Читать книгу Şeref Yemini - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 12
BÖLÜM ALTI
ОглавлениеThor şafak sökerken gözlerini açtı. İlk gördüğü şey, okyanusun devasa tepeler halinde yükselip inen ve güneşin ilk ışıklarının kucakladığı yumuşak dalgaları oldu. Tartuvian’ın açık sarı suları sabahın pusuyla ışıl ışıl parlıyordu. Gemileri suyun üzerinde sessizce inip çıkarak ilerliyordu. Sadece gövdesine vuran dalgaların sesi duyuluyordu.
Thor doğrularak çevresine bakındı. Bitkinlikten gözleri zor açılıyordu. Gerçekten de hayatında kendisini hiç bu kadar yorgun hissetmemişti. Günlerdir denizdeydiler ve dünyanın bu yanı çok farklıydı. Hava nemden o kadar ağırlaşmış ve ısı o derece yükselmişti ki, ciğerlerine hava yerine sel gibi akan bir ırmak çekiyormuş gibi geliyordu ona. Bu da onu halsiz bırakıyor, kollarını ve bacaklarını ağırlaştırıyordu. Kendisini Summer’a gelmiş gibi hissediyordu.
Thor etrafında bir göz gezdirdi ve normal olarak her vakit şafaktan önce kalkan arkadaşlarının hepsinin güvertede yığılmış bir şekilde uyumakta olduklarını gördü. Her vakit uyanık olan Krohn bile, onun yanında uyumaktaydı. Ağır tropik hava onları çok etkilemişti. Kimsenin dümenin başında durduğu yoktu, bundan günlerce önce vaz geçmişlerdi. Dümenin başında durmanın bir anlamı yoktu: yelkenleri dinamik batı rüzgârına teslim olmuştu ve bu okyanusun büyülü gelgiti sürekli olarak gemilerini tek bir yöne doğru çekiyordu. Bir kaç kez rotalarını değiştirmek istemişlerdi ama faydasızdı. Kaderlerinde sanki tek bir yere doğru gitmek vardı. O yüzden, hepsi Tartuvian sularının onları kendi istediği yere götürmesine boyun eğmişlerdi.
Zaten İmparatorluk’ta gitmemiz gereken yerin ne bile bilmiyoruz, diye düşündü Thor. Gelgit bizi bir şekilde karaya attığı takdirde, diye hesapladı, o kadarı bizim için yeterli olur.
Tam o sırada Krohn ağlamaya benzer bir iniltiyle ayaklandı ve eğilerek Thor’un yüzünü yaladı. Thor elini torbasına daldırarak, geriye kalan son kuru et parçasını ona verdi ama hayvanın her zamankinin aksine eti onun elinden kapmadığını görünce şaşırdı. Krohn önce boş torbaya, sonra da anlamlı bir şekilde Thor’a baktı. Yiyeceğini almakta tereddüt ediyordu. Thor, hayvanın son parçayı ona bırakmak istediğini anladı.
Bu davranış Thor’u çok duygulandırmıştı. O yüzden eti arkadaşının ağzına tıkarak ısrar etti. Thor kısa bir süre sonra yiyeceklerinin biteceğini biliyordu ve bir an önce karaya çıkabilmek için dua ediyordu. Bu yolculuğun daha ne kadar süreceği hakkında hiç fikri yoktu; ya aylarca sürerse? Ne yiyeceklerdi?
Buralarda güneş erkenden doğuyor ve dünyayı parlak ve güçlü ışınlarıyla aydınlatmaya çok erken saatlerde başlıyordu. Sis, yanıp tutuşan suların üzerinde yayılmaya başlayınca, Thor ayağa kalkarak pruvaya gitti.
Orada durarak bakışlarıyla etrafı taradı. Sisin yayılmasını seyrederken, güverte de altında hafif hafif sallanıyordu. Ufukta aniden ince bir hat halinde beliren karayı fark edince, hayal gördüğünü sanarak gözlerini kırpıştırdı. Nabzı deli gibi atmaya başladı. Evet, bu bir karaydı. Gerçek bir kara!
