Читать книгу Köle, Savaşçı, Kraliçe - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 9
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ОглавлениеAğrıyan ayakları ve yanan ciğerleriyle Ceres dik tepeye elinden geldiği kadar hızlı bir şekilde iki yanındaki kovadan bir damla su taşırmadan tırmandı. Normalde mola vermek için dururdu ancak annesi gün doğana kadar gelmezse kahvaltı vermemekle tehdit etmişti onu, kahvaltı etmemesi demek akşam yemeğine kadar aç kalması demekti. Acıyı hiç bir şekilde umursamıyordu, en azından aklını babasından ve o gittiğinden beri işlerin ne kadar sefil bir hale geldiğinden uzaklaştırmasına yardımcı oluyordu
Güneş daha yeni uzakta yer alan Alva Dağları'nı aşmış, dağınık duran bulutları altın bir pembeye boyuyordu; yumuşak rüzgar yolun her iki tarafındaki uzun, sarı çimenleri okşuyordu. Ceres oksijeni bol sabah havasını burnuna çekti ve daha hızlı olmak için kendini zorladı. Annesi her zaman gittiği kuyunun kuruduğunu ya da sekiz yüz metre daha ileride olan diğer kuyuda sıra olduğunu mantıklı bir bahane olarak kabul etmeyecekti. Aslında tepenin üstüne ulaşana kadar hiç durmamıştı, durduğunda ise yol üzerinde mıhlanmış önündeki manzara karşısında şaşkınlığa uğramıştı.
Uzakta görünen noktada evi vardı, önünde ise bronz bir araba duruyordu. Annesi arabanın önünde aşırı şişman bir adamla konuşurken onun yarısı boyunda birini bile daha önce görmediğini düşündü Ceres. Kırmızı keten bir gömlek giymişti, kırmızı ipek bir şapkası vardı. Uzun ve sert sakalı griydi. Ceres gözlerini kısarak anlamaya çalıştı, bir satıcı mıydı bu?
Annesi en güzel elbisesini giymişti, Ceres'e yeni ayakkabılar alması gereken parayla kendine uzun yeşil ve ketenden bu elbiseyi almıştı. Bunların hiç biri Ceres'e mantıklı gelmiyordu.
Ceres yavaşça tepeden inmeye başladı. Gözlerini onlardan ayırmadan yoluna devam ederken yaşlı adamın annesine ağır bir deri kese verdiğini ve annesinin suratının bir anda aydınlandığını gördü dolayısıyla merakı arttı. Kem talihleri tersine mi dönmüştü? Babası eve dönebilecek miydi? Bu düşünceler onu biraz hafifletti ancak tüm detayları öğrenmeden heyecanlanmak istemedi.
Ceres evlerine yakınlaştığında annesi döndü ve ona sıcak bir ifadeyle gülümsedi, bunu yapar yapmaz Ceres midesinde bir endişe yumrusu hissetti. Annesi ona en son bu şekilde, dişlerini gösterip gözleri ışıl ışıl parlarken gülümsediğinde Ceres dayak yemişti.
"Sevgili kızım," dedi annesi aşırı tatlı bir tonla, kollarını açıp ona doğru giderken yüzündeki sırıtış Ceres'in kanını dondurdu.
"Kız bu mu?" dedi yaşlı adam hevesli bir gülümsemeyle, siyah, pörtlek gözleri Ceres'e bakarken büyüyordu.
Yakına gelen Ceres artık şişman adamın tenindeki tüm kırışıklıkları görüyordu. Geniş düz burnu tüm yüzünü kaplamış gibiydi, şapkasını çıkarınca terli ve kel kafası güneş altında parlıyordu.
Annesi neşeyle Ceres'in yanına geldi, kovaları elinden aldı ve kavrulmuş çimenlerin üstüne koydu. Sadece bu hareket bile Ceres'e bir şeylerin tamamen yanlış olduğunu anlatıyordu. Göğsünde ona panikleten bir hissin doğduğunu hissediyordu.
Gözlerinde hiç yaş olmamasına rağmen siler gibi yaparak, "Gururum ve neşem, tek kızım Ceres'le tanışın," dedi annesi. "Ceres, bu Lord Blaku. Yeni efendine lütfen saygılı davran."
Ceres'in kalbine birden korku doldu. Hızlı bir nefes alarak ne dediğini anlamaya çalıştı. Önce annesine, ardından Lord Blaku'ya baktı, annesi daha önce hiç görmediği şeytani bir gülümseme takınmıştı.
"Efendi mi?" diye sordu Ceres.
