Читать книгу Diriliş - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 7
BİRİNCİ BÖLÜM
ОглавлениеRhinebeck, New York (Hudson Vadisi)
Günümüz
Caitlin Paine ağlamaktan şişmiş gözleriyle bitkin bir halde oturma odasında oturmuş, kan kırmızısı güneşe bakıyor ve odasını dolduran polis memurlarını güçlükle dinliyordu. Şaşkına dönmüştü. Gözlerini yavaşça odada gezdirdi ve odanın insanla- çok fazla insanla dolu olduğunu gördü.
Polis memurları, dedektifler, bazıları oturarak, diğerleri ayakta durarak ve bazılar da ellerinde kahve fincanları tutarak onun odasında kaynaşıyorlardı. Acımasız yüzlerle, onun karşısında koltuklarda, sandalyelerde yan yana oturuyorlar ve ona sonu gelmeyecek sorular soruyorlardı. Saatlerdir buradalardı. Bu küçük kasabadaki herkes birbirini tanırdı ve bunlar Caitlin’in yıllardır tanıdığı, süpermarkette her zaman gördüğü, kasabadaki mağazalarda selamlaştığı insanlardı. Burada olduklarına inanamıyordu. Onun evindelerdi. Bu kâbus gibi bir şeydi.
Olanlar gerçeküstüydü. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki Caitlin’in hayatı bir anda gayet basit bir şekilde altüst olmuştu, Caitlin ne olduğunu tam olarak anlayamamıştı bile. Normal yaşamaya, eskiden onu rahatlatan gündelik yaptığı işleri yapmaya çalışmıştı- ama sanki her şey elinden kayıp gidiyordu. Normal diye bir şey artık yoktu.
Caitlin teselli edici bir elin kendisininkini sıktığını hissetti ve omzunun üzerinden bakınca Caleb’in yanında oturduğunu gördü, Caleb’in yüzü endişeden solmuştu. Onların yanındaki koltuklarda Sam ve Polly oturuyordu, onlarında yüzü endişeden çökmüştü. Bu oturma odası kalabalıktı- Caitlin’in istemediği kadar çok kalabalıktı. Caitlin sadece bu odadaki herkesin ortadan kaybolmasını ve her şeyin bir önceki günkü haline dönmesini diledi. Bir gün önce Scarlet’in on altıncı yaş günüydü, herkes masanın etrafında oturmuş, pasta yiyor ve kahkaha atıyordu. Sanki dünyadaki her şey mükemmelmiş gibi, sanki hiçbir şey asla değişmeyecekmiş gibi hissediyorlardı.
Caitlin bir önceki geceyi, gece yarısı aklına gelen düşünceleri, dünyasının, hayatının sadece normal olmaktan çıkıp daha farklı bir şeye dönüşmesini dilediğini düşündü. Şimdi bundan pişmandı. Yeniden normal bir hayata sahip olmak için her şeyini verirdi.
Aiden’la yaptığı o korkunç görüşmeden geldiğinden beri sanki bir fırtına evin her yanını kasıp kavurmuştu. Scarlet büyük bir hışımla evden çıktıktan sonra, Caitlin onun arkasından koşmuş, ara sokaklardan onun takip etmişti. Caleb de yediği darbenin ardından kendine gelmiş ve Caitlin’e ulaşmıştı; ardından ikisi beraber o küçük kasabalarında delirmiş insanlar gibi koşmaya başlayıp kızlarını yakalamaya çalışmışlardı.
Ama bu hiçbir işe yaramamıştı. Sonunda nefes nefese kalmışlardı ve Scarlet de tamamen gözden kaybolmuştu. Scarlet çok hızlı koşmuştu, tek bir sıçrayışta neredeyse iki buçuk metrelik bir çitin üzerinden atlarken yavaşlamamıştı bile. Caleb gördükleri karşısında hayrete düşmüştü, ama Caitlin için aynı şey söylenemezdi: Caitlin, Scarlet’in ne olduğunu biliyordu. Daha koşarlarken Caitlin bunun boşuna bir çaba olduğunu anlıyordu, çünkü Scarlet ışık hızında koşabilir, önüne ne gelirse gelsin üzerinden atlayabilirdi ve saniyeler içinde tamamen kaybolacak, gözden yitmiş olacaktı.
Ve öyle de oldu. Caitlin ve Caleb geri evlerine koştular, arabalarına atladılar ve son hızla giderek çılgınlar gibi sokakları aradılar. Caleb dur işaretlerini görmezden gelip son sürat giderek, her köşeyi keskin bir şekilde dönerek yol alırken Caitlin hiç şanslarının olmadığını biliyordu. Onu yakalayamayacaklardı. Caitlin, Scarlet’in çoktan gittiğini anlamıştı.
