Читать книгу Çeliğin Hükümdarlığı - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 12

ALTINCI BÖLÜM

Оглавление

Gwendolyn yavaşça batıya, Kraliyet Sarayı’ndan uzağa doğru yol alan insan selinin başında, kır yolunda arabanın arkasında sarsıla sarsıla gidiyordu. Buraya kadar düzgün giden tahliyenin yapılış tarzından ve kendi halkının kaydettiği ilerlemeden memnundu. Şehrini geride bırakmaktan nefret ediyordu, ama en azından halkının emniyet içinde olmasını sağlayacak şekilde yeterli mesafe kat ettiklerinden, nihai hedefine doğru epey bir yol aldıklarından emindi: Kanyon’un Batı Geçidi’nden geçmek, Tartuvian kıyılarındaki gemi filolarına binmek ve Yukarı Adalar’a ulaşmak için büyük okyanusu aşmak. Halkını güvenlik içinde kalabilmesi için bundan başka bir yol olmadığını biliyordu.

Halkından binlerce insan onun etrafında yaya olarak ilerlerken, diğer binlercesi de arabalarının içinde sarsılarak gidiyor, atların nallarından çıkan ses, arabaların sürekli hareketinin sesi, insanlığın sesi Gwen’in kulaklarını dolduruyordu. Guwayne’i göğsünde tutup sallarken Gwen kendini yolculuğun monotonluğu içinde kaybolmuş gibi hissediyordu. Onun yanında Steffen ve Illepra oturuyor, bütün yolculuk boyunca ona refakat ediyorlardı.

Gwendolyn önünde uzanan yola baktı ve kendisini burası dışında başka herhangi bir yerde hayal etmeye çalıştı. Bu krallığı yeniden inşa etmek için ne kadar çok çalışmıştı ve şimdi işte burada, ondan kaçmaktaydı. McCloud istilası nedeniyle kitlesel tahliye planını uygulamaktaydı—ama daha önemlisi, bütün o eski zaman kehanetleri, Argon’un imaları, kendi rüyaları ve yaklaşan kıyamet hissi nedeniyle bunu yapmaktaydı. ‘Ya ben yanılıyorsam?’ diye geçti aklından. Ya bunun hepsi bir rüyadan, gece insana gelen kaygılardan ibaretse? Ya Halka’da her şey yolunda giderse? Ya bunun aşırı bir reaksiyon, gereksiz bir tahliye olduğu ortaya çıkarsa? Ne de olsa, halkını Halka’nın içinde Silesia gibi başka bir şehre tahliye etmesi de mümkündü. Onları bir okyanusun ötesine götürmesi gerekmiyordu.

Halka’nın tamamen ve baştan aşağı imha edildiğini öngörmemiş olsaydı. Ancak okuduğu ve duyduğu ve hissettiği her şeye göre, Halka’nın imhası çok yakındı. Tahliyenin tek yol olduğu hususunda kendi kendine güvence verdi.

Gwen ufka bakarken, Thor’un burada, yanında olmasını diledi. Thor burada olabilirdi, kendi yanında. Şimdi onun nerede olduğunu merak ederek yukarı baktı ve gökyüzünü taradı. Druidlerin Ülkesi’ni bulmuş muydu acaba? Annesini bulmuş muydu? Kendisine geri dönecek miydi?

Ve hiç evlenebilecekler miydi?

Gwen başını eğip Guwayne’in gözlerine baktı ve orada Thor’un kendisine baktığını, Thor’un gri gözlerini gördü ve oğlunu göğsüne bastırdı. Öte Dünya’da yapması gerekmiş olan fedakârlığı düşünmemeye çalıştı. Bunların hepsi gerçek olacak mıydı? Kaderleri bu kadar acımasız mı olacaktı?

“Leydim?”

Gwen duyduğu sese şaşırdı; arkasına dönüp baktığında Steffen’ın arabanın içinde dönmüş, yukarıyı, gökyüzünü işaret etmekte olduğunu gördü. Etrafındaki bütün insanların durmaya başladıkları dikkatini çekti ve sonra aniden kendi arabasının da sarsılıp durduğunu hissetti. Sürücünün onun emri olmadan niçin durduğunu anlamamıştı.