"Ailemizi mali yıkımdan ve toplum utancından kurtarmak için cömert Lord Blaku babanla bana bir teklif sundu: senin karşılığında bir kese altın önerdi."
"Ne?" dedi tek nefeste Ceres, kendini yerin dibine girmiş gibi hissederken.
"Şimdi, olduğunu bildiğim iyi kız ol ve saygılı davran," dedi annesi Ceres'e uyaran bakışlar fırlatarak.
"Davranmayacağım," dedi Ceres, göğsünü şişirip yana bir adım atarak, adamın bir köle efendi ve anlaşmanın kendi hayatına karşılık olduğunu anlamadığı için kendini çok aptal hissediyordu.
"Babam beni asla satmaz," diye ekledi sıktığı dişlerinin arasından, korkusu ve öfkesi artıyordu.
Annesi kaşlarını çatıp Ceres'in kolunu tutarken tırnakları tenine batıyordu.
"Eğer terbiyeli olursan bu adam seni karısı bile yapar ve bu senin için büyük bir fırsat olur," diye mırıldandı.
Lord Blaku ince, çatlamış dudaklarını yalarken pörtlek gözleri hevesle Ceres'in vücudunu süzüyordu. Annesi bunu ona nasıl yapardı? Annesinin onu kardeşleri kadar sevmediğinin farkındaydı, ama bu kadar da değildi.
"Marita," dedi burnundan gelen sesiyle. "Kızının güzel olduğunu söylemiştin ancak ne kadar muhteşem bir yaratık olduğunu söylemeyi unutmuşsun. Şu kadarını söyleyeyim, daha önce dudakları bu kadar dolgun, gözleri böylesi tutkulu, vücudu bu kadar güzel ve muhteşem hiç bir kadın görmemiştim."
Ceres'in annesi elini kalbine götürüp iç çekerken Ceres oracıkta kusacakmış gibi hissediyordu. Ellerini yumruk yaparken kolunu annesinden kurtardı.
"Sizi bu kadar memnun ettiyse belki sizden daha fazlasını almalıydım," dedi Ceres'in annesi gözleri yaşadığı moral bozukluğunu ele verirken. "Ne de olsa o bizim tek kızımız."
"Bu güzelliğe daha fazlasını ödemeye hazırım. 5 altın daha yeterli mi?" diye sordu.
"Ne kadar cömertsiniz," diye cevapladı annesi.
Lord Blaku daha fazla altın getirmek için arabasına gitti.
"Babam buna asla rıza göstermeyecek," diyerek küçümsedi annesini Ceres.
Ceres'in annesi ona tehditkar bir adım attı.
"Öyle mi, fakat bu babanın fikriydi," diye yapıştırdı cevabını, kaşları alnının ortasına kadar çıkmıştı. Ceres şimdi yalan söylediğini biliyordu, ne zaman yalan söylese bu hareketi yapardı.
"Babanın seni benden daha çok sevdiğine gerçekten inanıyor musun?" diye sordu annesi.
Ceres gözlerini kırptı, bunun olanlarla ne ilgisi olduğunu anlayamıyordu.
"Benden daha iyi olduğunu düşünen kimseyi sevemem ben," diye ekledi.
"Beni hiç sevmedin mi?" diye sordu Ceres, öfkesi çaresizliğe dönerken.
Elindeki altınla Ceres'in annesine yanaştı Lord Blaku ve avucuna bıraktı.
"Kızınız her bir altına değdi," dedi. "İyi bir eş olup bana çok sayıda oğlan çocuğu verecek."
Ceres dudaklarının içini ısırdı, kafasını tekrar tekrar salladı.
"Lord Blaku sabah seni almaya gelecek, o nedenle şimdi içeri git ve eşyalarını topla," dedi Ceres'in annesi.
"Toplamayacağım!" diye bağırdı Ceres.
"Senin problemin hep bu oldu kızım. Sadece kendini düşündün. Bu altın," dedi annesi keseyi Ceres'in yüzünde şıngırdatarak, "erkek kardeşlerinin hayatını kurtaracak. Ailemizi bir arada tutarak evimizde barınıp burayı tamir etmemizi sağlayacak. Bunu düşünmekten aciz misin?"
Çok kısa süreliğine Ceres belki de bencil davrandığını düşündü fakat annesinin ona tekrar akıl oyunları oynadığını ve Ceres'in erkek kardeşlerine karşı duyduğu sevgiyi kullandığını fark etti.
