Читать книгу Görev Yemini - Джек Марс - Страница 8

3. BÖLÜM

Оглавление

9:03

Bethesda Donanma Tıp Merkezi Bethesda, Maryland

Dizüstü bilgisayarın ekran ışığı, hastanenin tek kişilik odalarından birinin yarı karanlığında titredi. Luke rahatsız bir sandalyede arkasına yaslanmış, ekrana bakıyordu, bilgisayardan kulaklarına bir çift beyaz uzanıyordu.

Zar zor nefes almakla beraber minnet ve ferahlık içindeydi. Son dört, beş saat boyunca zorla nefes almaya çalışmaktan göğsü ağrımıştı. Arada bir ağlamayı düşündü, ama henüz böyle bir şey olmamıştı. Belki daha sonra.

Odada iki yatak vardı. Luke araya birini sokmuştu ve şimdi Becca ve Gunner yatakta uzanmışlar, derince uyuyorlardı. Yatıştırıcı almışlardı ama bunun önemi yoktu. İkisi de kaçırıldıklarından Luke eve girene kadar bir an bile gözlerini kırpmamışlardı.

Şiddetli bir korku içerisinde on sekiz saat geçirmişlerdi. Şimdi ise derin uykudalardı. Ve bu durum uzun bir süre daha devam edecekti.

İkisi de yaralanmamıştı. Evet, bu olayın üzerlerinde bıraktığı duygusal izleri uzun süre taşıyacaklardı ama fiziksel bir yaraları yoktu. Kötü adamlar ellerindeki koza zarar vermemişlerdi. Belki bunda Don Morris’in parmağı vardı, onları korumuştu.

Kısa bir süreliğine Don’u düşündü. Olaylar artık yaşanıp bittiğine göre bunu yapmak uygun göründü. Don, Luke’un en büyük akıl hocasıydı. Luke’un hayatında Don’un sürekli bir yeri vardı; Luke yirmi yedi yaşında Delta Gücü’ne katılığı günden bu sabaha kadar, on iki yıl boyunca birliktelerdi. Don, FBI Özel Müdahale Timi’ni kurduğunda Luke için özel bir yer ayırmıştı. Dahası—onu işe almış, ne yapıp etmiş ve onu Delta’dan çalmıştı.

Ama Don bir noktada dönmüştü ve Luke bunu göremedi. Don, hükümeti devirmeye çalışan komploculardan biriydi. Luke, bir gün Don’un bütün bunları yapmasındaki mantığı anlayabilirdi, ama o gün bugün değildi.

Önündeki bilgisayar ekranında “yeni Beyaz Saray” denilen kalabalık medya odasını gösteren canlı yayını izliyordu. Odada en fazla yüz adet sandalye vardı. Gittikçe artan bir açıyla önden arkaya doğru gidiyordu, bir sinema salonu olarak da kullanılabilirdi. Bütün koltuklar doluydu. Arka duvarda yaslanacak yer kalmamıştı. Kalabalık, sahnenin yanını kaplamıştı.

İçinde bulundukları evin fotoğrafları ekranda göründü. Kuleli, Kraliçe-Anne tarzı 1850’lerden kalma güzel bir malikaneydi. Washington, DC’de, Donanma Gözlem arazisinde bulunuyordu. Çoğunlukla beyaz renkteydi.

Luke bu ev hakkında bazı şeyler biliyordu. Burası onlarca yıl boyunca Birleşik Devletler Başkan Yardımcısına resmi ev sahipliği yapmıştı. Şimdi, ve öngörülebilir gelecek boyunca Başkanın evi olacaktı.

Ekranda tekrar medya odası göründü. Eski Başkan Yardımcısı, bu sabah görev yeminini etmiş ve Başkan olarak sahneye çıkmıştı. Başkan olarak Amerikan halkıyla ilk buluşmasıydı. Koyu mavi bir elbise giymişti, saçları çene hizasından küt kesilmişti. Kıyafetinde potluk vardı bu da içinde kurşun geçirmez materyal olduğu anlamına geliyordu.

Gözlerinde bir şekilde hem sert ve katı hem de yumuşak bakışlar vardı—danışmanları muhtemelen ona aynı anda kızgın, cesur ve umut dolu görünmesini salık vermişlerdi. Bir makyöz yüzündeki yanıkları kapatmıştı. Yaraları görebilmek için onların nerede olduğunu bilmek gerekirdi. Susan odadaki en güzel kadındı, hayatı boyunca da böyle olmuştu zaten.

Öz geçmişi etkileyiciydi. İçinde; genç yaşlarında yaptığı süper modellik, bir teknoloji milyarderinin karısı olmak, bir anne olmak, Kaliforniya’dan Birleşik Devletler Senatörlüğü, Başkan Yardımcılığı, ve şimdi de, bir anda, Başkanlık. Eski Başkan Thomas Hayes bir yeraltı yangınında can vermişti ve Susan hayatta olduğu için şanslıydı.

Luke, onun hayatını dün iki kere kurtarmıştı.

Bilgisayarının sesi şu ana kadar kapalıydı, ve şimdi açtı.