Gwen Steffen’ın parmağını izledi ve orada, ufukta, hepsi alevler içindeki üç okun havaya yükselip sonra bir eğri çizerek kayan yıldızlar gibi yere düşmekte olduğunu görünce şoke oldu. Şoke olmuştu, çünkü yanan üç ok ancak tek bir anlama gelebilirdi: bu MacGillerin işaretiydi. Bir zafer işareti olarak kartalın pençeleri. Bu babası ve ondan önce onun babası tarafından kullanılan ve sadece MacGillere ait bir işaretti. Yanlış anlamaya imkân yoktu: bu MacGillerin kazandığı anlamına geliyordu. Kraliyet Sarayı’nı geri almışlardı.

Ama bu nasıl mümkün olabilir? diye düşündü. Ayrıldıkları zaman, hiç zafer ümidi yoktu, hatta hayatta kalma ümidi dahi çok azdı; kıymetli şehri McCloudların istilasına uğramış ve onu koruyacak kimse kalmamıştı.

Gwen uzaktaki ufukta bir bayrağın gittikçe daha yükseğe çekilmekte olduğu tespit etti. Gözlerini kısıp baktı, bir yanlışlık yoktu: Bu MacGil’lerin bayrağıydı. Bu ancak Kraliyet Sarayı’nın şimdi yeniden MacGillerin eline geçmiş olduğu anlamına gelebilirdi.

Gwen bir yandan sevinç duyuyor ve derhal geri dönmek istiyordu. Öte yandan, seyahat etmiş oldukları yola bakınca, Argon’un bütün o kehanetlerini, okuduğu tomarları, kendi önsezilerini düşünüyordu. İçinden hala halkının tahliye edilmesine ihtiyaç olduğunu hissediyordu. Belki MacGiller Kraliyet Sarayı’nı tekrar ele geçirmişlerdi; ama bu Halka’nın emniyetli olduğu anlamına gelmiyordu. Gwendolyn hala çok daha kötü bir şeyin üzerlerine gelmekte olduğunu ve halkını buradan çıkartıp güvenliğe kavuşturması gerektiğini hissediyordu.

“Bizim kazandığımız anlaşılıyor,” dedi Steffen.

Onun arabasına yaklaşan Aberthol, “Bir kutlama sebebi!” diye seslendi.

“Kraliyet Sarayı tekrar bizim!” diye bağırdı halktan biri.

Halkı arasında büyük bir tezahürat yükseldi.

“Derhal geri dönmeliyiz!” diye bağırdı bir başkası.

Yeni bir tezahürat yükseldi. Ama Gwen kararlı biçimde kafasını salladı. Ayağa kalkıp halkına döndü ve bütün gözler ona çevrildi.

Gür bir sesle, “Geri dönmeyeceğiz!” diye seslendi halkına. “Tahliyeye başlamış bulunuyoruz ve bunu sürdürmemiz gerekir.  Önümüzde Halka için büyük bir tehlikenin yattığını biliyorum. Henüz zamanımız varken, henüz hala bir şansa sahipken, sizleri güvenliğe ulaştırmalıyım.”

Halkı gayrı memnun, homurdandı ve ufku işaret eden bir kaçı ileri çıktılar.

“Sizleri bilmem,”diye haykırdı birisi, “ama Kraliyet Sarayı benim evim! Bu bildiğim ve sevdiğim her şey! Şehrimiz yerinde dururken ve MacGilllerin elindeyken, garip bir adaya ulaşmak için denizi geçmek niyetinde değilim! Ben Kraliyet Sarayı’na geri dönüyorum!”

Büyük bir tezahürat yükseldi ve adam ayrılıp geri gitmeye başlayınca yüzlerce insan peşine takılıp onu izledi, arabalarını döndürüp yoldan gerisin geriye Kraliyet Sarayı’na doğru gitmeye başladılar.

“Leydim, onları durdurmamı ister misiniz?” diye sordu Steffen, panik içinde. Sonuna kadar Gwendolyn’e sadıktı.

“Halkın sesini duymaktasınız, Leydim,” dedi Aberthol, onun yanına yaklaşarak. “Onlara ters davranmanız aptallık olur. Dahası, bunu yapamazsınız. Burası onların kendi evi. Bütün bildikleri bu. Kendi halkınızla mücadele etmeyin. İyi bir neden olmadan onların önüne düşmeyin.”