Sonunda, saatler sonra Caitlin artık dayanamayacağını hissetti, eve dönmeleri ve polisi aramaları için ısrar etti.
İşte şimdi saatler sonra buradalardı, neredeyse gece yarısı olmuştu. Scarlet dönmemiş ve polis de onu bulamamıştı. Neyse ki burası küçük bir kasabaydı, hiç olay olmazdı ve polisler de onu aramak için hemen araçları göndermişlerdi ve hala arıyorlardı. Gelen polis kuvvetlerinden aramaya çıkanların dışında gerisi – üç polis görevlisi onların önünde oturuyor, üç tanesi de etrafta dolanıyordu- burada kalmış ve soru ardına soru soruyorlardı.
“Caitlin?”
Caitlin hemen kendine geldi. Döndü ve önündeki koltukta oturan memurun yüzünü gördü. Ed Hardy. Ed iyi bir adamdı, Scarlet’in yaşıtı ve onunla aynı sınıfta olan bir kızı vardı. Ed, Caitlin’e onun acısını paylaşarak ve kaygıyla bakıyordu. Caitlin, onun bir ebeveyn olarak kendi acısını hissettiğini ve elinden gelen her şeyi yapacağını biliyordu.
Ed “Bunun zor olduğunu biliyorum,” dedi. “Ama birkaç sorumuz daha olacaktı. Eğer Scarlet’i bulmamız gerekiyorsa gerçekten her şeyi bilmeye ihtiyacımız var.”
Caitlin cevap olarak başını salladı. Soracakları sorulara odaklanmaya çalıştı.
“Özür dilerim,” dedi. “Başka ne bilmeniz gerekiyor?”
Memur Hardy öksürdü, önce Caitlin’e ardından Caleb’e ve sonra tekrar Caitlin’e baktı. Sorularına devam etmek konusunda isteksiz gibi görünüyordu.
“Bunu sormaktan hoşlanmıyorum ama kızınız ve sizin aranızda son günlerde herhangi bir tartışma yaşanmış mıydı?”
Caitlin şaşırmış bir şekilde memura baktı.
“Tartışma mı?” diye sordu.
“Herhangi bir anlaşmazlık? Kavga? Evi terk etmek isteyebileceğine ilişkin herhangi bir neden?”
Neden sonra Caitlin farkına vardı: memur Scarlet’in evden kaçıp kaçmadığını soruyordu. Olan biteni hala anlamamıştı.
Caitlin şiddetle başını iki yana salladı.
“Ortada evi terk etmek isteyebileceği herhangi bir neden yok. Biz hayatımızda hiç tartışmadık. Asla. Biz Scarlet’i seviyoruz, o da bizi seviyor. Scarlet kavgacı bir tip değildir. Asi biri değildir. Evden kaçmaz. Anlamıyor musunuz? Konunun bunlarla hiçbir ilgisi yok. Size söylediğimiz hiçbir şeyi duymadınız mı? O hasta! Yardıma ihtiyacı var!”
Memur Hardy diğer memur arkadaşlarına baktı, onlar da şüpheli bir şekilde ona baktılar.
“Bunu sorduğum için üzgünüm,” diye devam etti. “Ama siz de anlamalısınız ki sürekli buna benzer çağrılar alıyoruz. Gençler evlerinden kaçıyorlar. Bu her zaman olan bir şey. Ebeveynlerine kızıyorlar. Ve söz konusu durumların %99’unda geri dönüyorlar. Genelde birkaç saat sonra geri gelmiş oluyorlar. Bazen de bir ya da iki gün sonra. Kendilerini bir arkadaşlarının evine atıyorlar. Yalnızca evdekilerden uzaklaşmak istiyorlar. Ve genelde bunun öncesinde evde bir tartışma yaşanmış oluyor.”
Caleb “Hiçbir tartışma olmadı,” diyerek sert bir şekilde lafa karıştı. “Scarlet herhangi bir gencin olabileceği kadar mutluydu. Dün akşam on altıncı doğum gününü kutladık. Caitlin’in de dediği gibi Scarlet evden kaçacak kızlardan değildir.”
Caitlin “Sanırım söylediklerimizi dinlemiyorsunuz,” diye ekledi. “Size söyledik, Scarlet hastaydı. Okuldan eve erken gönderilmişti. Bir şey geçiriyordu… Ne olduğunu bilmiyorum. Kriz…ya da belki nöbet. Yataktan aşağı atladı ve evden fırlayıp çıktı. Bu evden kaçma durumu değil. Burada hasta olan bir çocuk söz konusudur. Tıbbi yardıma ihtiyacı var.”