Kara olağandışı bir şekle sahipti: denize doğru bir saman tırmığı gibi, uzun ve dar iki yarımada halinde uzanıyordu. Sis kalkmaya başlayınca, Thor sağına ve soluna baktı ve sadece elli metre kadar ötede, iki kara şeridinin her iki yanlarında uzanmakta olduğunu görünce şaşırdı. Uzun bir koyun tam ortasına doğru çekilmişlerdi.
Thor bir ıslık çalarak Lejyon kardeşlerini uyandırdı. Sendeleyerek ayağa kalktılar ve telâşla güverteye, onun yanına gelerek etrafa bakındılar.
Soluklarını tutarak bu manzarayı seyrettiler; sahiller Thor’un o güne kadar gördüğü en egzotik sahillerdi. Denize kadar uzanan sık ağaçlı ormanlarla kaplıydı. Ağaçlar öyle sıktı ki, gerilerinde ne olduğunu görmek mümkün değildi. Thor yükseklikleri otuz ayağı bulan ve denize doğru eğilmiş, devasa eğrelti otları, gökyüzüne ulaşmak ister gibi yükselen mor ve sarı renkli ağaçlar gördü. Her taraftan o güne kadar hiç duymadıkları sesler geliyordu. Tanımadıkları türden hayvanların, kuşların ve böceklerin hırıltıları, haykırışları ve şakımalarıydı bunlar…
Thor güçlükle yutkundu. Esrarengiz bir hayvanlar krallığına giriyor gibiydiler. Buradaki her şey çok farklıydı; havanın kokusu bile değişikti, yabancıydı. Onlara Halka’yı hatırlatan hiç bir şey yoktu burada. Diğer Lejyon üyeleri dönüp birbirleriyle bakıştılar. Thor onların gözlerinden bir tereddüdün geçtiğini fark etti. O sık ormanda onları ne gibi yaratıkların beklediğini merak ediyorlardı şüphesiz…
Ama bir seçenekleri yoktu. Akıntı onları buraya getirmişti, İmparatorluk’un topraklarına girmek için burada gemiden inmeleri gerektiği apaçık ortadaydı.
“Buraya gelin!” diye haykırdı O’Connor.
Hepsi birden O’Connor’un yanında durduğu parmaklıklara doğru koştular. O’Connor eğilerek suyu işaret etti. Orada, geminin yanında yüzmekte olan, parlak mor renkli, on ayak uzunluğunda ve yüzlerce bacağı olan devasa bir böcek vardı. Dalgaların altında ışık saçan bu yaratık, aniden kaçar gibi suyun yüzeyine çıktı. Aynı anda binlerce minik kanat vızıldamaya başladı. Böcek bir süre suyun hemen üstünde uçtuktan ve bir süre yüzeyde kaldıktan sonra yeniden suya daldı. Sonra bütün bunları bir kere daha tekrarladı.
Onu böyle seyrederlerken, yaratık aniden havalandı ve onların göz hizasına gelerek, dört kocaman yeşil gözüyle onlara bakmaya başladı. Tıslayınca hepsi birden istemsiz olarak irkilerek geriye doğru zıpladılar ve ellerini uzatıp kılıçlarına davrandılar.
Elden öne doğru atılarak kılıcını yaratığa doğru salladı. Ama vurmasına fırsat kalmadan, böcek sulara dalmıştı bile.
Gemi aniden bir sarsıntıyla karaya oturup durunca, Thor ve diğerleri uçarak güverteye çakıldılar.
Geminin kenarından aşağıya bakınca Thor’un yüreği daha da hızla atmaya başladı; altlarında binlerce sivri uçlu, parlak mor renkli küçük kayalardan oluşan dar bir sahil vardı.
Kara! Başarmışlardı.
Elden çıpaya doğru gitti. Hepsi birlikte onu kaldırıp kenardan aşağıya attılar. Teker teker zincire tutunup aşağıya indiler ve sahile atladılar. Thor inerken Krohn’u Elden’a vermişti.