“Ama benim iyi bir nedenim var,” dedi Gwen. “Yıkımın gelmekte olduğunu biliyorum.”

Aberthol kafasını salladı.

“Ancak onlar bilmiyorlar,” diye cevap verdi. “Sizden şüphe etmiyorum. Ama kraliçeler her şeyi önceden planlar, kitleler ise içgüdülerine göre hareket eder. Ve bir kraliçe ancak kitlelerin müsaade ettiği ölçüde güçlü olur.”

Gwen orada öyle durdu, halkının emirlerine karşı gelip tekrar Kraliyet Sarayı’na göç edişlerini izledikçe içi hayal kırıklığından kavruluyordu. Bu onların ilk kez açıkça baş kaldırışları, açıkça kendisine karşı gelişleriydi. Bu his hoşuna gitmedi. Gelecek şeylerin habercisi miydi bu? Kraliçe olarak kendi günleri sayılı mıydı?

“Leydim, onları durdurmak için askerlere emir vereyim mi?” diye sordu Steffen.

Sanki kendisine sadık kalan tek kişi oymuş gibi geldi. Bir parçası evet demek istiyordu.

Ama onların gidişini izlerken, bunun boşuna olacağını biliyordu.

“Hayır,” dedi hafifçe, kısık bir sesle, kendini sanki çocuğu ona sırtını dönmüş gibi hissederek. Kendisine en çok ıstırap veren şey, bu davranışlarının ancak onlara zarar vereceğini bilmekte olmasıydı ve bunu durdurmak için elinden hiçbir şey gelmiyordu. “Kaderde onlar için ne varsa, ben bunu önleyemem.”

*

Kraliyet Sarayı’na dönüşte halkını umutsuzca izleyen Gwendolyn, Kraliyet Sarayı’nın arka kapılarından geçti ve diğer tarafta yapılan kutlamaların uzaktan gelen tezahüratını duymaya başladı. Halkı sevinç içinde, dans ediyor ve sevinç gösterileri yapıyor, kapılardan içeri akıp geçerken şapkalarını havaya fırlatıyorlardı. Hepsi bildikleri ve sevdikleri, ev dedikleri şehrin bahçelerine dönüyorlardı. Herkes Lejyon’u, Kendrick’i ve muzaffer Gümüş’ü kutlamak için acele ediyordu.

Ama Gwendolyn karışık hisler arasında parçalanmış vaziyette, midesinde bir yumruyla ilerledi.  Bir yandan, buraya geri dönmüş olmaktan tabii ki mutluluk duyuyordu. Aynı zamanda, McCloudları alt ettikleri, Kendrick ve diğerleri bu işten sağ salim çıktıkları için de bahtiyardı. Her tarafa dağılmış olan McCloud cesetlerini görmekten de gurur duymaktaydı ve bir kenarda oturmuş, başı ellerinde, yarasına bakmakta olan kardeşi Godfrey’in hayatta kalmayı başardığını görmekten heyecan duyuyordu.

Ancak, aynı zamanda, Gwendolyn içindeki kötü bir şey olacağı beklentisini bastıramıyordu.  Korkunç bir felaketin üzerlerine gelmekte olduğundan ve halkın yapabileceği en iyi şeyin, çok geç olmadan burayı tahliye etmek olduğundan emindi.

Ama halkı kendini zafer hissine kaptırmıştı. Diğer binlercesiyle birlikte, bu kadar iyi tanıdığı büyük şehrin içine götürülürken, halkının hiçbir mantıki sözü dinlemeyeceğini biliyordu. Şehre girerlerken, Gwen en azından McCloudların kendisinin itinayla yeniden yaptırdığı binalara gerçek bir zarar vermeye vakit bulamadan çabucak öldürülmüş olduklarını görünce içi rahatladı.

“Gwendolyn!”

Gwendolyn dönünce Kendrick’in atından inip ona koştuğunu gördü. Kendrick onu kucakladı. Guwayne’i yanındaki Illepra’ya vererek o da ona sarıldığında Kendrick’in zırhı sert ve soğuktu.

