Читать книгу Kahramanların Görevi - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 8

2

Оглавление

İçi öfkeyle dolup taşan Thor, saatlerce tepelerde dolaştı. En sonunda kendine oturacak bir yer buldu ve buradan ufku izlemeye başladı. Uzakta kaybolan at arabalarını ve arkalarından kaldırdıkları tozu uzun süre izledi.

Bu köyü bir daha kimsenin ziyaret etmeyeceğini düşündü. Artık onun kaderi, eline geçecek başka bir şansın umuduyla, yıllarca bu köyde beklemekti. Tabii eğer dönerlerse ve babası da izin verirse. Ömrünün geri kalanını babasıyla o evde tek başına geçirecekti. Babasının bunu burnundan getireceğine dair hiçbir şüphesi yoktu. O, babasının uşaklığını yaparken yıllar geçecek ve kardeşleri zafer, şöhret gibi şeylerin peşinden koşarken, Thor babası gibi önemsiz ve sıradan bir hayata sahip olacaktı. İnsanların onu böyle küçük düşürmüş olmasına tahammül edemiyordu. Onu bekleyen hayat bu olmamalıydı. Bundan emindi.

Thor bu gidişata bir çözüm bulabilmek için saatlerdir kafa patlatıyordu. Ancak acı da olsa, yapamayacağı bir şey olduğunu kabul etmek üzereydi. Hayatın ona dağıttığı kartlara isyan edemezdi.

Bu şekilde saatlerce oturduktan sonra, umutsuz bir şekilde yerinden doğrulan Thor, çok iyi bildiği bu tepelerde tekrar dolaşmaya ve sürekli daha yükseğe doğru çıkmaya başladı. En sonunda ise kaçınılmaz olarak en yüksek noktaya, yani sürünün olduğu yere geri dönmüştü. O tepeye tırmandıkça, güneşlerden ilki batmaya başlamıştı. En tepe noktasına ulaşmış ikinci güneş ise havaya yeşilimsi bir ton katıyordu. Acelesi olmayan Thor, deri sapı eskimiş sapanını çıkardı. Kalçasının üzerinde duran, içi, her biri diğerinden daha pürüzsüz taşlarla dolu küçük çuvalına uzandı. Bunları bazen kuşlara, bazen sürüngenlere fırlatırdı. Zaman içinde alışkanlık haline getirdiği şeylerden biriydi bu da. İlk başlarda attığı her şeyi ıskaladığı halde, bir gün hareket halindeki bir hedefi vurduğundan beri bir daha asla ıskalamamıştı. Artık Thor’un bir parçası haline gelen taş fırlatma eylemi, aynı zamanda öfkesini boşaltmak için kullandığı bir yoldu da. Ağabeyleri kılıçlarıyla bir odunu baştan aşağı yarabilirlerdi, ancak onun yaptığı gibi gökteki bir kuşu vurabilmelerine imkan yoktu.

Kafası pek yerinde olmayan Thor, çuvalından çıkardığı taşlardan birini sapana yerleştirerek, sanki karşısında babası varmış gibi tüm gücüyle fırlatıverdi. Hızla fırlayan taş, uzaktaki ağaçlardan birinin dalını yerinden düşürdü. Hareket halindeki hayvanları öldürebildiğini fark ettikten sonra bunu bir daha yapmamaya karar vermişti, çünkü hiçbir hayvanın canını bu şekilde yakmak istemiyordu. O yüzden artık tek hedefi ağaç dallarıydı. Ancak önceleri sürüsünün peşine takılan tilkiler, bu duruma bir istisnaydı. Onlar da zaman içinde Thor’un koyunlarına bulaşmamayı öğrenmişler ve bu da çocuğun sürüsünü, köydeki en güvenli sürü haline getirmişti.

