Читать книгу Görev Yemini - Джек Марс - Страница 10

5. BÖLÜM

Оглавление

10 Haziran

11:15

Queen Anne Bölgesi, Maryland – Chesapeake Körfezinin Doğu Sahili

“Pekala, belki de evi satmalıyız,” dedi Luke.

Sahilde, şu an oldukları yerden yirmi dakika uzaktaki yazlık evlerinden bahsediyordu. Luke ve Becca önlerindeki iki hafta için çok daha geniş ve modern bir ev kiralamışlardı. Luke bu evi daha çok sevmişti, ama burada olmalarının tek nedeni Becca’nın kendi evlerinde olmak istememesiydi.

Luke, Becca’nın çekincesini anlıyordu. Tabii ki. Dört gün önce Becca ve Gunner bu evden kaçırılmışlardı. Luke ise orada değildi ve onları koruyamamıştı. Ölmüş olabilirlerdi. Her şey olabilirdi.

Mutfaktaki büyük ve parlak pencereden dışarı baktı. Gunner kot pantolonu ve tişörtüyle, dokuz yaşındaki çocukların bazen yaptığı gibi hayal dünyasından bir oyun oynuyordu. Birazdan tekneye binip balık avlamaya çıkacaklardı.

Oğlunun görüntüsü onun korku içinde sızlamasına sebep oldu.

Ya öldürülseydi? Ya ikisi birden bir daha bulunmamak üzere kaybolsalardı? Ya bundan iki sene sonra Gunner hayal dünyasında oynayamasaydı? Luke’un kafası karmakarışıktı.

Evet, korkunç bir şeydi. Evet, hiç olmamalıydı. Ama burada söz konusu olan daha büyük olaylar vardı. Luke ve Ed Newsam bir darbe girişimini önlemiş ve demokratik olarak seçilmiş Birleşik Devletler hükümetini, en azından geri kalanlarını idari mevkilerine geri getirmişti. Muhtemelen, Amerikan demokrasisinin ta kendisini kurtarmışlardı.

Bu hoş bir şeydi ama Becca şimdilik bu tür büyük konularla ilgilenmiyordu.

Mavi sabahlığıyla mutfak masasına oturmuş kahvesini yudumluyordu. “Senin için söylemesi kolay. O ev yüz yıldır benim aileme ait.”

Rebecca’nın uzun saçları omuzlarından akıyordu. Mavi gözleri kalın kirpikleriyle çerçevelenmişti. Luke’a göre onun güzel yüzü ince ve yorgun görünüyordu. Bu konuda oldukça rahatsız hissetti. Bütün bu olay Luke’u hasta ediyordu ama her şeyi düzeltebilecek bir şey söylemek aklına gelmiyordu.

Becca’nın yanaklarından bir göz yaşı süzüldü. “Bahçem orada, Luke.”

“Biliyorum.”

“Bahçemde çalışamıyorum çünkü korkuyorum. Kendi evimden korkuyorum, doğduğumdan beri gittiğim bir evden”

Luke bir şey söylemedi.

“Ve Bay ve Bayan Thompson… öldüler. Biliyorsun değil mi? O adamlar öldürdü.” Sertçe Luke’a doğru bakıyordu. Öfkesi gözlerinden okunabiliyordu. Becca’nın Luke’a karşı sinirlenmeye eğilimi vardı, bazen bunlar son derece küçük meseleler oluyordu. Bulaşıkları yıkamayı veya çöpü çıkarmayı unuturdu. O zamanlarda da şimdikine benzer bakışlar atardı. Luke bu bakışların Suçlu Bulundu bakışları olduğunu düşündü. Ve şu an Luke için bu çok fazlaydı.

Zihninde, kısa da olsa komşuları Bay ve Bayan Thompson’ı canlandırdı. Hollywood, yaşlı, iyi komşular arasaydı, onları işe alabilirdi. Luke onları seviyordu, yaşamlarının böyle sona ermesi hiç isteyeceği bir şey değildi. Ama o gün bir çok insan ölmüştü.

“Becca, Thompson’ları ben öldürmedim tamam mı? Öldükleri için üzgünüm, sen ve Gunner, kaçırıldığınız için üzgünüm ve hayatım boyunca üzgün olacağım ve bunu telafi etmek için elimden geleni yaparım. Ama bunu ben yapmadım. Thompson’ları ben öldürmedim. Sizi kaçırması için gelen adamları ben yollamadım. Kafanın içi sanki bunlarla bulanmış gibi ve hayır teşekkür ederim almayayım.”

Bir anlığına sustu. Konuşmayı kesmek için iyi zamandı ama o böyle yapmadı. Kelimeler ağzından boşanıyor gibiydi.