“Kardeşim,” dedi, başını kaldırıp ona bakarak. Kendrick’in gözleri zaferle parlıyordu. “Seninle gurur duyuyorum. Sen şehrimizi muhafaza etmekten fazlasını yaptın—bize saldıranları alt ettin. Sen ve senin Gümüş’ün. Siz bir şeref kodunu temsil ediyorsunuz. Babam sizinle gurur duyardı.”

Kendrick başını eğerken gülümsedi.

“Sözlerin için minnettarım, kardeşim. Senin şehrinin, bizim şehrimizin, babamın şehrinin o kâfirler tarafından imha edilmesine izin veremezdim. Yalnız değildim; bilmelisin ki, onlara ilk karşı koyan kardeşimiz Godfrey’di. O ve bir avuç diğerleri ve hatta Lejyon—hepsi saldırganları durdurmakta yardımcı oldular.”

Gwen döndüğünde Godfrey’in yüzünde sorunlu bir gülümsemeyle onlara doğru geldiğini gördü, bir elini kurumuş kanla kaplı başının yan tarafına bastırıyordu.

Gwen, “Bugün bir erkek oldun, kardeşim” dedi heyecanla ve elini onun omzuna koyarak.  “Babam seninle gurur duyardı.”

Godfrey süklüm püklüm gülümsedi.

“Ben sadece seni uyarmak istedim,” dedi.

Gwen gülümsedi.

“Bundan çok daha fazlasını yaptın.”

Yanlarına Elden, O’Connor, Conven ve düzinelerle Lejyon üyesi geldiler.

“Leydim,” dedi Elden. “Askerlerimiz bugün burada yiğitçe savaştılar. Ancak çok adam kaybettiğimizi söylemekten de üzüntü duyuyorum.”

Gwen onun gerisine baktı ve Kraliyet Sarayı’nın her tarafının cesetlerle kaplı olduğunu gördü.  Binlercesi McCloudlara aitti—ancak aynı zamanda düzinelerle Lejyon askeri vardı. Hatta bir avuç Gümüş bile hayatını kaybetmişti. Bu şehrinin son istilaya uğradığı zamana ait acı hatıraları aklına getirdi. Gwen için cesetlere bakmak zordu.

Döndü ve bir düzine McCloud’ın hala hayatta olduğunu gördü. Esir alınmışlardı, başları önlerinde, elleri arkadan bağlanmıştı.

Gwen, “Ya bunlar kim?” diye sordu.

“McCloud generalleri,” dedi Kendrick. “Onları hayatta bıraktık. Bütün ordudan geriye kalan bir onlar vardı. Onlarla ne yapmamızı emrediyorsun?”

Gwendolyn ağır ağır bu adamları inceledi. Bunu yaparken doğrudan gözlerinin içine bakıyordu. Her biri mağrur ve meydan okuyan bir tarzda ona geri baktılar. Yüzleri kaba, tipik McCloud’du bunlar, hiç pişmanlık duymazlardı.

Gwen iç çekti. Bir zamanlar her şeyin çaresinin barış olduğunu düşünmüştü. Kendisi komşularına karşı yeterince nazik ve sevecen olabilirse, yeterince iyi niyet gösterebilirse, o zaman onların da kendisine ve halkına iyi davranacaklarını sanmıştı.

Ama yönetimde daha uzun süre kaldıkça, diğerlerinin barış uvertürlerini ancak bir zaaf alameti olarak yorumladıklarını ve yararlanılacak bir şey olarak değerlendirdiklerini görmüştü. Kendisinin bütün barış çabaları şu sonuca varmıştı: bir sürpriz saldırı.  Ve hem de, senenin en kutsal günü olan Kutsal Ziyaret Günü.

Gwendolyn içinden sertleştiğini hissediyordu. Artık üzerinde bir zamanlar sahip olduğu aynı saflık, insana aynı inanç yoktu. Gittikçe sadece bir şeye inanç besliyordu: çelik gibi bir saltanat.

Kendrick ve diğerleri ona bakarken, Gwendolyn sesini yükseltti.

“Hepsini öldürün,” dedi.

Gözleri şaşkınlık ve saygıyla açıldı. Daima barış için mücadele vermiş kraliçelerinden bunu beklemedikleri açıktı.

Şok içinde, “Doğru mu duydum, Leydim?” diye sordu Kendrick.

