Читать книгу Bir Kahramanlık Ocağı - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 16

BÖLÜM DOKUZ

Оглавление

Dierdre, yanında Marco’yla birlikte var gücüyle küreklere asılıyor, ikisi kanalda yavaşça ilerleyip, Dierdre’nin babasını son gördüğü yere, denize doğru ilerliyorlardı. Babasını son gördüğü zamanı hatırladığında içi gerginlikten parçalandı, babasının, üstesinden gelemeyeceği bir durumda bile cesurca Pandesia ordusuna saldırışını hatırladı. Gözlerini kapatıp görüntüleri kafasından uzaklaştırdı ve babasının hala hayatta olması için dua ederek daha da hızlı kürek çekmeye başladı. Tek yapmak istediği zamanında varıp babasını kurtarabilmekti; başarılı olamazsa bile hiç olmazsa babasının yanında ölme şansına sahip olmak istiyordu.

Yanındaki Marco da son sürat kürek çekiyordu. Dierdre ona merakla karışık bir minnettarlıkla baktı.

“Neden?” diye sordu.

Marco döndü ve ona baktı.

“Neden bana katıldın?” diye sordu.

Marco sessizce ona baktı ve sonra bakışlarını kaçırdı.

“Diğerleriyle birlikte buradan gitmiş olabilirdin” diye ekledi. “Fakat sen aksini seçtin. Benimle gelmeyi seçtin.”

Marco hala dümdüz karşıya bakıyor, var gücüyle kürek çekiyor ve sessizliğini koruyordu.

“Neden?” diye sordu Dierdre ısrarla. Bilmeyi çok istiyordu ve küreği öfkeyle çekiyordu.

“Çünkü arkadaşım senden çok hoşlanıyor” dedi Marco. “Ve bu benim için yeterli.”

Dierdre var gücüyle kürek çekip, dönerek giden kanallarda ilerlerken düşünceleri Alec üzerinde yoğunlaştı. Alec onu çok büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Onları yüzüstü bırakmış ve işgalden hemen önce o gizemli yabancıyla birlikte Ur’dan ayrılmıştı. Bunun nedenini merak etmekten kendini alamıyordu. Alec bu davaya, demirci ocağına kendini fazlasıyla adamıştı ve Dierdre onun ihtiyaç anında kaçacak son kişi olduğunu düşünmüştü. Fakat o, kendisine en çok ihtiyaç duyulan zamanda ortadan kaybolmuştu.

Bu durum Dierdre’nin, sonuçta çok az tanıdığı Alec hakkındaki hislerini yeniden sorgulamasına sebep olmuştu. Kendisini onun için feda eden, Alec’in arkadaşı Marco’ya karşı daha güçlü hislere sahip olmuştu. Şimdiden aralarında güçlü bir bağ oluştuğunu hissedebiliyordu. Top gülleleri başlarının üzerinden vızıltıyla geçip, binalar patlamaya ve yerle bir olmaya devam ederken Dierdre Marco’nun gerçekten neyin içine doğru gittiklerinin farkında olup olmadığını merak etti. Ona katılırken, kargaşanın ortasına dalarken geri dönüşün olmayabileceğini biliyor muydu?

“Ölüme doğru kürek çekiyoruz, biliyorsun değil mi?” dedi Dierdre. “Babam ve adamları kıyıda, şu moloz yığınının arkasında ve niyetim onu bulup yanında savaşmak.”

Marco başıyla onayladı.

“Bu şehre yaşamak için döndüğümü mü düşünüyorsun?” diye sordu Marco. “Kaçmak isteseydim bunu çok önce yapabilirdim.”

Marco’nun gücünden etkilenen ve memnun olan Dierdre küre çekmeye devam etti ve ikisi, kıyıya yaklaştıkça, devrilen binalardan sakınmaya çalışarak yollarına sessizce devam etti.

Nihayet bir köşeyi döndüler ve Dierdre uzakta babasını son gördüğü yer olan moloz yığınını ve onun da ötesinde büyük, siyah gemileri gördü. O moloz yığınının arka tarafında Pandesialılarla bir savaş yapılmakta olduğunu biliyordu. Tüm gücüyle küreklere asıldı. Yüzünden ter boşalıyordu ve oraya zamanında varabilmek için kaygılanıyordu. Çarpışmanın, inleyen adamların seslerini duydu ve çok geç olmamış olması için dua etti.

Dierdre tekneden atladığında tekne neredeyse kanalın kıyısına yanaşmamıştı bile. Marco da hemen yanındaydı ve duvara doğru hızla koştular. Dierdre dev kaya parçalarına tırmanmaya çalışırken dirseklerini ve dizlerini yaralıyordu fakat umursamıyordu. Nefes nefese, kayaların üzerinde ayaları kayarak tırmanmaya devam etti. Sadece babasını ve diğer tarafa zamanında ulaşabilmeyi düşünüyordu, bu moloz yığınının bir zamanlar Ur’un görkemli kuleleri olduğunu o an çok ayırdında değildi.