Ağabeylerini ve şu an nerede olabileceklerini düşünen Thor, öfkelendi. Bir gün içinde Kraliyet Sarayı’na varırlardı. Onları sarayın girişinde karşılayan şık giyimli insanları ve onurlarına yapılacak töreni kafasında canlandırabiliyordu. Gümüşler ve diğer savaşçılar da onları selamlamak için orada olacaklardı. Ağabeylerine Lejyon’un kışlasında kalacakları bir yer temin edilecek, Kral’ın özel arazisinde en iyi silahlarla eğitimlerine başlayacaklardı. Ünlü bir şövalyenin yanında silahtarlık görevine atanacaklardı. Sonra bir gün onlarda şövalyelik unvanını alacak ve şahıslarına özel atlarına binip, onlar için özel olarak dövülmüş kılıçlarını kuşandıktan sonra, kendi silahtarlarına emirler yağdıracaklardı. Tüm festivallerin ve Kral’ın yemek masasının ayrılmaz bir parçası haline geleceklerdi. Bu büyülü yaşam şansı, Thor’un parmaklarının arasından kayıp gitmişti.

Kendini tükenmiş hisseden Thor, tüm bu düşünceleri kafasından uzaklaştırmaya çalışıyor, fakat bunu başaramıyordu. Kafasının derinliklerindeki bir ses, ona haykırıyordu. Pes etmemesi gerektiğini, onu, bundan daha önemli bir yazgının beklediğini söylüyordu. Gerçi Thor bunun ne olduğunu bilmese bile, en azından bu köyde olmadığını biliyordu. Her zaman kendini diğerlerinden daha farklı hissetmişti. Hatta belki biraz daha özel biriymiş gibi. Diğer insanlar onu anlayamıyor ve üstüne üstlük bir de küçümsüyorlardı.

Tepenin en üstüne çıkan Thor, sürüsünü gördü. İyi eğitilmiş olan bu hayvanlar halen bir arada duruyor ve kayda değer ne kadar ot varsa çiğniyorlardı. Hayvanların arkasına çizdiği kırmızı işaretlere bakarak, onları sayan Thor, dehşete düştü. Çünkü içlerinden biri eksikti.

Tekrar ve tekrar saydı. Sahiden de birinin kaybolmuş olduğuna halen inanamıyordu.

Daha önce tek bir koyun dahi kaybetmemiş olan Thor, babasının bunu affetmeyeceğini biliyordu. Fakat onu asıl endişelendiren şey, koyunlardan birinin tek başına, vahşi hayvanların arasında kalmış olabileceği düşüncesiydi. Masum bir şeyin acı çektiğini görmek kadar tahammül edemediği bir şey yoktu.

Tepenin kenarına ulaşan Thor, buradan etrafı incelemeye başladı. Kırmızı lekeli hayvanı, uzaktaki tepelerden birinde tespit etti. Bu sürünün asisi buydu demek ki. Hayvan sadece kaçmakla kalmamış, üstüne üstlük birde batıya, Kara Orman’a doğru gitmişti.

Bunu gören Thor, yutkundu. Çünkü Kara Orman’a sadece koyunların değil, insanların da girmesi yasaktı. Köyün sınırları dışında kalan bu yere girilmemesi gerektiğini Thor, neredeyse yürümeye başladığı günden beri biliyordu. Bu yüzden daha önce oraya adımını dahi atmamıştı. Efsanelere göre oraya giren kişiyi kesin bir ölüm bekliyordu. İçerisinin, tekinsiz görünümlü ağaçlar ve vahşi hayvanlarla kaynadığı söylenirdi.

Kararan gökyüzünü bakan Thor, ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Koyununu öylece bırakıp, gidemezdi. Eğer hızlı davranırsa, onu zamanında alıp, geri dönebileceğini düşündü.

Thor son bir kez sürüsüne baktıktan sonra, gökyüzünde toplanmaya başlayan bulutların altında batıya, yani Karanlık Orman’a doğru hızla koşmaya başladı.

Kendini bitkin hissetse de, bacakları dayanıyordu. Zaten istese bile artık geri dönemeyeceğinin farkındaydı.

Yaptığı bu işin, bir kabusun içine doğru koşmaktan hiçbir farkı olmadığını biliyordu.