Ayağı yere değince Thor bir iç çekti. Karaya indiği ve sağlam toprağa ayak bastığı için kendisini öyle iyi hissediyordu ki… Bir daha gemiye hiç binmese, hiç dert edinmeyecekti…
Hepsi birden ipleri yakalayıp, gemiyi ellerinden geldiğince sahile çektiler.
“Gelgit onu alıp götürür mü dersiniz?” diye sordu Reece, gemiye bakarak.
Thor da baktı; gemi sahilde emniyette gibi duruyordu.
“Bu çıpayla mümkün değil,” dedi Thor.
“Gelgit onu alamaz,” dedi O’Connor. “Ama birilerini onu alıp götürür mü, asıl sorun bu.”
Thor son bir kez daha gemiye baktı ve arkadaşının doğru söylediğini anladı. Kılıç’ı bulsalar bile, geri döndüklerinde boş bir sahille karşılaşabilirlerdi.
“O zaman geriye nasıl döneriz?” diye sordu Conval.
Thor, attıkları her adımla köprüleri yakmakta olduklarını düşünmeden edemedi.
“Bir yolunu buluruz,” dedi Thor. “Ne de olsa, İmparatorluk’ta başka gemiler de vardır, öyle değil mi?”
Thor, arkadaşlarını temin etmek için otoriter görünmeye çalışıyordu. Ama içinden kendisi de pek emin değildi. Bu yolculuğun uğursuz olduğuna giderek daha çok inanmaya başlamıştı.
Hepsi birden tek beden gibi dönüp sık ormana baktılar. Burası gerisinde karanlıklar olan ve yeşil yapraklardan oluşan bir duvar gibiydi. Hayvanların sesleri etraflarında tam bir kakofoni halinde yükseliyordu. Sanki İmparatorluk’ta yaşayan tüm canavarlar bir araya gelerek çığlık çığlığa onları selamlıyordu.
Veya ikaz ediyordu.
*
Thor ve diğerleri bu sık ve tropik ormanda yan yana ve tedirgin bir şekilde ilerlediler. Her biri tetikteydi. Çevredeki bu hayvanların ve böceklerin orkestra halindeki bağırış ve çağırışları öylesine yüksekti ki, Thor kafasını toparlayıp düşünmekte zorluk çekiyordu. Buna rağmen yaprakların gerisindeki karanlığa baktığında bu yaratıkların hiç birini göremiyordu.
Krohn da hırlayarak hemen yanından onu takip ediyordu. Tüyleri sırtında diken diken kabarmıştı. Thor onun bugüne kadar bu kadar uyanık ve tetikte olduğunu görmemişti. Silah arkadaşlarına baktı ve her birinin ellerinin kılıçlarının üzerinde durduğunu gördü. Onlar da tetikteydi.
Saatlerdir yürüyorlar, ormanın daha da derinlerine giriyorlardı. Hava daha da ısınıyor ve daha da ağırlaşıyordu. Kırık dalların izini takip ederek, bir zamanlar bir grup kişi tarafından kullanılmış olduğu belli olan bir yoldan gidiyorlardı. Thor bu yolun Kılıç’ı çalan kişilerin kullandığı yol olması için dua ediyordu.
Thor başını kaldırıp huşu içinde doğayı seyretti: burada her şey destansı bir boyuta sahipti. Her bir yaprak onun bedeni kadar büyüktü. Kendisini devler ülkesindeki bir böcek gibi hissediyordu. Bir ara, yaprakların arasında hışırdayan bir şey görür gibi oldu ama bunun ne olduğunu anlayamadı. Birilerinin onları gözlediği gibi bir hisse kapılmıştı.
Önlerinde uzanan yol aniden yapraklardan oluşan bir duvarla sona erdi. Hepsi birden durup, şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar.
“Ama yol nasıl böyle ortadan kaybolur?” diye bağırdı O’Connor ümitsizce.
“Kaybolmamış,” dedi Reece, yaprakları inceleyerek. “Orman kendi kendisinin içinde büyümüş.”
“Peki, şimdi hangi yoldan gideceğiz?” diye sordu Conval.