Gwendolyn başıyla onayladı.

“Doğru duydun,” diye cevap verdi. “İşiniz bitince, bunların cesetlerini toplayıp kapılarımızın dışına çıkarın.”

Gwendolyn döndü ve Kraliyet Sarayı’nın bahçesinde yürüyüp uzaklaştı. Giderken, arkasında McCloudların çığlıklarını duydu. Her şeye rağmen, irkilmeden yapamadı.

Gwen cesetlerle dolu şehirde yürüdü. Buna rağmen şehir sevinç gösterileri, müzik ve dans ile doluydu. Binlerce insan evlerine geri dönüyor, kötü hiçbir şey olmamış gibi şehri tekrar dolduruyorlardı. Onları izlerken kalbi korku ve endişeyle doldu.

“Şehir tekrar bizim,” dedi Kendrick, yanına gelerek.

Gwendolyn kafasını salladı.

“Sadece kısa bir zaman için.”

Kendrick şaşkın vaziyette ona baktı.

“Ne demek istiyorsun?”

Gwen durdu ve ona döndü.

“Ben kehanetleri gördüm,” dedi. “Eski zaman yazıtlarını. Argon ile konuştum. Bir rüya gördüm. Üzerimize bir saldırı geliyor. Buraya dönmek bir hataydı. Hepimiz burayı hemen tahliye etmeliyiz.”

Kendrick kül gibi bir yüzle ona baktı ve Gwen halkını incelerken iç geçirdi.

“Ama halkım bunu dinlemiyor.”

Kendrick kafasını salladı.

“Ya sen yanılıyorsan?” dedi. “Ya sen kehanetlerin çok derinlerine bakıyorsan? Dünyada en iyi savaşan orduya sahibiz.  Hiçbir şey bizim kapılarımıza ulaşamaz.  McCloudlar öldü ve bizim Halka’da başka düşmanımız kalmadı. Kalkan yukarı kalkmış durumda ve sağlam duruyor. Ve ayrıca Ralibar’a sahibiz, her neredeyse kendisi. Korkacak hiçbir şeyin yok. Bizim korkacak hiçbir şeyimiz yok.”

Gwendolyn kafasını salladı.

“Bu tam tamına en çok korkman gereken nokta,” diye cevap verdi.

Kendrick iç çekti.

“Leydim, bu sadece delice bir saldırıydı,” dedi. “Kutsal Ziyaret Günü’nde bize sürpriz yaptılar. Bir daha asla Kraliyet Sarayı’nı korumasız bırakmayacağız. Bu şehir bir kaledir. Binlerce yıldır her şeye dayanmıştır. Bizi alt edecek kimse kalmadı.”

“Yanılıyorsun,” dedi Gwen.

“Peki, yanılıyorsam bile, halkın buradan gitmeyeceğini görüyorsun, kardeşim,”  dedi Kendrick, sesi yumuşayarak, yalvararak, “Seni seviyorum. Ama komutanın olarak konuşuyorum. Gümüş'ün komutanı olarak.  Eğer halkını tahliyeye, onların yapmak istemediklerini yapmaya zorlamaya çalışırsan, elinde bir isyan bulursun. Senin gördüğün tehlike her neyse, onlar bunu görmüyorlar. Ve dürüst olmak gerekirse, bunu ben bile görmüyorum.”

Gwendolyn halkına baktı ve Kendrick’in haklı olduğunu hissetti. Kendisini dinlemeyeceklerdi. Kendi kardeşi bile ona inanmıyordu.

Bu durum kalbini kırdı.

*

Gwendolyn kalesinin üst balkonlarında yalnız başına duruyor, Guwayne’i sıkı sıkı tutuyor ve gün batımına bakıyordu. İki güneş gökyüzünde aşağı inmiş duruyordu. Aşağıda, halkının kısık bağırışlarını ve kutlamalarını duyuyordu. Hepsi muazzam bir kutlama gecesine hazırlanıyordu. Dışarıda, Kraliyet Sarayı’nın çevresindeki yuvarlanıp giden toprakları gördü. Burası zirveye ulaşmış bir krallıktı. Her yerde yazın bolluğu, sonsuz yeşil tarlalar, meyve bahçeleri, zengin ürün veren bereketli bir toprak görünüyordu. Ülke huzur içindeydi.  O kadar trajediden sonra yeniden inşa edilmişti ve çevresinde kendisiyle barışık bir dünya görmekteydi.