*

Hızını hiç kesmeden tepeleri aşan Thor, Karanlık Orman’ın sınırına kadar vardı. Koyuna ait izler, ağaçların başladığı noktada kesiliyordu. Thor ayaklarının altında kalan yaprakları ezerek, bu ürkütücü ormanın içine doğru ilk adımlarını attı.

Ormana girer girmez etrafını saran çam ağaçları, gökyüzünü kararttı. Burası, dışarıya göre epey soğuktu. Daha ormanın girişinde olmasına rağmen bir esinti hissetmeye başlamıştı. Fakat bu esintinin kaynağı tek başına karanlık veya soğuğun kendisi değil, şu an adını koyamadığı başka bir şey gibiydi sanki. Thor, bir şeylerin onu izliyor olduğunu düşündü.

Thor gövdeleri kendisinden bile iri olan tarihi ağaçların, rüzgarda sallanan ve çatırdayan dallarını izliyordu. Ormanın elli metre kadar içine girmişti ki, ne tür bir hayvana ait olduğunu bilmediği sesler duymaya başladı. Dönüp arkasına baktığı zaman, ormana giriş yaptığı yeri zar zor görebildi. Biraz daha ilerlerse buradan asla çıkamayacağını düşünen Thor, tereddüt etti.

Karanlık Orman her zaman köyünün ve düşüncelerinin dışındaki gizemli bir yer olarak kalmıştı. Şimdiye kadar koyunlarından birini bu ormanda kaybeden hiçbir çoban, onun peşinden gitmeye cesaret edememişti. Hatta babası bile. Bu ormanla ilgili efsaneler hem korkutucu hem de akılda kalıcıydı.

Ancak bugünü Thor için farklı kılan o şey her ne ise bu efsaneleri umursamamasına ve tüm tedbirleri elden bırakmasına neden oluyordu. Çünkü içten içe sınırlarını zorlamak ve evinden olabildiğince uzaklara gitmek istiyordu. Hayatın onu nereye sürükleyeceğini merak ediyordu.

Biraz daha ilerledikten sonra hangi yöne ilerlemesi gerektiğinden emin olamayan Thor, durakladı. Yerdeki ezilmiş dalları takip etmeye karar verdi.

Aşağı yukarı bir saat geçmişti ki Thor tamamen kaybolduğunu anladı. Arkasını dönerek geldiği yönü anlamaya çalışsa bile, bunu başaramadı. Ürpermeye başlayan Thor, tek çıkış yolunun ilerlemek olduğuna karara verip, yürümeye başladı.

İlerdeki ağaçların arasından sızan güneş ışıklarını fark eden Thor, o yönde ilerlemeye başladı. Işığın düştüğü yerdeki küçük bir açıklığa ulaşan Thor, karşısında duran şeyi görünce yerinden kıpırdayamadı.

Mavi satenden uzun bir cüppe giyen biri, sırtı ona dönük halde duruyordu. Thor, sırtı dönük bu kişinin insan olmama ihtimali olduğunu sezdi. Bu sanki tamamen başka bir yaşam formuydu. Belki bu bir druid olabilir, diye düşündü Thor. Uzun boylu ve dimdik duran bu kişinin kafasını bir başlıkla örtmüştü ve o kadar sakin görünüyordu ki, sanki bu dünyada hiçbir şey umurunda değildi.

Thor derhal tek dizinin üzerine çöktü ve kafasını eğdi.

“Efendim, sizi rahatsız ettiğim için özür diliyorum.”

Kral’ın danışmanlarına yapılacak bir saygısızlığın cezasının hapis veya ölüm olacağını henüz çocuk yaştayken öğrenmişti.

“Ayağa kalk çocuk.” dedi Argon. “Eğer diz çökmeni isteseydim, bunu sana söylerdim.”

Yavaşça doğrulan Thor, bakışlarını adama çevirdi. Thor’a doğru ilerleyen Argon, bakışlarını çocuğun üzerine dikti. Thor bundan rahatsız olmuştu.

“Annenin gözlerini almışsın.” dedi Argon.

