Читать книгу Onurun Bedeli - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 14

BÖLÜM SEKİZ

Оглавление

Aidan boş orman yolunda yürüyordu, hala her yerden hiç olmadığı kadar uzaktı ve kendini dünyada yapayalnız hissediyordu. Eğer yanında Orman Köpeği olmasaydı perişan halde ve umutsuz olurdu; fakat elini onun kısa beyaz tüyleri üzerinde gezdirirken Beyaz, çok kötü şekilde yaralı olmasına rağmen Aidan’a güç veriyordu. İkisi de topallıyordu, ikisi de arabanın sürücüsüyle girdikleri şiddetli kapışmada yaralanmıştı ve hava kararırken, attıkları her adım onlara acı veriyordu. Topallayarak attığı her adımda Aidan, bir daha o adamı görecek olursa kendi elleriyle onu öldürmeye yemin ediyordu.

Yanından yürüyen Beyaz inledi ve Aidan uzanıp köpeğin başını okşadı. Bu, bir köpekten daha vahşi bir yaratıktı ve boyu neredeyse Aidan’la aynıydı. Aidan hayvanın yalnızca yol arkadaşlığı için değil aynı zamanda gerçekten hayatını kurtarmış olduğu için de ona minnettardı. İçinde bir şey onu öylece bırakmasına izin vermediği için Beyaz’ı kurtarmıştı ve hemen ardından ödülünü kendi canının kurtulması olarak almıştı. Aynı durum tekrar başına gelse yine aynı şeyi yapardı; bu, ıssızlığın ortasında, kimsenin bilmediği bir yere atılmak, açlık yüzünden ölmek anlamına gelse bile… Yine de buna değerdi.

Beyaz yeniden inledi. Aidan onun açlık nedeniyle yaşadığı sıkıntıyı paylaşıyordu.

“Biliyorum Beyaz” dedi Aidan. “Ben de açım.”

Aidan Beyaz’ın hala kanayan yaralarına baktı ve başını salladı. Kendini berbat ve çaresiz hissediyordu.

“Sana yardım edebilmek için her şeyi yaparım” dedi Aidan. “Keşke nasıl yapabileceğimi de bilseydim.”

Aidan uzanıp hayvanın başının üzerini öptü, kürkü yumuşaktı. Beyaz da başını Aidan’a yasladı. Bu ölüm yolunda iki kişinin son kucaklaşması gibiydi. Gittikçe karanlığa gömülen ormanın her yanından vahşi yaratıkların sesleri bir senfoni halinde yükseldi. Aidan kısa bacaklarının yandığını hissetti ve daha fazla ilerleyemeyeceklerini, orada ölüp gideceklerini düşünmeye başladı. Hala her yere günlerce mesafedelerdi, gece çöküyordu ve orada kırılgan bir durumdalardı. Beyaz ne kadar güçlü bir yaratık olsa da herhangi bir şeyle savaşabilecek durumda değildi ve silahsız ve yaralı durumda olan Aidan’ın da durumu pe parlak değildi. Saatlerdir tek bir araba geçmemişti ve Aidan daha günlerce de geçmeyebileceğinden endişe ediyordu.

Aidan babasın düşündü, ülkenin bir yerindeydi ve babası kendisini yüzüstü bırakmış gibi hissetti. Aidan, hiç olmazsa babasının yanında büyük bir amaç için savaşırken veya evinde, Volis’in konforunda ölüyor olmayı diledi. Attığı her adım onu ölüme daha da yaklaştırıyordu.

Aidan o güne kadar yaşadığı kısacık hayatını gözden geçirdi, tanıdığı ve sevdiği herkesi düşündü, babası, ağabeyleri ve en çok da ablası Kyra’yı… Ablasını merak etti, acaba o neredeydi, Escalon’u geçebilmiş miydi, Ur yolculuğunu sağ salim bitirebilmiş miydi? Ablasının da onu bir kez olsun düşünüp düşünmediğini merak etti, onunla gurur duyuyor muydu? O da ablasının izlerini takip etmeye, kendi yöntemiyle babasının davasına yardımcı olmak için Escalon’u geçmeye çalışıyordu. Büyük bir savaşçı olabilecek kadar yaşayıp yaşayamayacağını merak etti ve ablasını bir daha asla göremeyecek olmak onu derinden üzdü.

Aidan her adımıyla daha da battığını hissetti ve yaraları ve bitkinliğine teslim olmaktan başka yapacak bir şey kalmadığına karar verdi. Git gide daha da yavaşlıyordu ve Beyaz’a baktığında onun da bacaklarını sürüyerek yürüdüğünü gördü. Kısa süre sonra da yere yatıp, her ne olursa olsun yolun ortasında öylece durmaya başlayacaklardı. Bu berbat bir durumdu.