Memur Hardy yeniden diğer memur arkadaşlarına baktı, onlar da şüpheli hallerini sürdürüyorlardı.
“Üzgünüm ama bize söyledikleriniz hiç mantıklı gelmiyor. Eğer hastaysa nasıl evden fırlayıp çıkabiliyor?”
Başka bir polis memuru sinirli bir şekilde “Onun peşinden koşup yakalamaya çalıştığınızı söylediniz,” diye araya girdi. “Nasıl olur da ikinizi beraber geride bırakabilir? Özellikle de hastaysa?”
Caleb, kendi de bu duruma şaşmış bir şekilde başını iki yana salladı.
“Bilmiyorum,” dedi. “Ama olan bu.”
Caitlin usulca ve vicdan azabı çekerek ekledi: “Bu doğru. Her kelimesi doğru.”
Caitlin, bu adamların durumu anlamadıklarına dair kötü bir hisse kapılmaya başlıyordu. Ama kendisi Scarlet’in nasıl onları geride bırakabildiğini biliyordu; hastayken nasıl koşabildiğini biliyordu. Caitlin bütün bunların cevabını biliyordu- sordukları her şeyi açıklayacak cevabı biliyordu. Ama bu veremeyeceği bir cevaptı, bu adamların asla inanmayacakları bir cevaptı. Scarlet’in geçirdiği kriz değildi; açlık sancısıydı. Scarlet koşmuyordu; avlanmaya çıkıyordu. Çünkü kızı bir vampirdi.
Caitlin içinde bir ürperti hissetti, bütün düşündüklerini bu adamlara anlatmak için yanıp tutuşuyordu ama vereceği cevabı bu adamların anlamayacağını da biliyordu. Bu yüzden konuşmak yerine ağırbaşlı bir şekilde pencereden dışarıya baktı, Scarlet’in geri gelmesini umdu ve bunun için dua etti. Belki şimdi daha iyidir ve beslenmemiştir diye ümit etti. Bu adamların bir an önce gitmesini ve onu yalnız bırakmalarını diledi. Nasıl olsa bu adamların bir işe yaramayacaklarını biliyordu. Baştan onları aramakla hata etmişti.
Üçüncü polis memuru “Bunu söylemekten hoşlanmıyorum,” diye ekledi “ama tarif ettiğiniz şey… kızınız okuldan eve geliyor, nöbet geçiriyor, adrenalin patlaması yaşıyor, kapıdan fırlayıp çıkıyor… bunu söylemekten nefret ediyorum ama anlattığınız şeylere bakılırsa bu uyuşturucuya benziyor. Belki kokain olabilir. Ya da Meth. Yüksek dozda uyuşturucu almışa benziyor. Bu kötü etkilemiş olabilir ve sonra adrenalin tetiklenmiş.”
Caleb “Ne dediğinizi bilmiyorsunuz,” diye memura çıkıştı. “Scarlet o tür kızlardan değildir. Hayatında asla uyuşturucu kullanmamış biridir o.”
Üç polis memuru da kuşkulu bir şekilde birbirlerine baktılar.
Hardy sakin bir şekilde “Bunu duymak hiç de kolay değil, biliyorum,” dedi. “Pek çok ebeveyn için böyle bir şeyi duymak zordur. Ama çocuklarımız bizim hiç bilmediğimiz hayatlar yaşıyorlar. Siz görmeden onun arkadaşlarıyla neler yaptığını bilemezsiniz.”
Başka bir polis memuru “Son zamanlarda eve hiç yeni bir arkadaş getirdi mi?” diye sordu.
Birden Caleb’in yüzü sertleşti.
“Aslında dün akşam eve yeni bir erkek arkadaşını getirdi,” dedi, öfkelenmeye başlamıştı. “Birlikte sinemaya gittiler.”
Üç polis memuru da sinsi bir ifadeyle birbirlerine baktılar.
Caleb “Cevabın bu olduğunu mu düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Sizce bu çocuk ona uyuşturucu mu veriyor?” Caleb bunu sorar sormaz, kendisi bundan emin olmaya ve her şeyi açıklayacak doğru düzgün bir cevap bulmuş olduğu için daha iyimser bir hal alamaya başladı.
Caitlin sessiz bir şekilde orada oturuyor, yalnızca bütün bunların bitmesini istiyordu. Onlara gerçek nedeni söylemek için yanıp tutuşuyordu. Ama bunun hiçbir işe yaramayacağını da biliyordu.
Memurlardan biri “Çocuğun soyadı nedir?” diye sordu.
“Hiçbir fikrim yok.” Caleb döndü ve Caitlin’e baktı. “Sen biliyor musun?”