Bu cümle Thor’u geçmişe götürdü. O asla annesini tanıyamamış ve babası dışında annesini bilen biriyle konuşmamıştı. Ona anlatılana göre annesi doğum esnasında ölmüştü. Bu durum Thor’un her zaman suçluluk hissetmesine neden olurdu. İçten içe ailesinin ondan nefret etme sebebinin bu olduğunu farz ediyordu.

“Sanırım beni başka birisiyle karıştırdınız” dedi Thor. “Benim annem yoktur.”

Sırıtan Argon, “Öyle mi?” dedi. “Seni bir erkek mi doğurdu yoksa?”

“Kastettiğim, efendim, annemin doğum esnasında ölmüş olmasıydı. Bu yüzden beni karıştırıyor olmalısınız.”

“Sen McLeod klanından, Thorgrin’sin. Dört kardeşin en küçüğü. Hani şu seçilmemiş olan.”

Thor’un gözleri şaşkınlıkla açıldı. Kafası karışmıştı. Argon’un pozisyonuna sahip birinin onu tanıyor olmasını aklı almıyordu. Köyün dışında onu tanıyan birinin varlığı bile Thor’u şaşırtmaya yeterdi.

“Bunu nasıl bilebilirsiniz?”

Gülen Argon, soruyu cevaplamadı.

Thor aşırı derecede meraklanmıştı.

“Nasıl..” diye geveleyen Thor, zor da olsa sözlerine devam etti, “…nasıl olur da annemi tanıyabilirsiniz? Onunla tanışıyor muydunuz? Kimdi o?”

Arkasını dönen Argon, yürümeye başladı.

Arkası Thor’a dönük olan Argon, “Bunlar başka bir zaman cevaplanacak sorular” dedi.

Uzaklaşan adamı izleyen Thor’un kafası karışmıştı. Bu o kadar sarsıcı ve gizemli bir karşılaşma olmuştu ki. Ayrıca birden olup bitivermişti. Adamın bu şekilde ayrılmasına müsaade edemeyeceğine karar veren Thor, onun peşine koştu.

Thor adamın arkasından, “Burada ne arıyorsunuz?” diye seslendi. Fil dişinden yapılma kadim bir asa taşıyan Argon, insanı şaşırtacak derecede hızlı yürüyordu. “Benim için gelmemiştiniz, değil mi?”

Argon, “Başka kimin için olabilir ki?” diye sordu.

Onu yakalamaya çalışan Thor, adamın ardından açıklığı geçip, tekrar ormanın içine daldı.

“Fakat neden ben? Burada olacağımı nereden bildiniz? Benden istediğiniz nedir?”

“Ne çok soru soruyorsun” dedi Argon. “Etraf soruyla doldu taştı. Bunun yerine dinlemeyi öğrenmelisin.”

Yoğun ağaçların arasından adamı takip eden Thor, elinden geldiğince sessiz kalmaya çalıştı.

Argon, “Kayıp koyunu bulmak için buraya geldin.” dedi. “Asilce bir davranış. Ancak vaktini boşa harcadın. Koyununu kaybedeceksin.”

Thor’un gözleri endişeyle açıldı.

“Bunu nereden biliyorsunuz?”

“Senin varlıklarını asla bilemeyeceğin alemler biliyorum çocuk. En azından şimdilik bilemeyeceğin.”

Adamın peşinden ilerleyen Thor meraklanmıştı.

“Gerçi sözümü dinlemeyeceğini biliyorum. Senin yapın böyle. İnatçısın. Tıpkı annen gibi. Koyunun kurtarabilmek için yılmadan peşinden gideceksin.”

Argon’un düşüncelerini okuyor olması, Thor’u utandırdı.

“Cesur bir çocuksun.” diye ekledi Argon. “Güçlü bir iradeye sahipsin. Aşırı gururlusun da. Bunlar iyi özelliklerdir. Ancak bir gün sonunu da hazırlayabilirler.”

Argon yosun tutmuş kayalık bir yoldan kolayca çıkmaya başlamıştı.