“Tek yaptığım ateş fırtınası ve bombalar arasında işimi yapmaktı. Bütün gece ve gün boyunca beni ve başkanı öldürmeye çalışan birileri oldu. Vuruldum, patlamalar arasında kaldım, arabayla yoldan çıkarak kaza yaptım. Ve Birleşik Devletler Başkanı’nı kesin bir ölümden kurtardım, senin başkanını. Yaptığım buydu.”

Nefesi, sanki kilometrelerce koşmuş gibi hızlanmıştı.

Dediklerinden pişmanlık duydu. Gerçek olan buydu. Yaptığı işin eşine acı veriyor oluşu onu Becca’nın tahmininden çok daha fazla üzüyordu. Tam da bu yüzden geçen sene bu işi bırakmıştı, ama sonra bir gece göreve çağırılmıştı. O gece güne uzamış, hatta uzun ve zor bir geceye daha uzamıştı. Ailesini sonsuza dek kaybettiğini düşündüğü bir gece.

Becca artık ona güvenmiyordu. O da bunu görebiliyordu. Luke’un varlığı Becca’yı korkutuyordu. Olanların nedeni oydu. Pervasız ve aşırı düşkündü, Becca’nın ve biricik oğullarının ölümüne sebep olacaktı.

Yüzünden sessizce göz yaşları süzüldü. Uzun bir dakika geçti aradan.

“ Bunun ne önemi var?” dedi Becca.

“Neyin ne önemi var?”

“Başkanın kim olduğunun ne önemi var? Gunner ve ben ölseydik başkanın kim olduğu umurunda olur muydu?”

“Ama hayattasınız,” dedi. “Ölmediniz. Hayattasınız ve iyisiniz. Arada büyük bir fark var.”

“Tamam,” dedi Becca. “Hayattayız.” Kabul etmek sayılmayacak bir kabul cümlesiydi bu.

“Sana bir şey söylemek istiyorum,” dedi Luke. “Emekliye ayrılıyorum. Artık bu işi yapmayacağım. Önümüzdeki günlerde birkaç toplantıya katılmak durumunda olabilirim ama artık göreve çıkmayacağım. Ben bana düşeni yaptım. Artık bitti.”

Hafifçe başını salladı. Sanki hareket etmek için enerjisi kalmamıştı. “Bunu daha önce de söyledin.”

“Evet. Ama bu sefer ciddiyim.”


*


“Gemi omurgasını her zaman düz tutmaya çalışmalısın.”

“Tamam,” dedi Gunner.

O ve babası balıkçı teknesini takımlarla doldurmuşlardı. Gunner kot pantolon, tişört giymiş ve güneşten korunmak için balıkçı şapkası takmıştı. Bir de havalı göründüğü için babasının verdiği Oakley güneş gözlüklerini takmıştı. Babası da aynı gözlükleri takıyordu.

Tişört güzeldi— 28 Gün Sonra isimli İngilizlerin oynadığı, harika bir zombi filminin tişörtüydü. Tişörtün üzerinde zombiler yoktu, bunu yerine siyah renk üzerine kırmızı biyotehlike işareti vardı. Luke’a göre bu akla uygundu; filmdeki zombiler ölü insanlar değildi. Bir virüs kapmışlardı.

“Şu soğutucuyu diğer alabandaya it bakalım.”

Babası, balığa gittiklerinde hep bu çılgınca kelimeleri kullanırdı. Gunner bunlara bazen gülerdi. “Alabanda!” diye bağırdı. “Hay hay, Kaptan.”

Babası, Gunner’ın soğutucuyu ilk başta koyduğu arka tarafı beğenmedi ve eliyle nereye konulması gerektiğini gösterdi; oturdukları tarafın aksine, teknenin diğer ucuna koyulması gerekiyordu. Gunner da öyle yaptı ve büyük mavi kutuyu oraya itti.

Birbirlerine baktılar. Babası, gözlüklerin arkasından ona komik bir bakış attı. “Nasıl gidiyor evlat?”

Gunner duraksadı. Ailesinin onun için endişelendiğini biliyordu. Gece onun hakkında fısıldayarak konuştuklarını duymuştu. Ama o iyiydi. Gerçekten iyiydi. Korkmuştu, şimdi bile biraz korkuyordu. Hayli ağlamıştı, ama bu çok normaldi. Bazen ağlamak gerekirdi. İçinde tutmak yapılacak şey değildi.

“Gunner?”

Pekala bunun hakkında konuşabilirdi de.

“Baba, bazen insanları öldürüyorsun değil mi?”

Babası başıyla onayladı. “Evet, bazen. Bu, işimin bir parçası. Ama sadece kötü adamları.”

“Aradaki farkı nasıl anlıyorsun?”

