Читать книгу Kahramanların Görevi - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 11

4

Оглавление

MacGil kalesinin üst katlarında kendi özel işleri için kullandığı kabul odasındaydı. Bu odaya özgü olan tahtadan oyulma tahtının üstünde oturmuş, karşısında duran dört çocuğuna bakıyordu. Aralarında en büyük olan Kendrik yirmi beş yaşındaydı; gerçek bir savaşçı ve çentilmedi. İçlerinde MacGil’e en çok benzeyenin o olması ironikti; çünkü Kendrik bir piçti. MacGil’in uzun süre önce unuttuğu bir kadından kalma bir hatıra. Kraliçe’nin tüm itirazlarına ve onun asla tahta çıkamayacağını söylemesine rağmen Kral bu çocuğu öz evlatlarından ayırmamıştı. Aslında bu durum MacGil’ epey üzüyordu; çünkü Kendrik tanıdığı en nitelikli insanlardan biriydi ve tahtı için gurur duyduğu bu genç adamdan daha uygun birini düşünemiyordu.

Hemen Kendrik’in yanında ise pek iç açıcı durumda olmayan, yirmi üç yaşındaki ilk öz evladı duruyordu. Çelimsiz, avurtları içine çökmüş ve rahatsız edici bakışlara sahip olan Gareth’ın özellikleri ağabeyinin tam tersiydi. Açık sözlü bir kişi olan Kendrik’in aksine Gareth, düşüncelerini herkesten saklardı. Gurur sahibi ve asil bir kişi olan Kendrik’in yanında Gareth, karaktersiz ve yalancı biri sayılırdı. Oğlu hakkında böyle düşünmek MacGil’i çok üzerdi ve bunu düzeltmek için defalarca uğraşmıştı; ancak gençlik yıllarından sonra Gareth’ın nasıl biri olacağını az çok anlamıştı; kafasında üç kağıtlar çeviren, güce aç ve akla gelebilecek en kötü şekillerde hırslı bir insan. Ayrıca MacGil oğlunun kadınlardan değil de erkeklerden hoşlandığını çok iyi biliyordu. Diğer kralların çocuklarını dışlayacağı yerde, daha açık fikirli olan MacGil, böylesi bir şeyin insanın çocuğunu sevmemesi için yeterli olamayacağını düşünüyordu. O yüzden erkeklerden hoşlanan oğlunu bunun için asla suçlamadı. Onu sevmemesinin nedeni, artık daha fazla görmezden gelemediği düzenbaz yanıydı.

Gareth’ın hemen yanında ikinci doğan kızı vardı. Kısa bir süre önce on altı yaşına basmış olan Gwendolyn, Kral’ın görmüş olduğu en güzel kızdı belki de. Fakat kızın kişiliği, güzelliğini bile geride bırakıyordu; nazik, cömert ve dürüst olan bu kız, Kral’ın tanıdığı en hoş genç kadındı. Bu yanıyla Kendrik’e benziyordu. Bir kızın babasını ne kadar sevebilirse Kral’ı o kadar seven bu genç kadının sadakati, babasını ona hayran bırakıyordu. Oğullarına nazaran kızıyla daha çok gururlanıyordu.

Hemen kızın yanında duran genç adam ise Kral’ın erkekliğe ilk adımlarını atan en küçük çocuğu Reece’di. Epey atılgan olan on dört yaşındaki bu genç adamın Lejyon’a girebilmek için gösterdiği çabalar onun gelecekte nasıl bir adam olacağını kanıtlamaya yetiyordu. Bir gün onun harika bir evlat ve lider olacağından kuşkusu yoktu. Ancak o güne henüz vardı. Bu genç adamın öğrenmesi gereken çok şey vardı.

Çocuklarını inceleyen MacGil’in onlarla ilgili duyguları karışıktı. Gurur ve hayal kırıklığı iç içeydi. Ayrıca bu görüşmede iki çocuğunun eksik olması biraz sinirlerini bozmuştu. En büyükleri olan Luanda’nın düğüne hazırlandığı için burada olmaması gayet normaldi. Hem zaten başka bir krallığa gelin olarak gideceği için tahtın varisiyle ilgili yapılan bu toplantıya katılması için bir neden de yoktu. Ancak on sekiz yaşındaki ortanca oğlu Godfrey’in onu ciddiye almamış olması Kral’ı epey bozmuştu.

Henüz çocuk yaşlardan beri krallık işlerine karşı ne kadar ilgisiz olduğunu açıkça gösteren Godfrey’in ülkeyi hiçbir zaman yönetemeyecek olması bilinen bir şeydi. Bunun yerine Godfrey tüm gününü meyhanelerde kötü niyetli insanlarla geçiriyor ve kraliyet ailesinin ismine sürekli leke sürüyordu. Tembel bir insan olan Godfrey günün yarısını uyuyarak, diğer yarısını içki içerek geçiriyordu. Kral hem onun burada olmayışına seviniyor hem de yokluğunda yediği haltları düşünerek, kendi adına utanıyordu. Onun gelmeyeceğini önceden tahmin eden Kral, adamlarını erken saatlerde meyhanelere yollayıp, onu getirmelerini emretmişti. Şu an hep beraber, sessizlik içinde onu bekliyorlardı.