“Kraliyet Lejyonu’na katılmak istiyorsun” dedi.

Heyecanlanan Thor, “Evet!” diye haykırdı. “Peki hiç şansım var mı? Bunun gerçekleşmesini sağlayabilir misiniz?”

Gülen Argon’un kalın ve derinden gelen kahkahası Thor’un tüylerini diken diken etti.

“Her şeyin ve hiçbir şeyin olmamasını sağlayabilirim. Senin kaderin çoktan çizildi. Fakat bunu kabul edip etmemek senin elinde.”

Thor adamın ne kastettiğini anlamamıştı.

Yolun tepesine ulaştıkları zaman, Argon arkasını döndü ve Thor’un gözlerinin içine baktı. Aralarındaki mesafe o kadar azdı ki, Thor, adamdan yayılan enerjinin tenini yaktığını hissediyordu.

“Kaderini izlemen çok önemli” dedi Argon. “Sakın onu terk edeyim deme.”

Thor iyice şaşırmıştı. Onun kaderi nasıl önemli olabilirdi ki? Kendiyle biraz gurur duydu.

“Anlamıyorum. Bulmaca gibi konuşuyorsunuz. Bana lütfen daha fazlasını anlatın.”

Ancak Argon bir anda kayboldu.

Thor buna inanamıyordu. Her tarafa dikkatli baktı, olası sesleri dinledi. Ancak adama dair hiçbir ipucu yoktu. Acaba bunların hepsini hayal etmiş olabilir miyim, diye düşündü. Bu gördükleri bir çeşit düş müydü?

Thor bulunduğu yerin ona iyi bir görüş açısı sağladığını fark etti. Etrafa biraz bakındıktan sonra, biraz uzakta bir hareket gördü. Ardından sesini de duyunca, koyununu bulduğunu anladı.

Yosunlu yoldan düşe kalka aşağı inerek, koyunun olduğu tarafa doğru, tekrar ormana girdi. Argon’la yaşadığı bu karşılaşmayı aklından bir türlü atamıyordu. Bunun gerçekten olmuş olduğuna inanabilmek, ona imkansız geliyordu. Kral’ın Druid’inin burada ne işi vardı ki? Thor’u beklediği ortadaydı. Fakat neden? Hem şu kaderiyle ilgili söyledikleri de neyin nesiydi?

Thor ne kadar uğraşırsa uğraşsın, anlayamıyordu. Argon hem devam etmemesi için onu uyarırken, bir yandan da gitmesi için aklını çeliyordu. İçi kötü bir hisle dolmaya başlayan Thor, sanki her an kötü bir şeyler olabilirmiş gibi hissetmeye başladı.

Başka bir yola doğru giren Thor, karşılaştığı görüntü karşısında donup kaldı. En korkunç kabusları gerçek olmuştu. Tüyleri diken diken olan Thor, Karanlık Orman’ın bu kadar içlerine dalarak ne büyük bir hata yapmış olduğunu o an anladı.

Tam karşısında, en fazla otuz metre ilerisinde bir Sybold duruyordu. Neredeyse bir at kadar büyük olan bu yapılı ve iri hayvan, Karanlık Orman’ın, hatta belki de tüm Krallığın en çok korkulan hayvanıydı. Thor daha önce bu hayvana hiç rastlamamış olsa bile hakkında anlatılan hikayeleri çok dinlemişti. Andırdığı aslanlardan daha iri olan bu hayvanın koyu kızıl bir derisi ve parlayan sarı gözleri vardı. Efsaneye göre derisinin kızıllığı, öldürdüğü masum çocukların kanından geliyordu.

Daha önce bu yaratığı gördüğünü söyleyen insanlarla karşılaşmış olsa bile bunlara fazla inanmamıştı. Çünkü bu hayvanla karşılan birinin sonu ölüm olacağı için, onu gördüğünü iddia eden insanlara aldırmamıştı. Bazıları Sybold’u Ormanların Kralı olarak kabul eder ve onu görmenin bir alamet olduğunu söylerlerdi. Tabii iyiye mi, yoksa kötüye mi alamet olduğunu Thor bilmiyordu.