"Endişelenme," dedi Ceres'in annesi Lord Blaku'ya dönerek. "Dediklerimi yapacaktır. Tek yapmanız gereken ona sert davranmak, böylece bir kuzu kadar yumuşak olur."
Asla. Asla, bu adamın karısı ya da malı olmayacaktı ve asla annesinin ya da her hangi birinin, hayatını elli beş altın karşılığında almasına izin vermeyecekti.
"Asla bu köle efendiyle gitmeyeceğim," diye cevapladı Ceres, midesi bulanarak adama bakarken.
"Nankör çocuk!" diye bağırdı Ceres'in annesi. "Eğer dediğimi yapmazsan seni öyle bir döverim ki bir daha yürüyemezsin. Şimdi içeri gir!"
Annesi tarafından dövülme düşüncesi korkunç ve organlarını parçalayan anıları beraberinde getirdi, henüz beş yaşındayken annesinin onu bayıltana kadar dövdüğü o korkunç ana gitti aklı. O dayaktan ve diğerlerinden kalan yaralar iyileşti ancak Ceres'in kalbinde kanayan yara asla durmadı. Şu an, annesinin onu sevmediğinden, hatta hiç sevmemiş olduğundan emin olduğu için kalbindeki yara hiç kapanmayacak şekilde açılmıştı.
Daha cevap veremeden Ceres'in annesi öne geldi ve yüzüne öyle bir tokat attı ki Ceres'in kulağı çınlamaya başladı.
Ceres önce bu ani saldırıdan dolayı şaşırdı ve neredeyse pes edecekti fakat ardından içinde bir şey harekete geçti. Her zaman olduğu gibi kendine sinmek için izin vermeyecekti.
Ceres annesinin yanağına bir tokat patlattı, öyle sertti ki onu sendeletip düşürdü ve dehşet içinde ağzını açık bıraktı.
Annesi kıpkırmızı olmuş yüzüyle ayağa kalktı, Ceres'i omuzlarından ve saçlarından tutarak midesine tekme attı. Ceres acı içinde öne doğru sendeleyince annesi dizini yüzüne geçirdi ve yere düşmesine sebep oldu.
Köle tüccarı durup fal taşı olmuş gözlerle bu sahneyi izlerken kıkırdadı, bu dövüşten keyif aldığı belli oluyordu.
Öksürüp saldırıdan dolayı nefes almaya çalışan Ceres sendeleyerek ayağa kalktı. Çığlık atarak annesinin üzerine çullandı ve onu yere indirdi.
Ceres'in tek düşünebildiği bunun bugün sona ermesi gerektiğiydi. Sevilmeden, aşağılanarak geçen onca sene öfkesini ateşlemişti. Ceres kapalı tuttuğu yumruklarını annesinin yüzüne tekrar tekrar indirirken yanaklarından yaşlar süzülüyor, hıçkırıkları kontrol edilemez bir şekilde dudaklarından dökülüyordu.
Sonunda annesi cansız kaldı.
Ceres'in omuzları her ağlayışında sarsılıyordu, içi dışına çıkmıştı. Göz yaşlarıyla buğulanan gözleriyle köle tüccarına baktı, ona karşı artık daha yoğun bir nefret duyuyordu.
"İyi bir eş olacaksın," dedi Lord Blaku kurnaz bir sırıtışla, altın keseyi yerden alıp deri kemerine taktı.
Ne olduğunu anlayamadan adamın ellerini üstünde hissetti. Adam Ceres'i tutup arabaya tırmandı ve tek bir hızlı hareketle Ceres sanki bir patates çuvalıymış gibi onu arkaya fırlattı. Koca cüssesi ve gücü Ceres'in direnmesi için oldukça fazlaydı. Bir koluyla bileğini tutarken diğerinde zincir taşıyordu ve, "yarın sabah burada olacağını düşünecek kadar aptal değilim," dedi.
Ona on sekiz sene boyunca yuva olmuş bu eve son kez baktı, gözleri kardeşleri ve babasını düşünürken doluyordu. Fakat bileklerine zincir geçmeden kendini kurtarmak için bir karar vermesi gerekliydi.
Bu yüzden hızlı tek bir hareketle tüm gücünü topladı ve köle efendinin ellerinden kolunu kurtarıp bacağını kaldırarak yüzüne tüm gücüyle bir tekme attı. Arabadan dışarı geriye düşüp yere serildi.
Arabadan atladı Ceres ve çamurlu yolda olabildiğince hızlı koşmaya, bir daha asla anne demeyeceği kadından uzağa, bugüne kadar tanıdığı ve sevdiği herkesten uzağa doğru yol almaya başladı.