Ağır meşe kapı sonunda açıldı ve muhafızlar Godfrey’i sürükleyerek içeri girdiler. Godfrey’i odanın içine doğru itekledikten sonra ise kapıyı kapayarak dışarı çıktılar.

Diğer çocuklarının hepsi bakışlarını Godfrey’e çevirdiler. Derbeder haldeki Godfrey yarı çıplaktı ve leş gibi içki kokuyordu. Tıraşsız suratını onlara döndürerek, gülümsedi. Her zamanki gibi saygısızdı.

“Merhaba baba” dedi. “Yoksa tüm eğlenceyi kaçırdım mı?”

“Sesini kesip kardeşlerin gibi ben konuşana kadar bekleyeceksin. Yoksa tanrı yardımcım olsun ki seni sıradan bir mahkum gibi zindanlarda zincire vurdururum. Ve içkiyi bırak, kendine yiyecek bir şey bulamamanı sağlarım.”

Godfrey küstah bakışlarıyla babasına adeta meydan okuyordu. Kral bu bakışların ardında sanki bir güç, kendisine benzettiği bir yan gördü. Bir gün iyi amaçlara hizmet edebilecek bir pırıltı. Tabii bunun için Godfrey’in önce biraz iradeli olması gerekiyordu.

Sonuna kadar küstahlığı elden bırakmayan Godfrey, nihayet direnmekten vazgeçip babasının sözlerine uydu.

MacGil beş çocuğunu da incelemeye başladı; piç, namussuz, sarhoş, kızı ve en küçük evladı. Bu ilginç karışımın kendisinin eseri olması ona şaşırtıcı geliyordu. Ve şimdi en büyük kızının düğününde kalkıp bir de bu grup arasından kendine br varis seçmesi gerekiyordu. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi ki?

Boşuna uğraşmış olacaktı; ne de olsa en verimli çağındaki MacGil en az otuz sene daha tahtta oturmayı düşünüyordu. Bugün seçeceği varis belki onlarca yıl tahta oturamayacaktı bile. Bu gelenek epey canını sıkıyordu. Belki atalarının zamanında işe yarıyordu, ama şuan kesinlikle kullanışlı değildi.

Boğazını temizledi.

“Bugün burada bir geleneğimiz sebebiyle toplandık. Sizin de bildiğiniz gibi en büyük kızımın evlendiği gün kendime bir varis seçmem gerekiyor. Ölmem halinde, bu krallığı annenizden daha iyi yönetecek birinin olamayacağına şüphem yok. Fakat krallık yasaları sadece kral çocuklarının bu göreve getirilebileceğini söylüyor. İşte bu yüzden, bir seçim yapmam lazım.”

Soluklanan MacGil düşünüyordu. Sessizliğin çöktüğü oda beklentilerle dolup taşıyordu. Her bir çocuğunun yüzünde farklı bir ifade vardı. Asla seçilmeyeceğini bilen piç, çoktan pes etmişti. Hırstan gözü dönmüş üçkağıtçı ise kendisinin seçileceğin emin gibiydi. Olan biteni umursamayan sarhoş camdan dışarı bakıyordu. Bu görüşmenin bir parçası olmadığını bilen kızı ise yine de ona sevgi dolu gözlerle bakıyordu. En genç çocuğu da gene neşeli gözlerle ona bakıyordu.

“Kendrik, seni her zaman öz oğlum gibi görmüşümdür. Ancak krallık kanunları tahtı sana devretmemi engelliyor.”

Başını öne eğen Kendrik, “Baba, senden böyle bir beklentim zaten yok. Ben kendi payıma düşenden memnunum. Lütfen bu durumun seni üzmesine izin verme.”

Çocuğun bu samimi cevabından acı duyan MacGil onu varis atayabilmeyi hiç olmadığı kadar çok istedi.

“Geriye dördünüz kalıyor. Reece, sen harika bir genç adamsın, belki de gördüklerim arasında en iyisin. Ancak taht içinde henüz çok gençsin.”

Kafasını hafifçe önce eğen Reece, “Farkındayım, baba.” dedi.

“Godfrey sen üç meşru oğlumdan birisin. Ancak tüm gününü meyhanelerde pislik için geçiriyorsun. Akla gelebilecek her türlü fırsat önüne konduğu halde, sen bunların hepsini elinin tersiyle ittin. Eğer bu hayatta yaşadığım büyük bir hayal kırıklığı varsa, o da sensindir.”

Suratını ekşiten Godfrey huzursuzca kıpırdandı.