Çocuk geriye doğru temkinli bir adım attı.

Yarı açık haldeki devasa çenesinden akan salyalarıyla, parlayan gözlerini Thor’a doğru çevirmişti. Ağzının içinde ise baş aşağı dönmüş haliyle Thor’un koyunu inliyordu. Sybold dişlerinin yarısını geçirdiği küçük hayvan yarı ölmüş sayılırdı. Halinden memnun görünen Sybold, koyuna eziyet etmekten epey zevk alıyor gibiydi.

Thor koyunun çıkardığı acı dolu seslere tahammül edemiyordu. Can çekişen hayvanın görüntüsünden kendini sorumlu hissetmişti.

Thor’un aklına ilk gelen şey arkasını dönüp, kaçmaktı. Ancak bir Sybold’dan koşarak kaçmanın imkansız olduğunun da farkındaydı. Kaçmaya kalksa yaratığın onu kovalamaktan zevk alacağını biliyordu. Fakat koyununu bu şekilde bırakmak istemiyordu.

Korkudan titreyen Thor, bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı.

İçgüdülerini izlemeye karar verdi. Yerden kaldırdığı bir taşı yavaşça sapanına yerleştirdi. Titreyen eliyle sapanı çektikten sonra taşı fırlattı.

Havayı yararak ilerleyen taş hedefi tam on ikiden vurdu. Koyunun gözünden giren taş, hayvanın beynine saplandı.

Hareket etmeyi anında kesen koyunun çektiği acılar Thor sayesinde bir son bulmuştu.

Oyuncağının elinden alındığını anlayan Sybold, öfkeyle Thor’a baktı. Dev çenesini iyice aralayan yaratık, koyunu ağzından bıraktıktan sonra Thor’u gözüne kestirmeye başladı.

Yaratık, midesinden gelen derin ve ürkütücü bir sesin eşliğinde Thor’a doğru ilerlemeye başladı. Dehşete düşmüş olan Thor, yerden bir taş alarak, tekrar atış için hazırlandı.

Birden yerinden fırlayan hayvan, Thor’un hayatında gördüğü her şeyden daha hızlı hareket ediyordu. Thor ettiği dualar eşliğinde taş fırlattı. Bundan başka bir şansı olmadığını çok iyi biliyordu.

Yaratığın sağ gözüne çarpan taş, onu yerinden çıkardı. Kusursuz olan bu atış eğer başka bir hayvana isabet etmiş olsaydı, onu kesinlikle yere devirirdi. Fakat Sybold herhangi bir hayvan değildi. Darbenin etkisiyle haykıran yaratık, hızını bile kesmedi. Tek gözü olmamasına rağmen tüm şiddetiyle halen Thor’un üzerine doğru hızla geliyordu. Bu andan sonra Thor’un yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Thor’a ulaşan hayvan devasa pençesini çocuğa savurdu.

Thor acılar içinde bağırdı. Sanki aynı anda üç bıçak tarafından baştan aşağı kesilmiş gibi hisseden Thor’un yaralarından dışarıya kanlar akmaya başladı.

Hayvan tüm cüssesiyle çocuğun üzerine çöktüğünde, Thor, sanki gövdesinin üzerinde bir fil oturuyormuş gibi hissetti ve kaburgaları kırılıyormuş gibi geldi.

Çenesini geniş açan hayvan, sivri dişlerini yavaşça Thor’un boğazına doğru indirmeye başladı.

Hayvanı engelleyebileceğini umut eden Thor, yaratığın saf kastan oluşan boynunu tuttu. Ancak bu hareketi pek işe yaramıyordu. Çünkü hayvanın dişleri artık neredeyse boğazına varmıştı bile. Kolları titremeye başlayan Thor, hayvanın sıcak nefesini suratında ve ağzından damlayan salyaları da boynuna hissedebiliyordu. Kükreyen hayvanın çıkardığı ses Thor’u neredeyse sağır edecekti. Hayvanın bu hareketinden sonra, artık Thor’un öleceğine dair hiçbir şüphesi kalmamıştı.