Aidan kendinden geçmek üzereyken bir şey duyduğunu sandı. Durdu ve Beyaz da durup soru sorar gibi kendisine bakarken dikkatle dinledi. Aidan umutlandı ve dua etti. Yoksa gaipten sesler mi duyuyordu?

Derken ses tekrar duyuldu. Bu kez emindi. Tekerlek gıcırtısı. Ağaç sesi, demir sesi; bu bir arabaydı.

Aidan arkasını dönüp gözlerini kısarak çökmekte olan karanlığı tararken kalbi tekledi. Başta hiçbir şey görememişti. Fakat sonradan yavaşça, bir şeyin görünür hale gelmeye başladığından emin oldu. Bir araba. Birçok araba.

Aidan’ın yüreği ağzındaydı, gümbürtüyü hissedip, atların sesini duyarken heyecanının güçlükle kontrol edebiliyordu. Bir kervanın onlara doğru yaklaştığını gördü. Fakat heyecanı bir anda söndü; gelenler dost olmayabilirdi. Sonuçta, her yerden bu kadar uzak bu uzun, kıraç yoldalardı. Bu yolda kim yolculuk ediyor olabilirdi ki? Savaşabilecek durumda değildi ve göstermelik bir şekilde hırlayan Beyaz’ın da savaşabilecek hali yoktu. Yaklaşan her kimse onların insafına kalmışlardı. Bu korkutucu bir düşünceydi.

Arabalar yaklaşırken ses sağır edici derecede yükseldi. Aidan saklanamayacağını fark edip yolun ortasında cesur bir şekilde durdu. Şansını denemek zorundaydı. Kervan yaklaşırken Aidan müzik duyduğunu sandı ve merakı iyice arttı. Arabalar hızlanmıştı ve bir an için Aidan üzerinden geçip gideceklerini düşündü.

Derken aniden tüm kervan yavaşladı ve yolu kapatmış olduğu için tam önünde durdu. Etraflarındaki toz yere inerken, arabalardaki insanlar ona baktılar. Aidan, elli kişi kadar olan gruba gözlerini kırpıştırarak baktı ve bunların asker olmadıklarını görüp şaşırdı. Saldırgan gibi de görünmüyorlardı ve bu durum Aidan’ı rahatlattı. Arabaların farklı yaşlarda, kadınlı erkekli, birçok insanla dolu olduğunu gördü. Birinde müzisyen görünümlü insanlar vardı, ellerinde birçok farklı enstrüman vardı. Bir diğeri ise jonglör veya komedyen gibi görünen insanlarla doluydu. Yüzleri parlak renklerle boyanmıştı ve parlak renkli taytlar ve tunikler giyiyorlardı. Bir başka arabada da oyuncular var gibiydi. Tiyatro oyunu kostümleri giymiş olan bu insanların ellerinde parşömenler vardı. Bunlar büyük ihtimalle prova metinleriydi. Bir arabada ise üzerlerinde neredeyse hiç kıyafet olmayan, yüzleri aşırı makyajlı kadınlar vardı.

Aidan kızarıp başını başka tarafa çevirdi; bu tip bir şeye bakmak için henüz çok genç olduğunu biliyordu.

“Hey delikanlı!” diye seslendi biri. Bu, parlak kırmızı, oldukça uzun sakalları beline kadar inen, dostane bir şekilde gülümseyen, farklı görünümlü bir adamdı.

“Bu yol sana mı ait?” diye sordu bir jestle birlikte.

Tüm arabalardan kahkahalar yükseldi ve Aidan kızardı.

“Siz kimsiniz?” diye sordu Aidan afallamış bir şekilde.

“Bence doğru soru, asıl sen kimsin” olmalı diye seslendi adam. Beyaz onlara hırlarken, korkuyla ona baktılar. “Ayrıca bir Orman Köpeğiyle ne işin var? Onların seni öldürebileceğini bilmiyor musun?” diye sordular korku dolu bir sesle.

“Bu öyle değil” diye yanıtladı Aidan. “Siz…gösteri mi yapıyorsunuz?” diye sordu, hala meraklıydı ve orada ne aradıklarını öğrenmek istiyordu.

“Yaptığımız iş için kibar bir kelime!” diye seslendi arkadan biri kahkahaya boğulurken.

“Bizler aktörler ve oyuncular ve jonglörler ve kumarbazlar ve müzisyenler ve palyaçolarız!” dedi bir başkası.

“Ve yalancılar ve hergeleler ve fahişeleriz!” dedi bir kadın ve hepsi yeniden kahkaha attı.