Kurşun geçirmez cam panellerle çevrelenmişti. Onunla birlikte sahnede on Gizli Servis Ajanı duruyordu. Odadaki dolduran gazeteciler onu ayakta alkışlıyordu. TV spikerleri düşük tondan konuşuyorlardı. Kamera, Susan’ın kocası Pierre ve iki kızına döndü.

Sonra tekrar Başkana: kalabalığı sessizleştirmek için ellerini havaya kaldırmıştı. İstemese de, yüzünde parlak bir gülümseme belirdi. Kalabalık yine heyecanlandı. Bu, tanıdıkları Susan Hopkins’di: gündüz programlarına çıkmayı, kurdele törenlerine katılmayı, Parti mitinglerine gitmeyi seven, coşku dolu Susan Hopkins. Şimdi ise küçük ellerini yumruk yapmış ve onları bir hakem edasıyla kafasının üzerine kaldırmıştı.

Kamera pan yaptı. Katılaşmış Washington, DC ve ulusal gazeteciler, insanoğlunun bildiği en bıkkın insan grubu dolu gözlerle ayağa kalkmışlardı. Bazıları açık açık ağlıyordu. Luke bir anlığına çizgili bir takım giymiş ve koltuk değneklerine dayanmış olan Ed Newsam’ı gördü. O da davet edilmişti ama burada, hastanede olmayı tercih etmişti. Başka bir yerde olmak söz konusu olamazdı.

Susan mikrofona geldi. Kalabalık, sadece Susan’ın sesi duyulacak kadar sustu. Kürsüye ellerini koydu, kendini sağlama almak istiyordu sanki.

“Hala buradayız,” dedi, sesi titriyordu.

Kalabalık şimdi tekrar coşkuyla patladı.

“Ve biliniz ki hiçbir yere gitmiyoruz.”

Sağır eden bir gürültü koptu. Luke kulaklığına gelen sesi kıstı.

“İstiyorum ki...” dedi Susan ve tekrar sustu. Bekledi. Alkış devam ediyordu. Bekledi. Mikrofondan bir adım uzaklaştı, gülümsedi ve yanındaki Gizli Servis elemanlarından uzun olanına bir şeyler söyledi. Luke bu adamı tanıyordu. İsmi Charles Berg’di. Susan’ın hayatının kurtulmasında o da yardımcı olmuştu. On sekiz saat boyunca Susan’ın hayatı kesintisiz bir şekilde tehlike içerisindeydi.

Ses biraz azaldığında Susan, kürsüye tekrar yaklaştı.

“Buradan gitmeden önce benimle birlikte bir şey yapmanızı istiyorum,” dedi. “Yapacak mısınız? ‘Tanrı Amerika’yı Korusun’ söyleyeceğiz. Her zaman en sevdiğim şarkı olmuştur.” Sesi çatladı. “Ve bu akşam bu şarkıyı söylemek isterim. Benimle söyleyecek misiniz?”

Kalabalık onay verircesine kükredi.

Söylemeye başladı. Yardım almadan, o küçük ve eğitimsiz sesiyle söyledi. Yanında ünlü bir şarkıcı yoktu. Ona eşlik eden birinci sınıf müzisyenler yoktu. Odadaki kalabalığın, dünya çapında ekranlardaki milyonların karşısında tek başına söyledi.

“‘Tanrı Amerika’yı korusun,’” diye başladı. Sesi küçük bir kızınki gibi çıkıyordu. “‘Sevdiğim vatan.’”

Gökdelenlerin arasında yükseğe gerilmiş bir ipe çıkan bir cambazı izlemek gibiydi. İnanmıştı. Luke boğazında bir düğüm hissetti.

Kalabalık onu yalnız bırakmadı, bir sel gibi bir anda ona katıldılar. Dahası, daha güçlü sesler de ona katılmıştı. Ve o, onları yönetiyordu.

Karanlık odanın dışında, hastane koridorunun sonunda görev başındakiler de söylemeye başladılar.

Luke’un yanındaki yatakta yatan Becca uyandı. Gözleri açılmıştı ve bir anlığına nefesi kesilmiş gibi ses çıkardı. Başını hızla sağa ve sola çevirdi. Yataktan fırlamaya hazırdı. Luke’un orada olduğunu görmüştü ama sanki onu tanımamıştı.

Luke kulaklıklarını çıkardı. “Becca,” dedi.

“Luke?”

“Evet.”

“Bana sarılır mısın?”

“Evet.”

Dizüstü bilgisayarı kapattı. Becca’nın yanına, yatağa uzandı. Vücudu sıcaktı. Ona baktı, bir süper model kadar güzeldi. Becca ona sıkıca sokuldu. Luke da onu güçlü kollarıyla sımsıkı sardı. O kadar sıkı tutuyordu ki sanki Becca olmak istiyordu.

Bu, Başkan’ı izlemekten daha iyiydi.

Koridorun sonunda, barlarda, restoranlarda, evlerde, arabalarda ve ülkenin her yerinde insanlar şarkı söylüyordu.

Görev Yemini

Подняться наверх