Gwendolyn herhangi bir karanlığın buraya nasıl erişebileceğini merak ederek alnını kırıştırdı.  Belki hayal ettiği karanlık çoktan McCloudlar şeklinde gelmişti. Belki Kendrick ve diğerleri sayesinde bu zaten önlenmişti. Belki Kendrick haklıydı. Belki Kraliçe olduğundan beri fazla ihtiyatlı olmaya başlamış, çok fazla trajedi ile karşılaşmıştı. Belki, Kendrick’in dediği gibi, her şeyin fazla derinine bakıyordu.

Ne de olsa, halkını evlerinden tahliye etmek, onları Kanyon’un ötesine geçirip gemilere bindirmek ve istikrarsız Yukarı Adalar’a götürmek çok zorlayıcı, en büyük felâket anları için düşünülmüş bir hareketti. Ya böyle yapar ama Halka’nın başına herhangi bir felaket gelmezse ne olacaktı? O zaman ortada bir tehlike olmadığı halde paniğe kapılan Kraliçe olarak tanınacaktı.

Gwendolyn iç çekti, kollarında kıpırdanan Guwayne’i sıkı sıkı tutarak aklımı mı kaçırıyorum diye merak etti. Yukarı baktı ve ümitle ve dua ederek gökyüzünde Thorgrin’den bir belirti var mı diye araştırdı. En azından, Ralibar’dan herhangi bir belirti görebilme ümidindeydi, her neredeyse şimdi o. Ama o da görünürde yoktu.

Gwen bir kez daha hayal kırıklığı içinde, boş bir gökyüzüne baktı. Bir kez daha, kendine güvenmek zorundaydı. Onu daima desteklemiş olan kendi halkı bile, ona bir tanrı gibi bakmış olan halk bile, artık kendisine güvenmiyor gibiydi. Babası onu böyle bir şeye hazırlamamıştı. Halkının desteği olmadan, o ne tür bir Kraliçe olabilirdi ki? Ancak güçsüz bir Kraliçe.

Gwen çaresizlik içinde kendisini rahatlatacak, kendisine cevaplar bulmakta yardımcı olacak birisine dönmek istiyordu. Ama Thorgrin annesine gitmişti; bildiği ve sevdiği herkes gitmiş gibiydi. Bir kavşağa geldiğini, zihninin hiçbir zaman bu kadar karışık olmadığını hissediyordu.

Gwen gözlerini kapadı ve kendisine yardımcı olması için Tanrı’ya yalvardı. Bütün gücüyle onu yardıma çağırmaya çalıştı. Çok fazla dua eden biri olmamıştı, ama inancı güçlüydü ve Tanrı’nın varlığından emindi.

Lütfen, Tanrım. Zihnim o kadar karışık ki. Halkımı en iyi şekilde nasıl koruyacağımı bana göster. Guwayne’i en iyi şekilde nasıl koruyacağımı bana göster. Bana nasıl büyük bir hükümdar olacağımı göster.

“Dualar güçlü bir şeydir,” diye bir ses geldi.

Gwen bu sesi duyduğu anda rahatlamış olarak hemen arkasına döndü. Orada, bir kaç adım ötede, Argon duruyordu. Beyaz başlıklı pelerini içindeydi ve elinde asası, Gwen yerine ufka bakıyordu.

“Argon, cevaplara ihtiyacım var. Lütfen. Bana yardım et.”

“Her zaman cevaplara ihtiyacımız vardır,” diye cevap verdi Argon. “Ancak bunlar her zaman kolay gelmez. Hayatlarımız yaşanmak içindir. Geleceği her zaman önceden bilemeyiz.”

“Ama bunun ne olduğu hissedilebilir,”dedi Gwendolyn. “Bütün o okuduğum kehanetler, bütün tomarlar, Halka’nın tarihi—hala gelmekte olan büyük bir karanlığa işaret ediyor. Bana söylemelisin. Ne olacak?”

Argon dönüp ona baktı, gözleri alev alev, daha önce gördüğünden daha karanlık ve daha ürkütücüydü.