Kahkahalar artarken biri bir arpın tellerine vurdu ve Aidan kızardı. Bunlar gibi insanlara karşılaştığı bir anıyı hatırladı; o zaman daha küçüktü ve Andros’ta yaşıyordu. Tüm o gösteri yapan insanların başkente akın edip, kralı eğlendirişini hatırladı; parlak renkli yüzlerini, döndürdükleri bıçakları, adam yiyen kürkü, şarkılar söyleyen kadını ve saatler sürüyormuş gibi hissedilen şiirler okuyan bir ozanı hatırladı. Birinin neden böyle bir hayat yolunu tercih edip, savaşçı olmak istemediğini anlayamayıp kafasının karıştığını hatırladı.

Aniden bir şeyin farkına vardı ve gözleri parladı.

“Andros!” diye bağırdı. “Siz Andros’a gidiyorsunuz!”

Bir adam arabalardan birinden yere inip yanına geldi. Bu kırklı yaşlarında, şişkin bir karnı, tıraşsız, kahverengi sakalı ve aynı dağınıklıkta saçları olan, iri bir adamdı ve yüzünde dost canlısı bir gülümseme vardı. Aidan’ın yanına geldi ve bir kolunu babacan bir tavırla Aidan’ın omzuna koydu.

“Buralarda olmak için çok gençsin” dedi adam. “Kaybolduğunu söyleyebilirdim fakat senin ve köpeğinin yaralarınızdan, sadece kaybolmakla kalmamış olduğunuzu düşünüyorum. Görünüşe bakılırsa kendini bir belaya sokmuşsun ve o bela epey derinmiş. Ve tahminime göre” dedi adam Beyaz’ı endişeli bir şekilde inceleyerek “bunlar, sen bu yaratığa yardım etmek istediğin için olmuş.”

Aidan, ne kadar ne anlatması gerektiğini bilemediğinden sessizliğini korurken, Beyaz, onu şaşırtacak şekilde, gidip adamın elini yaladı.

“Ben kendime Motley diyorum” diye ekledi adam bir elini uzatırken.

Aidan endişeli bir şekilde adama baktı. Elini sıkmak yerine geriye bir adım attı.

“Benim adım Aidan” dedi.

“Siz ikiniz burada kalıp, açlıktan ölmeyi bekleyebilirsiniz” diye devam etti Motley “fakat bu ölmek için hiç de eğlenceli bir yol değil. Şahsen ben, önce güzle bir yemek yemeyi isterim. Daha sonra ölmek için başka bir yol bulunur.”

Ekiptekiler kahkahaya boğulurken, Motley’in eli hala havadaydı ve nazik ve şefkatli bir şekilde Aidan’a bakıyordu.

“İkiniz bu kadar yaralıyken bir yardım eline ihtiyacınız olacağını düşünüyorum” diye ekledi.

Aidan, babasının ona öğrettiği gibi, zayıflık belirtisi göstermek istemez bir şekilde gururlu bir biçimde durdu.

“Biz burada gayet iyiyiz” dedi Aidan.

Motley ekibine yeni bir kahkaha dalgasında öncülük etti.

“Eminim öyledir” dedi.

Aidan şüpheli bir şekilde adamın eline baktı.

“Ben Andros’a gidiyorum” dedi Aidan.

Motley gülümsedi.

“Biz de öyle” dedi. “Ve şanslıyız ki şehir sadece biz gidince dolmayacak kadar büyük.”

Aidan tereddüt etti.

“Bize bir iyilik yapıyor olacaksın” dedi Motley. “Fazladan ağırlık işimize yarayabilir.”

“Ve beslenmesi gereken bir başka boğaz!” diye bağırdı kalabalığın içinden bir soytarı ve gülmeye başladı.

“Pekâlâ…” dedi Aidan. “Eğer size bir iyilik yapıyor olacaksam…”

Aidan Motley’in elini tuttu ve kendini arabaya çekilirken buldu. Adam Aidan’ın beklediğinden daha kuvvetliydi. Giyimine bakılırsa bir saray soytarısı olmalıydı. Sıcak ve etli elleri Aidan’ınkilerin iki katıydı.

Motley daha sonra uzanıp Beyaz’ı aldı ve arabanın arkasına, Aidan’ın yanına nazikçe bıraktı. Beyaz, samanların arasında Aidan’ın yanına kıvrıldı, başı çocuğun dizindeydi ve gözleri tükenmişlik ve acıdan yarı açıktı. Aidan bu hissi çok iyi anlıyordu.

Motley de arabaya tekrar binince sürücü kırbacını şaklattı ve kervan yeniden yola koyuldu. Müzik tekrar çalmaya başladığında herkes neşelenmişti. Bu neşe verici bir şarkıydı, kadınlar ve erkekler arpların tellerini çekiyor, flüt ve zil çalıyordu ve birçok insan, Aidan’ı şaşırtacak şekilde, hareket halindeki arabaların içinde dans ediyordu.