Caitlin başını iki yana salladı ve Sam ve Polly’e döndü. “Sizler biliyor musunuz?”
Onlar da başlarını hayır anlamında salladılar.
Polly “Ama ben belki bulabilirim,” dedi. “Facebook’tan arkadaşlarsa…” diye başladı, ardından cep telefonunu çıkardı ve yazmaya başladı. “Ben Scarlet’le Facebook’tan arkadaşım. Onun ayarlarının ne olduğunu bilmiyorum ama belki diğer arkadaşlarını görüntüleyebilirim. Ve eğer Blake’le arkadaşsa…”
Polly telefonuna yazdı ve bir an gözleri aydınlandı.
“İşte burada! Blake Robertson. Evet, bu o!”
Polisler eğildiler ve Polly uzanıp telefonunu onlara verdi. Telefonu aldılar ve birbirlerine uzatıp Blake’in yüzüne yakından bakarak soyadını not ettiler.
Polly’e telefonunu geri verirlerken memur Hardy “Onunla konuşacağız,” dedi. “Belki bir şeyler biliyordur.”
Başka bir polis memuru “Peki ya Scarlet’in diğer arkadaşları, onları aradınız mı?” diye sordu.
Caitlin boş gözlerle Caleb’e baktı, sabahtan beri serseme döndüklerini ve bunu düşünmediklerini fark etti.
Caitlin “Bunu hiç düşünmedim,” dedi. “Hiç aklıma gelmedi. Bir arkadaşının evine gitmemiştir. Hastaydı. Gideceği bir yer varmış gibi fırlayıp çıkmadı.”
Bir polis memuru “Arayın,” dedi. “Bütün arkadaşları ile iletişim kurun. Bu onu aramaya başlamak için en iyi yerdir.”
Memur Hardy “Duyduklarım göz önünde bulundurulursa, şunu söylemek zorundayım,” diye çıkarım yapmaya başladı, her şeyi özetlemeye çalışıyor gibiydi, “bu uyuşturucu gibi görünüyor. Sanırım Bob haklı. Uyuşturucu onu kötü etkilemiş. Biz bu arada sokaklarda devriye gezmeye devam edeceğiz. Siz ikinizin yapacağı en iyi şey evden ayrılmamak. Onu burada bekleyin. Geri gelecektir.”
Polis memurları birbirlerine baktılar ve ardından hepsi birlikte ayağa kalktılar. Caitlin onların gitmek için sabırsızlandıklarını görebiliyordu.
Caleb, Sam ve Polly ayağa kalktı ve Caitlin de yavaşça doğruldu, dizlerinin üzerinde duramayacak kadar güçsüz hissediyordu. Polis memurlarının ellerini sıktı ve tam herkes gitmek üzereyken, Caitlin’e bir şey oldu. Artık daha fazla sessiz kalamayacaktı. Bildiği şeyi bu insanlara anlatmak için, içinde yanan ateşe daha fazla engel olamıyordu. Onlara bu konuda doğru düşünmediklerini söyleyecekti.
Tam polis memurları ayrılacakken Caitlin birden “Ya başka bir şey söz konusuysa?” diye bağırdı.
Hepsi birlikte tam paltolarını giyerlerken durdular ve yavaşça ona doğru döndüler.
Memur Hardy “Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu.
Caitlin, neredeyse kalbi göğsünden fırlayacak bir haldeyken konuşmak için öksürdü. Bunu onlara söylememesi gerektiğini biliyordu; bu sadece onu delirmiş gibi gösterecekti. Ama bunu artık içinde tutamıyordu.
Caitlin “Ya kızım ele geçirildiyse?” diye sordu.
Hepsi oldukları yerde durup sanki karşılarındaki kadın tamamen çıldırmış gibi şaşkın şaşkın ona baktılar.
İçlerinden biri “Ele geçirilmek mi?” diye sordu.
Caitlin “Ya artık kendi değilse?” diye sordu. “Ya değişiyorsa? Başka bir şeye dönüşüyorsa?”
Odaya ani, yoğun bir sessizlik hâkim oldu ve Caitlin, Caleb, Sam ve Polly de dahil herkesin dönüp ona baktıklarını hissetti. Yanakları sıkıntıdan kızardı. Ama duramadı. Şimdi zamanı değildi. Konuşmayı daha da ileriye götürmeliydi. Ve bunu yaparken bile, bunun bir dönüm noktası olacağını biliyordu, bundan sonra bütün bir kasaba artık ona normal bir insan gözüyle bakmayacak ve hayatı sonsuza dek değişecekti.
“Ya benim kızım bir vampire dönüşüyorsa?”