcıydı. Ama Gümüş Çekirgeler’de (Mars Yıllıkları’nın Büyük Britanya baskısının adıydı bu) “Usher II” adlı bir öykü okuyunca, yazarların ve hayal gücünün yasaklı olduğu dünyayı vahşi bir çeşit bildik neşeyle tanıdım.

Fahrenheit 451’i ergenlik dönemimde tekrar okuduğumda, özgürlükle ve kendi başına düşünmekle ilgili bir kitaba dönüşmüştü artık. Kitaplara ve kitap kapaklarının arasındaki muhalifliğe değer vermekle ilgiliydi. Biz insanların kitap yakmakla başlayıp sonunda insanları yakmasıyla ilgiliydi.

Kitabı bir yetişkin olarak tekrar okuduğumda, onun karşısında bir kez daha hayrete kapıldığımı gördüm. Evet, o bütün bunların hepsi… ama aynı zamanda bir dönem romanı. Tasvir edilen, dört duvarlı televizyon aslında 1950’lerin televizyonu: senfoni orkestralı ve seviyesiz komedyenli varyeteler, pembe diziler. Eğlencesine hızlı araba süren çılgın ergenlerin, bazen ısınan ve sonu gelmez bir soğuk savaşın, işleri ve kocalarınınki dışında kimlikleri yok gibi görünen kadınların, tazılar (hatta mekanik tazılar) tarafından kovalanan kötü adamların dünyası, 1950’lerden olabildiğince beslenen bir dünya olduğunu hissettiriyor.

Bugün veya yarından sonraki gün bu kitabı bulan genç bir okuyucunun önce bir geçmişi, sonra da bu geçmişe ait bir geleceği hayal etmesi gerekecek.

Ama yine de kitabın özü değişmedi ve Bradbury’nin ortaya attığı sorular geçerliliğini ve önemini koruyor.

Neden kitaplardaki şeylere ihtiyacımız var? O şiirlere, denemelere, öykülere? Yazarlar bu konuda görüş birliğinde değildir. Yazarlar insandır, yanılabilir ve aptaldır. Sonuçta öyküler yalandır; asla var olmamış insanları ve asla başlarına gelmemiş şeyleri anlatırlar. Neden onları okuyalım ki? Neden umursayalım?

Anlatıcı ve öykü çok farklı şeylerdir. Bunu unutmamalıyız.

Fikirler – yazılı fikirler— özeldir. Öykülerimizi ve düşüncelerimizi nesilden nesle aktarmamızın yoludurlar. Onları yitirirsek ortak tarihimizi yitiririz. Bizi insan yapan şeyin çoğunu yitiririz. Ayrıca kurgu empati kurmamızı sağlar: Bizi başka insanların zihnine sokar, dünyayı onların gözünden görme armağanını verir. Kurgu, doğru şeyleri bize anlatıp duran bir yalandır.

Ray Bradbury’yi hayatının son otuz yılında tanıdım ve öyle şanslıydım ki. Espriliydi, kibardı ve her zaman (hayatının sonunda, yaşlılıktan körleştiğinde ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olduğunda bile, o zaman bile) şevkliydi. Bir şeyleri umursardı, tamamen ve bütünüyle. Oyuncakları, çocukluğu ve filmleri umursardı. Kitapları umursardı. Öyküleri umursardı.

Bu kitap bir şeyleri umursamakla ilgilidir. Kitaplara yazılmış bir aşk mektubudur, ama bence bir o kadar da insanlara ve 1920’lerin Waukegan, Illinois’unun dünyasına, Ray Bradbury’nin çocukluğunu geçirdiği ve çocuklukla ilgili kitabı Karahindiba Şarabı’nda Green Town olarak ölümsüzleştirdiği dünyaya yazılmış bir aşk mektubudur.

Başladığımızda dediğim gibi: Birileri size bir öykünün neyle ilgili olduğunu söylerse, muhtemelen haklıdırlar. Öykünün yalnızca bununla ilgili olduğunu söylerlerse, kesinlikle yanılıyorlardır. Dolayısıyla size Ray Bradbury’nin uyarı niteliğindeki, takdire şayan kitabı Fahrenheit 451 hakkında söylediğim her şey eksik olacak. Bu kitap bunlarla ilgili, evet. Ama bundan fazlası aynı zamanda. Bu kitap sayfalarının arasında bulacağınız şeylerle ilgili.

(Son bir not olarak şunu söyleyeyim ki, e-kitapların gerçek kitap olup olmadığını tartıştığımız bugünlerde Ray Bradbury’nin sondaki kitap tanımının genişliğine bayılıyorum; kitaplarımızı kapaklarına göre yargılamamamız gerektiğini ve bazı kitapların kusursuzca insan şeklindeki kapakların arasında var olduğunu söyler.)

Nisan 2013

Çizgili kâğıt verirlerse, yan çevirip yaz.

– Juan Ramón Jiménez

Fahrenheit 451

Подняться наверх