Читать книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher, Unknown, Wells Samuel Roberts - Страница 14
Оглавление11
Malın ruh halinin yersizliği
Kentucky’de N. köyündeki bir kır otelinin kapısında bir yolcu belirdiğinde sicim gibi yağmur yağan bir öğleden sonrasının geç saatleriydi. Barın olduğu odada, kötü havanın yarattığı tedirginliğin bu limana attığı her türden insanın toplanmış olduğunu gördü, bar da bu tür kavuşmaların olağan görüntüsünü sunuyordu. Av giysilerini kuşanmış iriyarı, uzun boylu, çıkık kemikli Kentucky’liler soylarına özgü o rahat, tembel tavırları ve gevşek bedenleriyle barı doldurmuşlardı. Engin topraklarda iz sürerken oraya uğramış gibi bir halleri vardı. Tüfeklerini, fişek torbalarını, çantalarını bir köşeye dayamışlardı. Yanlarında av köpekleri ve ufak tefek zenciler vardı.
Şöminenin bir yanında arkaya kaykılmış iskemlesinde uzun bacaklı bir beyefendi oturuyordu, şapkası başındaydı, çamur içindeki çizmelerinin topukları soylu bir tavırla şöminede dinleniyordu, bu konuda okuyucumuzu bilgilendirelim, bu duruş Batı’nın barlarında çok sevilir, burada yolcular statülerini yükselttiğine inandıkları bu oturuş biçimini kararlılıkla benimsemişlerdir.
Barın arkasında duran hancı, taşralıların çoğu gibi boylu boslu, iyi huylu, rahat tavırlıydı, başında inanılmayacak kadar çok saçı, onun üstünde de kocaman, yüksek bir şapkası vardı.
Aslında odadaki herkes başında bu erkek egemenliğinin tipik simgesini taşıyordu. İster şık, gerçek bir şapka olsun, ister palmiye yaprağı ya da yağlanmış kunduz kürkünden yapılma; şapka duygusu versin ya da vermesin, başlarına taktıkları gerçek bir cumhuriyetçinin özgürlüğünün güvencesiydi.
Gerçekte her özgür bireyin kendine özgü simgesiydi şapka. Bazısı şöyle yana eğerek takardı, bunlar okurlarımızın gülmeyi seven, neşeli, teklifsiz hizmetkârlarıydı, bazısı burunlarına doğru özgürce bastırırdı, bunlar da erkekler arasındaki çetin cevizlerdi ki, zaten taktıkları, takmak istedikleri şapkanın tüm amaçlarına uygun olmasını isterler.
Bir de şapkalarını iyice arkaya yatırmış olanlar vardır, bunlar da uyanıklardır, her şeylerinin ortada olduğu izlenimini vermek isterler, şapkalarının nasıl durduğunu bilmeyen ya da aldırmayan umursamazlara gelince; bunların şapkaları her yöne kayar. Değişik türde şapkalar aslında gerçek bir Shakespeare dönemi çalışmasıdır.
Divers zencileri bol, rahat pantolonları, çizgisinde tek bir pot olmayan gömlekleriyle, her şeyi efendiyle konukları yararına düzenlemek için istekliymiş gibi görünmenin dışında aslında pek de bir şey yapmadan oradan oraya seğirtiyorlardı. Bu resme neşeli çatırtılarla yanan ve dumanı kocaman geniş bacada tüten ateşi, ardına kadar açılmış dış kapıyla pencereleri, nemli, soğuk havadaki güzel sert rüzgârda uçuşan benekli patiska perdeyi de eklerseniz, bir Kentucky hanının hazlarını gözünüzde biraz canlandırmış olursunuz.
Okuduğunuz dönemin Kentucky’lisi kuşaktan kuşağa geçen içgüdüler ve özelliklerden oluşur. Babaları, ormanda yaşayan, yıldızları kandil olarak kullanan, özgür açık göğün altında uyuyan sıkı avcılardı, onların bugüne uzantısıysa evini kamp gibi kullanan, her saat şapka takan, düşe kalka yürüyen, topuklarını şömine ya da iskemlelere dayayanlardır. Aynı babasının çimenlerde yuvarlandığı, topuklarını ağaç ya da kütüklere dayadığı, koca ciğerlerine çekecek havayı ancak bulabileceği için yaz kış ne kadar kapı pencere varsa ardına kadar açık bıraktığı gibi. Bu insanlar umursamaz, iyi huylu, açıkyürekli ve geçinmesi kolay, neşeli tiplerdi.
İşte yolumuz böyle bir özgürlükler ve rahatlıklar bileşkesine girdi. Yolcumuz görünüşüne özen gösteren, yüzünde kendine özgü bir şeyler okunan, yuvarlak, iyi huylu bir yüzü olan, özenli giyinmiş, kısa boylu, tıknaz bir adamdı. Valiziyle şemsiyesine özel bir dikkat gösteriyordu, içeri kendi elleriyle getirdi ve direterek, inatla görevlilerin tüm rahatlatma önerilerini reddetti. Oldukça kaygıyla çevresine bakındı, değerli eşyalarıyla en sıcak köşeye yöneldi, onları iskemlesinin altına yerleştirerek oturdu, topukları şöminenin ucunu süsleyen ve sinirleri zayıf, titiz alışkanlıkları olan beyefendilere oldukça dehşet verici gelecek bir cesaret ve güçle sağdan sola tüküren değerli zata biraz da korkuyla baktı.