Thor dönüp çevresine bir bakış attı. O da aynı şeyi merak ediyordu. Her taraf daha da sık yapraklarla örtülüydü ve bir çıkış yolu yok gibi görünüyordu. Thor içinin karardığını hissetti. O da ne yapacağını bilemez haldeydi.
Ama aniden aklına bir fikir geldi.
“Krohn,” dedi çömelip Krohn’un kulağına fısıldayarak. “Şu ağaca tırman. Ve sonra bize bakarak hangi tarafa gitmemiz gerektiğini söyle.”
Krohn başını kaldırarak ona anlamlı bir şekilde baktı. Thor, o anda hayvanın onu anladığını hissetti.
Gövdesi on adam genişliğinde olan devasa bir ağaca doğru atıldı ve bir an bile tereddüt etmeden tırnaklarını geçirerek tırmanmaya başladı. Daha sonra, en yüksek dallardan birine çıktı. Dalın ucuna kadar gidip, kulaklarını dikti ve bakışlarını çevrede gezdirdi. Thor, Krohn’un onu anladığını her zaman hissetmişti ama şimdi öyle olduğundan kesin olarak emindi.
Krohn geriye doğru kaykıldı. Boğazından tuhaf bir pırlama sesi çıkararak, ağaçtan indi ve bir yöne doğru ilerlemeye başladı. Savaşçılar ne olduğunu anlamamış gibi birbirleriyle bakıştılar ve hepsi birden dönerek Krohn’u takip etmeye başladılar. Yürüyebilmek için sık yaprakları bir kenara iterek ormanın içinde ilerlediler.
Thor birkaç dakika sonra yolun yeniden açıldığını görerek rahat bir soluk aldı. Kırılmış dallar ve ezilmiş yapraklar daha önceki grubun hangi yöne gittiği sırrını açığa çıkarıyordu. Thor eğilerek Krohn’un sırtını okşadı ve başından öptü.
“O olmasaydı, ne yapardık bilmiyorum,” dedi Reece.
“Al benden de o kadar,” diye yanıt verdi Thor.
Krohn mutlu bir şekilde ve gururla pırladı.
Bükülen ve kıvrılan yolu takip ederek, ormanın derinliklerine doğru ilerlediler. Etraflarını kocaman yapraklı yeni türde ağaçlar ve her biri Thor kadar büyük, rengârenk çiçekler sarmıştı. Bazı ağaçların dallarından kaya büyüklüğünde meyveler sarkıyordu.
Aniden derinden gelen bir hırıltı sesi duydular.
Conval geriye doğru sıçrayarak kılıcına sarıldı, diğerleriyse kaygılı bir şekilde birbirlerine baktılar.
Conval, “Neydi bu?” diye sordu.
“Şuradan geliyordu,” dedi Reece, ormanın farklı bir tarafını göstererek.
Hepsi birden dönerek onun gösterdiği yöne baktılar. Thor yapraklardan başka bir şey göremiyordu. Krohn, dişlerini göstererek hırlamaya başladı.
Ses giderek güçlendi ve ısrarcı bir şekilde devam etti. Nihayet, dallar hışırdamaya başladı. Thor ve diğerleri birer adım geriye gittiler ve kılıçlarını çekerek en kötü olasılığa karşı hazırlandılar.
Ormanın derinliklerinden çıkan şey, Thor’un en kötü beklentilerinin de fevkinde bir şeydi. Tam karşılarında, her birinin ucu kıskaçlı iki arka ayağı ve havada sallanan biraz daha küçükçe iki ön ayağı olan, Thor’un beş misli büyüklüğünde, peygamberdevesine benzeyen bir böcek duruyordu. Gövdesi parlak yeşil renkte ve pullarla kaplıydı. Titreşen ve vızıldayan minik kanatları, başının tepesinde iki gözü, burnunun ortasında da üçüncü bir gözü vardı. Hareket ettiğinde, boğazının altındaki başka kıskaçlar da ortaya çıktı. Onlar da titreşiyor ve açılıp kapanarak şaklar gibi bir ses çıkarıyorlardı.