“Bazen bu farkı anlamak zor. Ama bazen de kolay. Kötü adamlar kendilerinden daha güçsüz ve korumasızlara veya sadece kendi işiyle ilgilenen masumlara zarar verirler. Benim işim bu kötü adamları durdurmak.”

“Başkanı öldüren adamlar gibi mi?”

Başıyla onayladı.

“Onları öldürdün mü?”

“Bazılarını, evet.”

“Beni ve annemi kaçıranları, onları da öldürdün mü?”

“Evet, öldürdüm.”

“Bunu yaptığına sevindim baba.”

“Ben de, canavar. Onlar tam da öldürülesi adamlardı, iyilik yapmış oldum.”

“Dünyadaki en iyi öldürücü sen misin?”

Babası, başını salladı ve gülümsedi. “Bilmiyorum dostum. En iyi öldürücüler için bir skor tablosu tuttuklarını sanmıyorum. Bu bir spor gibi bir şey değil. Öldürmede dünya şampiyonası yok. Ne olursa olsun, ben artık bütün bu işlerden emekliye ayrılıyorum. Seninle ve anneyle daha fazla vakit geçirmek istiyorum.”

Gunner düşündü. Bir gün önce haberlerde babasını görmüştü. Kısa bir şeydi ama babasının fotoğrafı ve ismi geçmiş, orduda genç halini gösteren bir video gösterilmişti. Luke Stone, Delta Gücü operatörü. Luke Stone, FBI Özel Müdahale Timi. Luke Stone ve takımı Birleşik Devletler Başkanını kurtarmıştı.

“Seninle gurur duyuyorum baba. Dünya şampiyonluğun olmasa da.”

Babası kahkaha attı. İskeleyi işaret etti. “Tamam, hazır mıyız?”

Gunner onayladı.

“Açılır, demir atarız. Çekilen sularda beslenen çizgili levrek bulabilir miyiz bakalım.”

Gunner onaylarcasına başını salladı. İskeleden ayrıldılar ve dalga yaratmadan gidilmesi gereken yerden yavaşça geçtiler. Tekne hızlandı ve Gunner kendini sağlama aldı.

Gunner, önlerindeki ufka doğru bakıyordu. O, gözcüydü. Babasının söylediği gibi gözlerini keskin, başını da oynak tutmalıydı. Baharın erken dönemlerinde üç kere balığa çıkmışlar ama hiçbir şey yakalayamamışlardı. Balığa çıkıp hiçbir şey yakalayamadıklarında babası “şakada” olduklarını söylerdi. Şu an büyük bir şakanın içinde gibilerdi.

Biraz sonra Gunner, sancak tarafında orta mesafede bir uzaklıkta suyun sıçradığını gördü. Beyaz kırlangıçlar suya dalıyor, birer bomba gibi suya çarpıyorlardı.

“Hey, şuna bak!”

Babası başıyla onayladı ve gülümsedi.

“Çizgili levrek?”

Babası başını salladı. “Lüfer.” Sonra da “Tutun.” dedi. Motora tam gaz verdi ve tekne artık hızlanmaya başladı.

Gazı sonuna kadar açtı ve tekne kısa zaman içinde hızlandı, su sıçratmaya başladı, burnu havaya kalktı ve daha da hızlanıyordu, Gunner geriye doğru savruldu. Bir dakika sonra balıkların su sıçrattığı yere gelmişlerdi, yavaşladılar ve tekne yine suya oturdu.

Gunner, tek kancalı birer olta kaptı. Birini babasına verdi ve hiç beklemeden kendi oltasını saldı. Neredeyse anında oltasında kuvvetlice bir çekiştirme hissetti. Oltaya vahşi bir yaşam enerjisiyle sarsılıyordu. Görünmez bir kuvvet, neredeyse oltayı elinden kaybetmesine neden olacaktı. Misina kopmuş olta boşalmıştı. Lüfer kaçıp gitmişti. Söylemek için babasına döndü ama yaşlı adamın oltasında da bir şeyler vardı, oltası neredeyse ikiye katlanmıştı.

Gunner ağı kaptı ve hazırlandı. Gri ve mavi ve yeşil ve beyaz ve oldukça kızgın bir lüfer, sudan kokpite çekilmişti.

“Güzel balık.”

“Şans döndüren!”

Yeşil ağın içindeki lüfer güvertede çırpındı ve zıpladı.

“Onu salacak mıyız?”

“Evet. Bizi kurumuş şansımızdan kurtardı, ama bir çizgili levrekler için buradayız. Lüfer heyecan verici ama çizgili levrekler daha büyük, hem de mangalda daha lezzetli oluyorlar..”