Aidan daha önce hiç bu kadar neşeli bir grup insanla karşılaşmamıştı. Tüm hayatını savaşçılarla dolu bir kalenin kasvet ve sessizliği içinde geçirmişti ve bütün bunlara ne anlam vereceğini bilemiyordu. Biri nasıl olup da bu kadar mutlu olabilirdi? Babası ona hep hayatın ciddi bir şey olduğunu öğretmişti. Tüm bunlar önemsiz değil miydi?

Tümsekli yolda ilerlerlerken Beyaz acıyla inledi ve Aidan başını vurdu. Motley yanlarına geldi ve Aidan’ı şaşırtan bir şekilde köpeğin yanında diz çöküp yaralarına yeşil bir merhem sürerek kompres uyguladı. Yavaş yavaş Beyaz’ın inlemesi kesildi ve Aidan Motley’in yardımı için ona minnettar oldu.

“Sen kimsin?” diye sordu Aidan.

“Açıkçası birçok isim aldım” dedi Motley. “En iyisi ‘aktör’ oldu. Daha sonra ‘dolandırıcı’, ‘soytarı’, ‘şaklaban’… liste uzayıp gidiyor. Bana nasıl istersen öyle hitap edebilirsin.”

“Öyleyse sen bir savaşçı değilsin” dedi Aidan hayal kırıklığına uğramış bir şekilde.

“Savaşçı” diye tekrarladı Motley, başını merak içinde sallayarak. “Bana hiç bu şekilde hitap edilmedi. Ben de hiçbir zaman bu şekilde anılmayı istemedim.”

Aidan kaşlarını çattı, idrak edemiyordu.

“Ben savaşçı bir soydan geliyorum” dedi Aidan gururlu bir şekilde, acısına rağmen göğsünü gererek. “Babam muhteşem bir savaşçıdır.”

“Öyleyse senin için üzgünüm” dedi Motley, hala gülüyordu.

Aidan’ın kafası karışmıştı.

“Üzgün müsün? Neden?”

“Bu bir cezadır” diye yanıtladı Motley.

“Bir ceza mı?” dedi Aidan. “Hayatta bir savaşçı olmaktan daha harika bir şey yoktur. Tek hayalim bir savaşçı olmak.”

“Öyle mi?” dedi Motley memnun bir şekilde. “O halde senin için iki kat üzgünüm. Bence ziyafet çekmek, gülmek, güzel kadınlarla yatmak olabilecek en harika şeyler; hatta ülkede gezinip bir başkasının midesine kılıç saplamayı ummaktan çok daha iyi.”

Aidan kızardı, sinirlenmişti; daha önce kimsenin savaş hakkında bu şekilde konuştuğunu duymamıştı ve alındı. Daha önce hiç kendisine bu kadar uzak biriyle tanışmamıştı.

“Senin hayatında onurun yeri yok mu?” diye sordu Aidan kafası karışmış şekilde.

“Onur mu?” diye sordu Motley, gerçekten şaşırmış gibi görünüyordu. “Bu, uzun zamandır duymadığım bir kelime ve senin gibi genç biri için de fazlasıyla büyük.” Motley iç geçirdi. “Onur diye bir şeyin varlığına inanmıyorum; en azından ben görmedim. Bir seferinde onurlu biri olmayı düşündüm fakat bana hiçbir şey getirmedi. Ayrıca, üçkâğıtçı kadınlara av olan birçok onurlu adam gördüm” diye sözlerini bitirdi ve arabadaki diğer herkes kahkaha attı.

Aidan etrafına baktı ve tüm o dans eden, şarkı söyleyen ve sürekli içki içen insanları inceledi. Bu grupla yolculuk yapmak konusunda karmaşık duygular içine girmişti. Bu insanlar kibar insanlardı fakat hiçbiri bir savaşçı hayatı yaşamayı düşlemiyordu, hiçbiri kendini mertliğe adamamıştı. Onu aldıkları için minnettar olması gerektiğini biliyordu ve zaten öyleydi de fakat onlarla yolculuk yapmak hakkında ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu. Bunlar kesinlikle babasının iş yapacağı türden insanlar değildi.

“Sizinle yolculuk yapacağım” dedi Aidan sonunda. “Biz yol arkadaşı olacağız. Fakat kendimi sizinle silah arkadaşı olarak göremiyorum.”

Motley’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Şoke olmuştu ve en az on saniye, sanki ne diyeceğini bilemiyormuş gibi sessizce durdu.

Sonunda ise aşırı derecede çok uzun süren ve etrafında yankılanan bir kahkahaya boğuldu. Aidan bu adamı anlayamamıştı ve hiçbir zaman da anlayabileceğini sanmıyordu.

“Sanırım seninle yol arkadaşlığı keyifli olacak evlat” dedi sonunda Motley gözlerindeki yaşları silerken. “Evet, seninle yolculuk çok keyifli olacak.”

Onurun Bedeli

Подняться наверх