Hayvan onlara tepeden bakarak durdu. O anda karnından kemikli bir kola benzeyen uzun bir kıskaç daha çıktı. Onlar daha en küçük bir tepki bile gösteremeden bu kol uzanarak O’Connor’ı yakaladı ve diğer üç kıskacıyla onu belinden sardı. O’Connor’ı bir yaprak kadar hafifmiş gibi havaya kaldırdı.
O’Connor kılıcını savurdu ama geç kalmıştı. Canavar onu birkaç kere sarstı, sonra aniden O’Connor’ı yanlamasına döndürdü ve dizi dizi sivri dişleri görünecek şekilde açtığı ağzına atmaya hazırlandı.
O’Connor ufukta beliren acılı bir ölümün beklentisiyle bir çığlık attı.
O anda Thor devreye girdi. Hiç düşünmeden sapanına bir taş koydu, nişan aldı ve canavarın burnunun ucundaki üçüncü gözüne doğru fırlattı.
Çok isabetli bir atış olmuştu. Canavar bir ağacı bile ortadan çatlatabilecek kadar yüksek bir sesle, korkunç bir çığlık attı. Kıskacından bıraktığı O’Connor boşlukta kaldı ve pat diye bir ses çıkararak ormanın yumuşak toprağının üzerine düştü.
Öfkeden kuduran canavar bakışlarını Thor’a çevirdi.
Thor efelik taslamanın ve bu canavarla savaşmanın faydasız olduğunu biliyordu. Savaştıkları takdirde, erkek kardeşlerinin en azından bir tanesi ve muhtemelen Krohn da ölebilirdi. Ayrıca, böyle bir mücadele onları güçten düşürür ve enerjilerinin boşa gitmesine neden olurdu. Canavar belki de onun hâkimiyeti altındaki topraklarına girdikleri için kendisini tehdit edilmiş hissediyordu. Eğer oradan bir ana önce ayrılırlarsa, belki de onlarla uğraşmaktan vaz geçebilirdi.
“KOŞUN!” diye bağırdı Thor.
Hepsi birden dönerek koştular, ama canavar da onların arkasından gelmeye başladı.
Thor havayı keser gibi üstlerine gelen ve her hamlesinde başını birkaç ayak farkla ıskalayan canavarın tırnaklarının, arkalarındaki bitkileri parçalarken çıkardığı sesi duyabiliyordu. Hepsi tek beden olmuş gibi koştular. Thor arayı biraz açabildikleri takdirde bir yere sığınabileceklerini düşünüyordu. Eğer saklanacak bir yer bulamazlarsa, savaşmaktan başka bir çare kalmıyordu.
Ama yanında koşturan Reece aniden kaydı ve bir dala takılarak yüzükoyun yaprakların arasına düştü. Thor onun ayağa kalkacak vakti olmayacağını biliyordu. Onun yanında durdu, kılıcını çekti ve Reece ile canavarın arasında dikildi.
“DURMAYIN, KOŞUN!” diye bağırdı Thor omzunun üzerinden diğerlerine ve Reece’i savunmak için kendisini hazırladı.
Canavar bir çığlık atarak Thor’un üzerine atıldı ve kıskacını onun yüzüne doğru savurdu. Thor eğilerek bu darbeyi savuşturdu ve aynı anda kılıcını salladı. Kıskaçlarından biri uçup giden canavar korkunç bir çığlık attı. Kesilen yerden akan yeşil bir sıvı Thor’un tüm bedenine sıçradı. Thor başını kaldırıp baktığında, canavarın kıskacının, kaybettiği hızla yerine geldiğini görerek dehşet içinde kaldı. Sanki Thor bu kıskaca elini bile sürmemişti.
Thor yutkundu. Bu canavarı öldürmek mümkün değildi. Şimdi bir de onu kızdırmış bulunuyordu.
Canavar bedeninin nereden olduğu belli olmayan bir yerinden çıkardığı başka bir kolla Thor’un kaburgalarına hızlıca vurdu. Thor havada uçarak, kendisini bir ağaç kümesinin üzerinde buldu. Canavar daha sonra bir kıskacını daha Thor’a doğru indirdi. Thor o anda, başının dertte olduğunu anladı.