“Evet,” diye yanıt verdi.

Cevabının kesinliği Gwendolyn’i her şeyden daha çok korkuttu. O, Argon, daima bilmece gibi konuşan birisiydi.

Gwen içinden titredi.

“Buraya, Kraliyet Sarayı’na gelecek mi?”

“Evet,” diye yanıtladı.

Gwen içini daraltan korkunun derinleştiğini hissetti. Aynı zamanda, başından beri kendi inancının doğru olduğunu ve bu konuda yanılmadığını hissediyordu.

“Halka tahrip olacak mı?” diye sordu.

Argon ona baktı ve ağır ağır başıyla onayladı.

“Sana söyleyebileceğim sadece bir kaç şey kaldı,” dedi. “Eğer istersen, bu onlardan biri olabilir.”

Gwen uzun bir süre derinliğine düşündü. Argon’un sözlerinin kıymetli olduğunu biliyordu. Ancak bu gerçekten bilmeye ihtiyaç duyduğu bir şeydi.

“Söyle bana,” dedi.

Argon sonsuzluk gibi gelen bir süre için dönüp ufku gözden geçirirken derin bir nefes aldı.

“Halka tahrip edilecek. Bildiğin ve sevdiğin her şey silinip yok olacak. Şimdi üzerinde durmakta olduğu yer yanan kor ve külden başka bir şey olmayacak. Bütün halka kül olacak. Senin ulusun ortadan kalkacak. Bir karanlık geliyor. Tarihimizdeki herhangi bir karanlıktan daha büyük bir karanlık.”

Gwendolyn onun sözlerindeki gerçeğin içinde yankılandığını hissetti, onun sesinin tınısının iliklerinde çınladığını duydu. Söylediği her sözün gerçek olduğunu biliyordu.

“Benim halkım bunu görmüyor,” dedi sesi titreyerek.

Argon omzunu silkti.

“Sen Kraliçesin. Bazen güç kullanılması gerekir. Sadece insanın düşmanlarına karşı değil. Ama insanın kendi halkına karşı bile. Bildiğini yap. Her zaman halkının onayını arama. Onay kaypak, anlaşılmaz bir şeydir. Bazen, halkın senden en çok nefret ettiği zaman, bu onlar için en iyi şeyi yapmakta olduğunun bir işaretidir. Baban barış içinde bir saltanatla kutsanmıştı. Ama sen Gwendolyn, sen çok daha büyük bir sınavdan geçeceksin: seninki bir çelik saltanatı olacak.”

Argon gitmek için arkasını dönerken, Gwendolyn ileri çıkıp ona uzandı.

“Argon,” diye seslendi.

Argon durdu, ama arkasını dönmedi.

“Bana sadece bir şey daha söyle. Yalvarırım. Thorgrin’i tekrar görecek miyim?”

Argon durakladı, uzun, ağır bir sessizlik oldu. Bu karanlık sessizlik içinde, kalbinin kırıldığını hissetti. Argon’un ona sadece bir yanıt daha vermesi için ümitle dua ediyordu.

“Evet,” diye yanıtladı.

Gwen orada öylece durdu, kalbi gümbürdüyor, bir şeyler daha duymak için can atıyordu.

“Bana daha başka bir şey söyleyemez misin?”

Argon döndü ve ona baktı, gözlerinde üzüntü vardı.

“Yapmış olduğun seçimi hatırla. Her aşk sonsuza kadar sürmek için yaratılmamıştır.”

Yükseklerde, Gwen bir kartalın çığlığını duydu ve merakla gökyüzüne baktı.

Tekrar Argon’a bakmak için döndü, ama o çoktan gitmişti.

Guwayne’i sıkı sıkı tuttu ve krallığına baktı. Uzun bir son bakıştı bu. Onu her zaman böyle, hala yaşayan, canlı haliyle hatırlamak istiyordu. Her şey kül olmadan önce. Korku ve sıkıntı içinde bu güzellik görüntüsünün gerisinde o kadar büyük hangi tehlikenin saklanmakta olabileceğini merak etti. İçi titredi, çünkü bu tehlikenin çok yakında hepsini yakalayacağından kuşku duymuyordu.

Çeliğin Hükümdarlığı

Подняться наверх