Sözü edilen beyefendi yeni geleni şerefle selamlarmış gibi çiğnediği tütünü tükürerek, “Eh, yabancı nasılsın bakalım?” dedi.
Berikinin yanıtı bu gözdağı veren şereflendirmeyi dehşetle savuşturarak, “İyi, sanırım,” oldu.
Yanıtı alan, cebinden bir tütün şeridi, koca bir de av bıçağı çıkararak, “Yeni haberler var mı?” dedi.
“Bildiğim kadarıyla yok.”
Beriki çok kararlı kardeşçe bir tavırla yaşlı beyefendiye bir parça tütün uzattı.
“Çiğner misin?” dedi.
Yeni gelen, “Hayır, teşekkür ederim, bana uymaz,” diyerek konuyu kapattı.
Adam rahatça, “Uymaz ha?” diyerek toplumun genel çıkarı uğruna tütün suyu çıkarmayı sürdürmek için parçayı kendi ağzına attı.
Yaşlı beyefendi yanındaki adam kendisine dönüp de tütün tükürmeye başlayınca irkildi, uzun boylu adam bunu fark edince son derece iyi huylu bir tavırla ağır silahını başka yöne çevirdi ve bir kenti almaya yetecek askerî yeteneğiyle şöminenin demirlerinden birine tütün saldırısını sürdürdü.
Büyük bir el ilanının başına toplananları gören yaşlı bey, “O ne?” diye sordu.
Adamlardan biri kısaca, “Zenci ilanları,” dedi.
Adı Mr. Wilson olan yaşlı bey ayağa kalktı, valiziyle şemsiyesini dikkatle düzelttikten sonra gözlüğünü çıkarıp burnunun üstüne yerleştirdi, bu işlem tamamlanınca aşağıdaki yazıyı okudu:
Kâğıtlarının altında imzası olan adamlardan kaçan melez George.
Sözü edilen kişi, bir seksen boyunda, çok açık renk, kahverengi kıvırcık saçları olan çok akıllı bir melezdir. Düzgün konuşur, okuyup yazar. George bir beyaz gibi davranabilir, sırtıyla omuzlarında izler vardır, sağ eli H harfiyle işaretlenmiştir.
Canlı getirene dört yüz dolar, öldüğünü kuşku bırakmayacak biçimde kanıtlayana da aynı parayı vereceğim.
Yaşlı bey bu ilanı baştan sona alçak sesle ve öğreniyormuşçasına okudu. Şöminenin demirini kuşatma altında tutan uzun bacaklı kıdemli asker, bacaklarını indirerek ayağa kalktı, boylu bosluydu, ilana doğru yürüdü, son derece kasıtla tam üstüne emdiği tütünü tükürdü. Sonra da kısaca, “Bunun için düşündüğüm işte bu!” diyerek yine oturdu.
Hancı, “Yabancı, neden yaptın bunu?” dedi.
Uzun boylu adam serinkanlılıkla tütün kesme işine dönerek, “O kâğıdı yazan burada olsaydı da aynı şeyi yapardım,” dedi. “Böyle bir çocuğa sahip olan biri, ona nasıl davranacağını bilemiyorsa onu yitirmeyi hak eder. Kentucky’de böyle ilanlar yüz karasıdır, bilmek isteyen varsa benim düşüncem bu!”
Hancı, giriş yaparcasına, “Bu bir bakış açısı,” dedi.
Şömine demirlerine ateş saldırısını yine başlatan uzun boylu adam, “Bende bir yığın çocuk var bayım. Onlara, çocuklar diyorum, kaçın, kazın, ne zaman isterseniz! Asla peşinize düşmeyeceğim! Öyle elimde tutuyorum onları. Her zaman kaçmakta özgür olduklarını bilsinler, bu onların hevesini kırar. Üstelik bir de bugünlerde düşüp kalırsam diye hepsi için kayıtlı azat kâğıtlarım var, onlar da bunu biliyor. Bak sana söylüyorum yabancı, bizim oralarda zencilerinden benden iyi yararlanan yoktur. Benim oğlanlar beş yüz dolarlık taylarla Cincinnati’ye gittiler, satıp parayı da olduğu gibi getirdiler. Mantıklı olanı da bu zaten. Köpek gibi davranırsan köpeğin işiyle köpeğin davranışlarını alırsın karşılığında. İnsan gibi davranırsan insan gibi karşılık verirler.”
Dürüst davar tüccarı olanca sıcakkanlılığıyla bu ahlaki duyarlılığı şömineye kusursuz bir şeref atışıyla imzaladı.
Mr. Wilson, “Bence söylediklerinizin tümünde haklısınız dostum,” dedi, “burada sözü edilen gerçekten de iyi bir delikanlıdır, sizi temin ederim. Benim dokuma fabrikamda altı yıla yakın çalışmıştı ve sağ kolumdu bayım. Yaratıcıdır da, bezlerin temizlenmesi için bir makine icat ettiydi, oldukça değerli bir makine. Hâlâ hem bizde hem de başka fabrikalarda kullanılmakta. Patenti de kölenin sahibinde.”