Elden, O’Connor ve ikizler öne doğru atıldılar. Canavar Thor’a bir kıskaç darbesi daha vurmaya hazırlanırken, O’Connor onun ağzına doğru bir ok fırlattı. Boğazına ok saplanan canavar acı içinde inledi. Elden iki kollu baltasını canavarın sırtına indirirken, hem Conven, hem de Conval birer tane mızrak fırlatmışlardı. Bunlar da canavarın boğazının iki yanına saplandı. Reece bu arada ayağa kalkarak kılıcını canavarın karnına soktu. Thor hemen zıpladı ve canavarın kollarından birini daha kopardı. Krohn da onlara katıldı ve havada zıplayarak uzun ve sivri dişlerini canavarın boğazına geçirdi.
Thor’un düşündüğünün ve umduğunun da ötesinde zarar verdikleri canavar çığlık üzerine çığlık atıyordu. Thor onun hâlâ ayakta durması ve kanatlarının titreşmesi karşısında şaşkınlık içindeydi. Bu canavarın öleceği yoktu.
Hep birlikte canavarın, bedenine saplanmış olan mızrakları, kılıçları ve baltayı tek tek çıkarmasını dehşet içinde seyrettiler. Ve bunu yaparken, tüm yaralar da onların gözlerinin önünde iyileşiyordu.
Bu canavarı alt etmek mümkün değildi.
Canavar geriye doğru kaykıldı ve kükredi. Thor ve Lejyon arkadaşları korku içinde başlarını kaldırıp baktılar. Ellerinden geleni yapmışlardı ama yaratığa bir çizik bile atamamışlardı.
Canavar, bıçak gibi keskin kıskaçları ve tırnaklarıyla onlara tekrar saldırmak için hazırlanıyordu. Thor yapabilecekleri başka hiçbir şey olmadığını anladı. Hepsi öleceklerdi.
Aniden birisi “ÇEKİLİN YOLDAN!” diye bağırdı.
Genç bir kişiye ait olduğu belli olan bu ses Thor’un arkasından gelmişti. Thor dönünce, elinde su kovasına benzeyen bir şey taşıyan on bir yaşlarındaki bir oğlan çocuğunun arkalarından koştuğunu gördü. Çocuk kovanın içindeki suyu canavarın yüzüne çarparken Thor başını eğerek suyu savuşturdu.
Canavar arkaya doğru kaykıldı. Yüzünün her yanından buharlar çıkıyordu. Tırnaklarıyla yanaklarını, gözlerini ve başını yırtıyor, paralıyordu. Attığı çığlıklar öylesine korkunçtu ki, Thor sonunda dayanamayıp elleriyle kulaklarını kapamak zorunda kaldı.
Canavar nihayet arkasını dönerek yıldırım gibi ormanın içlerine doğru kaçmaya başladı ve yaprakların arasında kayboldu. Hepsi birden dönerek, küçük oğlana yeni bir anlayış, hayranlık ve minnettarlıkla baktılar. Uzunca kahverengi saçları, parlak yeşil ve zekice bakan gözleri olan ve üstü başı yırtık pırtık olan bu çocuk kirle kaplıydı ve çıplak ayaklarına ve kirli ellerine bakılacak olursa, buralarda bir yerde yaşıyor gibi duruyordu.
Thor hayatında hiç kimseye karşı böyle bir minnettarlık duygusu içine girmemişti.
“Bir Gathorbeast’i hiçbir silah alt edemez,” dedi oğlan, gözlerini devirerek. “Yakınlarda olduğum ve çığlıkları duyabildiğim için şanslısınız. Aksi takdirde çoktan ölmüş olurdunuz. Bir Gathorbeast ile asla savaşılmayacağını bilmiyor musunuz?”
Thor arkadaşlarına baktı. Söyleyecek bir söz bulamıyordu.
“Ona biz meydan okumadık ki, o bize meydan okudu,” dedi Elden.
