Читать книгу Şeref Yemini - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 13
BÖLÜM YEDİ
ОглавлениеErec atının üzerinde oturdu. Güçlükle soluk alıyordu. Karşısındaki iki yüz askere karşı saldırıya geçmek için kendisini hazırlıyordu. Çok kahramanca çarpışmış ve ilk yüz kişiyi saf dışı bırakmayı başarmıştı ama şimdi omuzları zayıflamıştı ve elleri titriyordu. Zihni sürekli savaşmaya her zaman hazırdı, ama bedeninin ne kadar dayanabileceğini kestiremiyordu. Yine de, hayatı boyunca yaptığı gibi, elinden geldiği kadar mücadele edecek ve kaderin vereceği kararı bekleyecekti.
Erec bağırarak düşmanlarının birinden çaldığı, kendisine aşina olmayan atı dehledi ve askerlerin üzerine atıldı.
Askerler de, onun savaş çığlığına karşılık vererek ona karşı acımazsızca hücuma geçtiler. Bu savaş alanında bugüne kadar çok kanlar dökülmüştü. Hiç kimsenin, galip gelmeden burayı terk etmeyeceği kesindi.
Erec saldırıya geçince, kemerindeki bıçağı çıkardı ve önündeki öncü düşman askerine doğru fırlattı. Bu mükemmel bir atıştı ve adamın boğazına saplanmıştı. Asker, dizginleri bırakarak ellerini boğazına götürdü ve Erec’in umduğu gibi, diğer atların ayaklarının dibine düştü. Pek çok at, ona takılıp yere kapaklandılar.
Erec bir eliyle mızrağını, diğer eliyle de kalkanını kaldırdı. Başlığının koruyucusunu yüzüne indirdi ve bütün gücüyle saldırıya geçti. Bu orduyla mümkün olan en hızlı ve şiddetli bir şekilde mücadele etmesi ve kendisi yaralansa da düşman askerlerinin arasından bir hat açması gerekiyordu.
Erec onlara saldırırken yine bir çığlık attı. Onca yıllık savaş deneyimi işine yarıyordu. Uzun kargısını usta bir şekilde kullanarak bir biri ardı sıra pek çok askeri yere yıktı. İyice çömelerek bir eliyle de kalkanıyla kendisini koruyordu; darbeler her yönden kalkanının ve zırhının üzerine yağmur gibi iniyordu. Ona kılıçlarla, baltalarla ve gürzlerle bir metal fırtınası yaratır gibi saldırıyorlardı. Erec zırhının bu darbelere dayanabilmesi için dua ediyordu. Kargısını sıkıca kavrayarak, elinden geldiğince askeri hakladı ve bu grup içinde bir hat açmayı başardı.
Hızını hiç esmeden atını bir dakika kadar sürdü ve karşı tarafa geçmeyi başardı. Önüne çıkan herkesi öldürerek, düşman askerlerinin tam ortasından kendisine bir yol açarak açık alana çıkabilmişti. En azından bir düzine kadar askeri haklamıştı, ama bunun bedelini de ödüyordu. Soluk soluğaydı, tüm bedeni ağrıyordu. Birbirine çarpan metallerin şakırtısı hâlâ kulaklarındaydı. Kendisini, bir öğütücünün içine atılmış gibi hissediyordu. Her tarafının kan içinde olduğunu gördü; neyse ki şans eseri ölümcül bir yarası yoktu. Önemsiz bir iki kesiği ve sıyrığı vardı.
Erec atını bir daire çizerek sürdü ve halkayı tamamlayarak yeniden düşman ordusuyla yüz yüze gelmeye hazırlandı. Onlar da dönmüşlerdi ve ona saldırmaya hazırlanıyorlardı. Erec şu ana kadarki zaferinden memnundu, ama nefes alması bile giderek zorlaşıyordu. Ayrıca, bu grubun içinden bir kere daha geçmeye çalışmanın onun sonunu getireceğini de biliyordu. Yine de, saldırıya geçmeye hazırlandı. Savaşta gerilemek gibi bir âdeti yoktu.
Aniden ordunun arka tarafından farklı bir ses geldi. Erec düşman ordusuna arkadan saldıran bir grup asker görünce önce gözlerine inanamadı. Ama sonra onların zırhlarını tanıdı ve yüreği heyecanla hopladı. Bu gelen onun Gümüş’ten yakın arkadaşı Brandt idi. Yanında da Dük ve onun düzinelerle askeri vardı. Onların arasında Alistair’i de görünce, Erec’in içi fena oldu. Alistair’e güvenliği için şatoda kalmasını söylemişti, ama onun Erec’i dinlemediği görülüyordu. Erec onu bu yüzden anlatamayacağı kadar çok sevdiğini hissetti.
Dük’ün adamları müthiş bir savaş çığlığı atarak düşman ordusunu arkadan saldırdı ve tam bir karmaşa yarattı. Ordunun yarısı savaşmak için onlara doğru döndü. Metallerin birbirine çarpmasıyla müthiş bir şakırtı oldu. Brandt, iki kollu baltasıyla öne geçti ve onunla öncü düşman askerinin kafasını uçurdu. Daha sonra aynı baltayı savurarak bir başka askerin göğsüne sapladı.