“O halde buradaki işim bittiğine göre artık meyhanelere geri dönebilirim sanırım?” Hızlı ve saygısızca bir reveransın ardından yalpalayarak odadan dışarı çıkmak için arkasını döndü.”

MacGil, “Yerine geri dön!” diye bağırdı. “DERHAL!”

İstifini bozmayan Godfrey meşe kapıya doğru ilerledi ve onu açtı. İki muhafız kapıda bekliyordu. MacGil’in öfke dolu bakışlarını gören muhafızlar ne yapmaları gerektiğini anlamaya çalışıyorlardı. Fakat çabuk davranan Godfrey hızla koridora çıktı.

MacGil, “Onu göz altın alın!” diye adamlara selendi. “Ve Kraliçe’den uzak tutun. Kızının evleneceği günde oğullarından birini bu halde görmesini istemiyorum.”

“Emredersiniz lordum” diyen muhafızlar kapıyı kapattıktan sonra Godfrey’in peşine takıldılar.

MacGil sakinleşmeye çalışıyordu. Böylesi bir çocuğu hak etmek için ne yaptığını belki bininci kere düşünmeye başladı. Bakışlarını geride kalanlara çevirdi. Sessizlik içinde onu bekliyorlardı. MacGil derin bir nefes alarak konuya odaklanmaya çalıştı.

“Geriye sadece ikiniz kaldı” diyerek sözlerine devam etti. “Ve ben seçimimi yaptım.”

MacGil kızına döndü.

“Varisim sen olacaksın, Gwendolyn.”

Odada herkes nefeslerini tuttu; başta Gwendolyn olmak üzere çocukların hepsi şaşkına dönmüştü.

“Doğru mu duydum baba?” diye sordu Gareth. “Gwendolyn mi dedin?”

Gwendolyn, “Baba beni çok gururlandırdınız” dedi. “Ancak bunu kabul edemem. Ben bir kadınım.”

“Doğru, şimdiye kadar MacGil’lerden hiçbir kadın tahta oturmadı. Ancak artık bu adeti değiştirmenin vakti geldi diye düşünüyorum. Sen tanıdığım genç kadınlar arasında en düzgünü ve vicdanlısısın. Henüz genç olabilirsin, ancak Tanrı yardımcım olsun ki henüz ölmek gibi bir niyetim yok. Tahta geçeceğin zaman geldiğinde, krallığı yönetecek bilgeliğe ulaşmak olacaksın.”

Suratının rengi solmuş olan Gareth bağırdı, “Fakat baba! En büyük meşru çocuğun benim. MacGil’lerin tarihinde tahta her zaman en büyük çocuk geçmiştir!”

“Kral benim!” diye cevapladı MacGil sert bir ifadeyle. “Ve geleneği ben belirim.”

Gareth, yalvaran bir sesle, “Fakat bu adil değil” dedi. “Kral olması gereken bendim, kız kardeşim değil! Bir kadın hiç değil!”

Öfkeden titreyen MacGil, “Diline hakim olan evlat!” diye bağırdı. “Ne hakla benim hükmümü sorgularsın?”

“Bir kadın için es mi geçiliyorum? Beni bu kadar küçük mü görüyorsun?”

“Kararımı verdim” dedi MacGil. “Buna saygı gösterecek ve boyun eğeceksin, tıpkı tüm tebaamın yapacağı gibi. Şimdi beni yalnız bırakın.”

Hızlı bir reveranstan sonra hepsi odadan çıktı. Gareth hariç. Kendini odadan çıkmaya ikna edemiyordu. Dönüp, babasına doğru baktı.

MacGil oğlunun suratındaki hayal kırıklığını görebiliyordu. Bugün tahtın bir sonraki varisi seçilmeyi beklediği çok açıktı. Bunu tüm varlığıyla istiyor olduğu da ortadaydı. İşte MacGil’de bu yüzden ona krallığı teslim etek istemiyordu.

“Benden neden nefret ediyorsun baba?” diye sordu.

“Senden nefret ettiğim yok. Sadece krallığımı yönetmeye uygun değilsin.”

Gareth sebebini öğrenmekte ısrarlıydı. “Peki neden?”

“Çünkü senin kusurun tam da krallığı bu kadar çok istiyor olmanda.”


Gareth’ın suratı koyu bir kırmızıya döndü. MacGil ona gerçek doğasını hatırlatmış olmalıydı. Çocuğunun nefret dolu gözleri gibisini daha önceden hiç görmemişti.

Başka bir şey demeyen Gareth kapıyı ardından çarparak odayı terk etti.

Çarpan kapının yankısı Macgil’i ürpertti. Oğlunun gözlerindeki nefret düşmanlarında bile yoktu. O an aklına Argon’un dedikleri geldi. Tehlikenin sandığından daha yakın olmasıyla alakalı sözleri.

Gerçekten bu kadar yakın olabilir miydi?

Kahramanların Görevi

Подняться наверх