“Topraklarına girilmediği takdirde onlar da kimseyle savaşmazlar,” dedi oğlan.
“Peki ne yapmamız gerekirdi?” diye sordu Reece.
“Birincisi, asla onun gözünün içine bakmamalısınız,” dedi oğlan. “Size saldırdığı anda, yere yüzükoyun yatıp, sizi rahat bırakmasını beklemelisiniz. Ama hepsinden de önemlisi, asla koşarak kaçmaya yeltenmemelisiniz.”
Thor öne doğru bir adım attı ve elini oğlanın omzuna koydu.
“Bizim hayatımızı kurtardın,” dedi. “Sana çok şey borçluyuz.”
Oğlan omuzlarını silkti.
“Siz İmparatorluk askerleri gibi durmuyorsunuz,” dedi. “ Dünyanın başka bir köşesinden gelmiş gibisiniz. Size neden yardım etmeyeyim ki? Birkaç gün önce gemiyle buraya gelen grubun işaretleri sizde de var gibi görünüyor.”
Thor ve diğerleri birbirleriyle bakıştılar ve oğlana döndüler.
“Bu grubun nereye gittiğini biliyor musun?” diye sordu Thor.
Oğlan omuzlarını silkti.
“Büyük bir gruptu ve bir silah taşıyorlardı. Silah ağır gibi duruyordu, çünkü hepsi birden taşımaya uğraşıyordu onu. Ben onları günlerce izledim. Onları izlemek kolaydı, çünkü çok ağır ilerliyorlardı. Çok çapaçul ve özensizlerdi. Nereye gittiklerini biliyorum ama köyün ötesinden sonra arkalarından fazla gitmedim. Sizi oraya götürebilirim ve gittikleri yönü gösterebilirim. Ama bugün değil.”
Diğerleri şaşkınlıkla bakıştılar.
“Neden değil?” diye sordu Thor.
“Birkaç saat sonra gece olacak. Burada karanlıkta dışarıya çıkılmaz.”
“Ama neden?” diye sordu Reece.
Oğlan sen deli misin der gibi ona baktı.
“Ethabuglar,” dedi.
Thor bir adım öne gelerek oğlana baktı. Bu çocuğu görür görmez sevmişti. Akıllı, dürüst, korkusuz bir çocuktu ve güzel gönüllüydü.
“Geceyi güvende geçirebileceğimiz bir yer biliyor musun?”
Oğlan dönüp Thor’a baktı, sonra ne diyeceğini bilemezmiş gibi omuzlarını silkti. Tereddüt ettiği belli oluyordu.
“Söylememem gerekir,” dedi. “Büyükbabam çok sinirlenir.”
Tam o sırada Krohn aniden Thor’un arkasından çıktı ve oğlana doğru ilerledi. Oğlanın gözleri mutlulukla parladı.
“Vay canına!” diye haykırdı.
Krohn oğlanın yüzünü tekrar tekrar yaladı. Oğlan da keyifle kıkırdayarak uzandı ve Krohn’un başını okşadı. Sonra dizlerinin üzerine çökerek, mızrağını indirdi ve Krohn’a sarıldı. Krohn da ona sarılır gibi bir hareket yapınca, oğlan isterik bir şekilde gülmeye başladı.
“Adı ne?” diye sordu oğlan. “Ve o nedir?”
“Onun adı Krohn,” dedi Thor gülümseyerek. “Ender bulunan bir beyaz leopardır o. Okyanusun diğer tarafından gelmektedir. Halka’dan. Bizim de geldiğimiz yer orası. Senden hoşlanmış gibi duruyor.”
Oğlan birkaç kez Krohn’u öptü ve nihayet ayağa kalkıp Thor’a baktı,
“Şey,” dedi biraz tereddüt ederek, “sanırım sizi bizim köye götürebilirim. Umarım büyükbabam çok öfkelenmez. Eğer sinirlenirse, şansınıza küsün. Şimdi beni takip edin. Acele etmemiz gerek. Az sonra gece olacak.”