Aşağıdan gelen bağırışları duyduğunda dönüp omzunun üzerinden baktı ve bulunduğu yükseklikten Ur’u gözlemleme şansı buldu. Şehrin yarısının harabeye döndüğünü görüp şoke oldu. Binalar devrilmiş, moloz yığınları ve toz bulutları sokakları kaplamıştı. Ur halkının her yönde canlarını kurtarmak için kaçtıklarını gördü.

Önüne dönüp tırmanmaya, insanların gittiğinin aksi yönüne gitmeye devam etti. Savaştan kaçmak değil, ona kucak açmak istiyordu. Nihayet taş duvarın tepesine ulaşıp aşağıya baktığında kalbi duracak gibi oldu. Olduğu yerde, kıpırdayamaz halde donakalmıştı. Görmeyi beklediği manzara kesinlikle bu değildi.

Dierdre aşağıda büyük bir çarpışmanın meydana geliyor olmasını, babasının, yanında adamlarıyla birlikte cesurca savaşıyor olmasını bekliyordu. Aceleyle aşağı inip ona katılabilmeyi, onu kurtarmayı ve onun yanında savaşmayı düşünüyordu.

Fakat gördükleri onda yerin dibine girme isteği uyandırmıştı.

Babası orada, kumun içinde yüzüstü, kan gölü içinde, sırtında bir balta saplanmış halde yatıyordu.

Ölmüştü.

Etrafında yatan düzinelerce askeri de ölmüştü. Binlerce Pandesia askeri gemilerden karıncalar gibi inip yayılıyor, kıyıyı kaplıyor, gördükleri her bedene, öldüğünden emin olmak için kılıç saplıyordu. Moloz duvarına, doğrudan kendisine doğru gelirlerken babasının ve diğer askerlerin cesetlerine bastılar.

Dierdre bir gürültü duyduğunda bazı Pandesialıların çoktan duvara ulaşmış olduğunu gördü. Yukarı tırmanmaya başlamışlardı. Aralarında on metreden az bir mesafe vardı ve doğrudan kendisine doğru geliyorlardı.

Dierdre, umutsuzluk, ıstırap ve hiddetle doldu. Öne çıkıp, mızrağını yukarı tırmanana Pandesialılar’dan ilkine fırlattı. Adam yukarı baktı; duvarın tepesinde birinin olacağını, birinin işgalci bir orduyla böyle yüzleşecek kadar çılgın olabileceğini beklemediği belli oluyordu. Mızrak göğsünü delip geçti ve adamı kayalardan aşağı gönderirken, birkaç askeri de beraberinde götürttü.

Diğer askerler toplandı ve mızraklarını kaldırıp Dierdre’ye fırlattı. Her şey çok hızlı meydana geldi ve Dierdre, kendini savunmadan, mızrakların kendisine saplanmasını isteyerek, ölmeye hazır bir şekilde durdu. Ölmek istiyordu. Çok geç kalmıştı, babası ölmüştü ve suçluluk duygusuyla boğulan Dierdre de babasıyla birlikte ölmek istiyordu.

“Dierdre!” diye bağırdı biri.

Dierdre Marco’nun arkasında olduğunu duydu ve bir an sonra Marco onu yakalayıp diğer tarafa doğru geri çekti. Mızraklar Dierdre’nin biraz önce durmakta olduğu yerden, onu birkaç santim ıskalayarak, vızıltıyla geçti ve Dierdre, Marco’yla birlikte moloz yığınının üzerinde geri yuvarlandı.

Kafa üstü yuvarlanırlarken Dierdre korkunç bir acı hissetti. Zemine çarpana kadar kayalar göğüs kafesine, vücuduna çarpıyor, her yerini yaralayıp incitiyordu.

Dierdre bir süre nefes almaya çabalayarak olduğu yerde yattı. Tüm vücudunun acıdığını hissediyor ve ölüp ölmediğini merak ediyordu. Kısa süre sonra Marco’nun onun hayatını kurtarmış olduğunu fark etti.

Hızla toparlanan Marco ayağa kalkıp Dierdre’yi tuttu ve ayağa kaldırdı. Birlikte tökezleyerek, Ur sokaklarına doğru koşarak duvardan uzaklaşmaya başladılar. Tüm vücudu ağrıyordu.

Dierdre omzunun üzerinden baktı ve Pandesialıların duvarın tepesine ulaşmış olduklarını gördü. Askerler yaylarını havaya kaldırıp şehrin üzerine ölüm yağdırmak üzere ok atmaya başladı.

Gökyüzü kararırken Dierdre her yanda sırtlarından okla ve mızrakla vurulan insanların çığlık atarak yere düşmeye başladığını duydu. Dierdre doğrudan Marco’ya doğru gelen bir ok gördü, uzanıp Marco’yu yakaladı ve okun önünden, bir duvarın arkasına doğru çekti. Hemen ardından arkalarındaki duvara çapan ok başlarının sesleri duyuldu ve Marco dönüp minnettar bir şekilde Dierdre’ye baktı.

Bir Kahramanlık Ocağı

Подняться наверх