Gözlerini kapatan çocuk, dua etmeye başladı.

Tanrım, ne olur bana güç ver. Bu yaratıkla mücadele etmeme müsaade et. Lütfen, sana yalvarıyorum. Benden ne istersen yapacağım. Bu sana borcum olsun.

Sözlerini bitirmesiyle, bir şeyler oldu. Vücudunda birden artan ısı, damarlarında dolaşmaya başladı. Sanki içinde bir enerji alanı oluşuyordu. Gözlerini açtığı zaman onu şaşırtan bir görüntüyle karşılaştı. Avuçlarından sarı bir ışık çıkan Thor, hayvanı boynundan rahatlıkla iterek, uzaklaştırabiliyordu.

Yaratığı biraz daha iten Thor, Sybold’un tüm bedenini geriye itebildiğini fark etti. İyice güçlendiğini hisseden Thor’un ellerinden fırlayan gülle şeklindeki bir enerji dalgası Sybold’u en az beş metre geriye uçurdu.

Ne olduğunu anlamayan Thor, yerden kalkmaya başladı.

Sırt üstü düştüğü yerde tekrar doğrulan yaratık, öfkeli bir şekilde tekrar Thor’a doğru saldırıya geçti. Ancak içindeki enerjinin giderek güçlendiğini hisseden Thor, bu sefer ondan korkmuyordu.

Üzerine atlayan hayvanı eğilerek midesinden tutan Thor, yaratığı döndürerek fırlattı. Ağaçlardan birine çarpan Sybold, yere yığıldı.

Thor olan bitene inanamıyordu. Az önce gerçekten de bir Sybold’u mu fırlatmıştı?

Gözlerini kırpıştıran yaratık, Thor’a baktı ve yine saldırıya geçti.

Üzerine atılan hayvanı bu sefer boğazından yakalayan Thor, Sybold ile beraber yere yuvarlandı. Üzerine çıkan yaratığı yere çarpıp doğrulan Thor, Sybold’un boğmaya başladı. Onu engellemek için dişlerini Thor’a saplamaya çalışan hayvan sürekli ıskalıyordu. Tüm gücüyle hayvanın boğazını sıkmaya başlayan Thor, kendini bu yaratıktan daha güçlü hissetmeye başlamıştı.

Birkaç saniye içinde ölen hayvanın cansız bedeninden Thor, ellerini bir dakika boyunca çekmedi.

Yaralanmış olan kolunu tutan Thor, nefes nefese bir halde yavaşça doğruldu. Yaptığı şeye inanamıyordu. O, yani Thor, gerçekten de bir Sybold mu öldürmüştü?

Bu olayın böylesi bir günde yaşanmasının bir işaret olduğunu düşünüyordu. Bu yaşananlar sahiden önemli şeylerin habercisi olabilirdi. Tüm Krallığın en ünlü ve en çok korkulan canlısını öldürmüştü. Hem de silah kullanmadan, çıplak elleriyle. Bu gerçek olamazdı. Kimsenin ona inanmayacağından şüphesi yoktu.

Başı dönen Thor, bu güçlerin neyin nesi olduğunu ve gerçekte kim olduğunu öğrenmek istiyordu. Bu tür güçlere sadece Druid’ler sahip olurdu. Ancak annesi veya babası Druid olmadığına göre, onun da böyle bir şansı olamazdı.

Ya da olabilir miydi?

Arkasında birinin olduğunu hisseden Thor, hızla geriye döndüğünde yerde yatan hayvanı inceleyen Argon’u gördü.

Şaşıran Thor, “Buraya nasıl geldin?” diye sordu.

Argon ona kulak asmadı.

“Neler olduğunu gördün mü?” diye soran Thor, halen şaşkın bir haldeydi. “Nasıl becerdiğimi ben de bilmiyorum.”

Argon, “Bence biliyorsun.” diye cevapladı. “Cevap içinde bir yerlerde saklı. Diğerlerinden daha farklı olduğunu biliyorsun.”