Oğlan döndü ve hızla ormanın içine dalarak yola düştü. Thor ve diğerleri de onu takip ettiler. Thor oğlanın becerikliliğine ve ormanı bu kadar iyi tanımasına hayret etmişti. Onu takip ederken bile zorlanıyorlardı.
“Bazen buralardan geçenler olur,” dedi oğlan. “Okyanustaki gelgit onları bu körfezin tam göbeğine sürükler. Bazıları denizden gelip başka bir yere giderken buradan geçmek isterler ama pek çoğu bunu başaramaz. Ormandaki şu veya bu gibi şeyler onları yer. Siz şanslısınız. Gathorbeast’ten çok daha beter olan şeyler de var…”
Thor yutkundu.
“Çok daha beter olan şeyler mi? Ne gibi yani?”
Oğlan başını iki yana salladı, bir yandan da yürümeye devam ediyordu.
“Bilmeseniz daha iyi olur. Ben burada çok kötü şeyler gördüm.”
“Ne kadar zamandır buradasın? “ diye sordu Thor merakla.
“Bütün hayatım boyunca,” dedi oğlan. “Büyükbabam ben daha küçükken bizi buraya getirmiş.”
“Peki ama neden buraya, bu yere? Buradan daha konuksever yerler mutlaka vardı.”
“Siz İmparatorluk’u bilmiyorsunuz, değil mi?” diye sordu oğlan. “Her yerde askerleri vardır ve onların göremediği bir yerde olmak mümkün değildir. Eğer yakalarlarsa, bizi köle yaparlar. Ama çok ender olarak buraya gelirler, yani ormanın bu denli içlerine kadar…”
Sık yeşilliklerle kaplı bir araziden geçerken, Thor önüne çıkan bir yaprağı kenara çekmek için elini uzattı. Ama oğlan aniden dönerek Thor’un elini ittirdi ve:
“SAKIN ONA DOKUNMAYIN!” diye bağırdı.
Hepsi aynı anda durdular. Thor neredeyse dokunmak üzere olduğu yaprağa bir bakış attı. Geniş ve sarı bir yapraktı ve oldukça da masum görünüyordu.
Oğlan elindeki sopayı uzatarak yaprağın ucuna dokundu; bunu yapar yapmaz yaprak inanılmaz bir hızla aniden sopaya sarıldı. Bir tıslama sesi duyuldu ve sopanın ucu bir anda ortadan kayboldu.
Thor şoke olmuştu.
“Bu bir Rankle yaprağı,” dedi oğlan. “Zehirlidir. Eğer dokunmuş olsaydınız, şu anda bir elinizi kaybetmiş olacaktınız.”
Thor çevresindeki yeşilliklere farklı bir yaklaşımla bakmaya başladı. Bu oğlanla karşılaşmış oldukları için ne kadar şanslı olduklarını düşündü.
Yürüyüşlerine devam ettiler. Thor ellerini bedenine yapıştırmış olarak yürüyordu. Diğerleri de öyle… Attıkları her adıma dikkat ediyorlardı.
“Birbirinizin yanından ayrılmayın ve benim adımlarımı takip edin,” dedi oğlan. “Hiçbir şeye dokunmayın, O meyvelerden sakın yemeyin. Çiçekleri de asla koklamayın… Tabii eğer kendinizden geçmek veya ölmek istiyorsanız, o başka…”
“Hey, şu da ne?” diye sordu O’Connor, bir daldan sallanan, ince uzun, sarı renkli devasa meyveyi göstererek. O tarafa doğru bir adım attı ve dokunmak için elini uzattı.
“HAYIR!” diye bağırdı oğlan.
Ama çok geç kalmıştı. O’Connor meyveye dokunur dokunmaz altlarındaki toprak çökmeye başladı. Thor bir anda kendisini toprak ve çamurla birlikte bir tepeden aşağıya kayarken buldu. Bir çamur kayması içindeydiler ve durmak için hiçbir şey yapamıyorlardı.
Çamurların içinde, metreler boyunca ormanın karanlık derinliklerine doğru kayarlarken hepsi birden çığlıklar attılar.