Balık hala çırpınıyor ve Gunner, keskin dişlerinden sadece birkaç santimetre uzaktan tutarak ağzındaki kancayı çıkardığı sırada babasını izliyordu. Babası balığı teknenin yanından suya bıraktı. Bir kuyruk hamlesiyle balık derinlere doğru yöneldi.

Balık gözden kaybolur kaybolmaz babasının telefonu çalmaya başladı. Babası gülümsedi ve telefonuna baktı. Telefonu hemen yanına bıraktı. Telefon titredi ve titredi. Bir süre sonra sustu. On saniye geçmişti ki tekrar çalmaya başladı.

“Cevap vermeyecek misin?” dedi Gunner.

Babası başını salladı. “Hayır. Hatta, telefonumu tamamen kapatacağım.”

Gunner midesinde bir korku hissetti. “Baba, cevap vermek zorundasın. Ya acil bir durumsa? Ya kötü adamlar yine kontrolü ele almaya çalışıyorlarsa?”

Babası Gunner’a sadece bir saniye süren uzun bir bakış attı. Telefon sustu. Ardından tekrar çalmaya başladı. Luke telefonu açtı.

“Stone,” dedi telefondaki ses.

Luke duraksadı ve yüzü değişti. “Selam, Richard. Evet, Susan’ın özel kalemi. Tabii. Sizi daha önce de duymuştum. Pekala, dinleyin. Biraz ara veriyorum tamam mı? Halen Özel Müdahale Timi -veya ismi her neyse, kalıp kalmayacağıma karar vermedim. Evet, anlıyorum ama her zaman acil bir durum vardır değil mi? Kimse beni acil olmayan bir durum için evden aramaz. Tamam… tamam. Eğer Başkan benimle görüşmek konusunda ciddiyse bana telefonumdan ulaşabilir. Bana nasıl ulaşacağını biliyor. Tamam mı? Teşekkür ederim.”

Gunner, babası telefonu kapattı sırada onu izliyordu. Biraz önceki gibi zevk alıyor gözükmüyordu. Gunner farkındaydı, Başkan arasaydı babası hızlıca çantasını hazırlar ve giderdi. Bir başka görev daha, belki halen öldürülmesi gereken kötü adamlara vardı. Gunner ve annesini tekrar yalnız bırakacaktı.

“Baba, Başkan seni arayacak mı?”

Babası, Gunner’ın saçlarıyla oynadı. “Umarım aramaz, canavar. Ne dersin? Hadi gidip biraz levrek avlayalım.”


*

Saatler sonra Başkan hala aramamıştı.

Luke ve Gunner 3 adet çizgili levrek yakalamışlardı. Luke, Gunner’a onların nasıl temizleneceğini ve fileto haline getirileceğini gösterdi. Eski bir şeydi ama öğrenmenin yolu tekrar etmekten geçiyordu. Becca bile bütün bu olaya katılmış, dışarıdaki masaya bir şişe şarap ve peynir ve kraker tabağı hazırlamıştı.

Telefon çaldığı sırada Luke, mangalı henüz yakmıştı.

Derin sesli bir adam: “Ajan Stone?”

“Evet.”

“Birleşik Devletler Başkanı için lütfen hatta kalınız.”

Hissiz bir şekilde bekledi.

Telefondan klik sesi geldi ve Başkanın sesi duyuldu. “Luke?”

“Susan.”

Luke’un aklına bütün ulus ve dünyanın büyük bir bölümünün önünde söylediği “Tanrı Amerika’yı korusun” şarkısını söylerkenki hali geldi. Harika bir andı, ama bir ‘an’ın ötesine geçemedi. Politikacıların iyi olduğu türden bir şeydi.

“Luke, elimizde bir kriz var.”

“Susan, elimizde her zaman bir kriz var.”

“Şu anda kıçıma kadar timsahlarla çevriliyim.”

Hoş. Bunu uzun süredir duymamıştı.

“Bir toplantı düzenliyoruz. Burada, evde olacak. Orada olmana ihtiyacım var.”

“Toplantı ne zaman?”

Hiç tereddüt etmedi. “Bir saat içinde.”

“Susan, trafikle birlikte iki saatlik yol. İyi bir günde anca bu kadar tutar. Şimdi ise yolların yarısı kapalı.”

“Trafikte zaman kaybetmeyeceksin. Şu an yolda sana doğru gelen bir helikopter var. On dört dakika içerisinde orada olacak.”

Luke tekrar ailesine baktı. Becca, kendisine bir bardak şarap koymuş ve Luke’a sırtını dönmüş şekilde oturuyor, suya batan akşamüstü güneşini izliyordu. Gunner ise mangalda pişmekte olan balıklara bakıyordu.

Telefona doğru “Tamam,” dedi Luke.

Görev Yemini

Подняться наверх