“Sanki içim enerji ile dolup taştı.” dedi Thor. “Önceden bilmediğim bir güç bu.”

Argon, “Enerji alanı” dedi. “Bir gün ne olduğunu öğreneceksin. Hatta belki kontrol bile edebileceksin.”

Thor acıdan kıvranan omuzunu tuttu ve ellerinin kan içinde kaldığını fark etti. Sersemlediğini hisseden Thor, eğer bir an önce yardım bulamazsa başına ne geleceğini merak etti.

Thor’un elinden tutan Agron, onu yaranın üzerine koydu ve gözlerini kapattı.

Thor, rahatlatıcı bir hissin kolunun içinde dolaşmaya başladığını hissetti. Saniyeler içinde ellerindeki kan kurudu ve omuzundaki acının kaybolmaya başladığını fark etti.

Koluna baktığı zaman gördüklerine inanamadı; yarası tamamen iyileşmişti. Geriye kalan tek şey olan pençe izleri sanki günler önce kapanmaya başlayan bir yaraya aitmiş gibiydiler.

Thor hayranlıkla Argon’a baktı.

Adam gülümsedi.

“Yapan ben değilim. Sensin. Tek yaptığım, sana ait gücü yönlendirmek oldu.”

Kafası karışan Thor, “Fakat benim böyle bir gücüm yok ki.” dedi.

Argon, “Emin misin?” diye yanıtladı.

“Anlayamıyorum” diyen Thor, iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. “Anlayamıyorum. Tüm bunlar hiç mantıklı gelmiyor. Lütfen açıklayın.”

Argon bakışlarını ondan çekti.

“Bazı şeylerin zaman içinde öğrenilmesi gerekir.”

Thor’un aklına bir şeyler geldi.

Thor heyecanla, “Bu, Kraliyet Lejyonu’na katılabileceğim anlamına mı geliyor?” diye sordu. “Eğer bir Sybold öldürebiliyorsam, şüphesiz bunu da başarabilirim.”

Argon, “Şüphesiz” diye cevapladı.

“Fakat beni değil, ağabeylerimi seçtiler.” dedi Thor.

“Üçü toplansa bile böylesi bir yaratığı öldüremezler.”

Thor düşünmeye başladı.

“Fakat çoktan reddedildim. Nasıl katılabilirim ki?”

Argon, “Bir savaşçının ne zamandan beri davetiyeye ihtiyacı olmuş ki?” diye sordu.

Duyduğu sözlerden heyecanlanan Thor, “Ne yani, çağrılmadığım halde haber vermeden oraya gitmemi söylüyorsunuz?”

Sen kaderini belirleyebilirsin. Diğerlerinin ise böyle bir şansı yok.”

Bir an gözlerini kırpan Thor, adamın ortadan kaybolduğunu fark etti.

Thor adamı görebilmek için etrafa bakındı ama bu nafileydi.

Birinin ona, “Buradayım!” diye seslendiğini duydu.

Sesin geldiği yöne dönen Thor, karşısında dev bir kaya parçası gördü ve derhal üstüne tırmanmaya başladı.

Thor en tepeye çıkıp da Argon’u göremeyince, kafası karıştı.

Fakat bu yükseklikten Karanlık Orman’ı kaplayan ağaçların tepesini görebiliyordu. Karanlık Orman’ın bittiği noktada koyu yeşil ışıklar saçarak batan ikinci güneşin, Kraliyet Sarayı’na uzanan yolu aydınlattığını gördü.

“Yola çıkmak senin elinde” dedi deminki ses. “Tabii eğer cesaretin varsa.”

Thor herhangi birine ait olmayan bu sesin, sadece bir yankıdan ibaret olduğunu anlamıştı. Fakat yine de Argon’un bir yerlerden onu gözetlediğini biliyordu. Ve Druid’in haklı olduğunu da.

Bir dakika daha vakit kaybetmek istemeyen Thor, kayadan hızla inerek, kaderine doğru koşmaya başladı.

Kahramanların Görevi

Подняться наверх