Читать книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher, Unknown, Wells Samuel Roberts - Страница 8

Оглавление


5

Canlı mallar sahipleri değiştiğinde


duygularını nasıl gösterir?

Mr. Shelby ile Mrs. Shelby gece için dairelerine çekilmişlerdi. Adam büyük bir koltuğa oturmuş, öğleden sonra postasıyla gelen mektupları gözden geçiriyor, kadın da aynanın önünde ayakta durmuş Eliza’nın sabah düzenlediği karmakarışık örgü ve bukleleri fırçalıyordu, hanımı kızcağızın soluk yanaklarıyla bitkin gözlerini fark edince o gece için izin vermiş, yatağına gitmesini emretmişti. Patroniçesi kıza sabaha konuşacaklarını söylemiş, sonra kocasına dönerek rasgele, “Aklıma gelmişken Arthur, bu akşam masamıza gereksiz yere istemeyecek çağırdığınız o düşük düzeyli adam kimdi?” diye sordu.

Shelby iskemlesinde tedirgin bir tavırla dönerek gözleri mektuba dikili, “Adı Haley,” dedi.

“Haley mi? O da kim ve burada ne işi var Tanrı aşkına?”

“Geçen sefer Natchez’e gittiğimde onunla iş yapmıştım,” dedi Mr. Shelby.

“O da buna güvenip evine girer gibi gelip sofraya oturdu, öyle mi?”

“Yok canım, onu ben davet ettim, bazı hesaplarımız vardı.”

Mrs. Shelby kocasının sıkıldığını hissederek, “Köle taciri mi?” diye sordu.

Shelby başını kaldırarak, “Aman canım, bu da nereden aklınıza geldi?” dedi.

“Hiç, yalnızca Eliza yemekten sonra buraya geldi, çok kaygılıydı, ağlayıp sızlayarak sizin bir tüccarla konuştuğunuzu, adamın oğlunu, şu bizim komik küçük ördeği satın almayı önerdiğini söyledi!”

Mr. Shelby mektubuna dönüp baş aşağı tuttuğunu fark etmeden bir süre tüm dikkatini ona vermiş göründükten sonra, tüm mantığıyla, “Nasılsa satılacaktı, er ya da geç,” dedi.

Mrs. Shelby saçlarını fırçalamayı sürdürerek, “Eliza’ ya o acıları çekmekle aptallık ettiğini, o tip biriyle hiç işiniz olmayacağını söyledim. Elbette bizimkilerden hiçbirini satmaya niyetiniz olmadığını biliyorum – en azından öyle birine,” dedi.

“Bakın Emily, her zaman hissettiğim ve söylediğim gibi benim işimin kesinliği yoktur. Elimdekilerden bazısını satmak zorunda kalabilirim.”

“O yaratığa mı? Olamaz! Ciddi olamazsınız Mr. Shelby.”

“Öyle olduğumu söylediğim için üzgünüm. Tom’u satma konusunda hemen hemen anlaştık.”

“Ne? Bizim Tom’u mu? O iyi, vefalı adamı ha! Çocukluğundan beri size sadakatle hizmet eden o adamı! Ah, Mr. Shelby, azat etmeye bile söz vermişken hem de, bunu onunla yüzlerce kez konuştuk. Bunun üstüne her şeye inanabilirim artık. Zavallı Eliza’nın tek çocuğu küçük Harry’yi bile satabileceğinize inanırım!” Acı ve haksızlığa karşı duyduğu öfkeyle konuştu:

“Eh her şeyi bilmeniz gerektiğine göre, söyleyelim. Tom’la Harry’yi birlikte satmaya karar verdim ve herkesin her gün yaptığı şeyi yaptığım için neden bir canavar sayıldığımı anlamıyorum.”

“Ama öbürleri varken, neden onlar? Neden illa satmanız gerekiyorsa öbürleri değil de bunlar?”

“En çok parayı onlar getiriyor da ondan. Başka birini de seçebilirdim. Adam Eliza için çok para verdi, size uyarsa…”

“Alçak adam!” dedi Mrs. Shelby hırsla.

“Eh, ben de onu bir saniye bile dinlemedim zaten, sizin duygularınız adına böyle bir şey söz konusu bile olamaz, yapamazdım ama siz de bana biraz hak verin.”

“Canım,” dedi Mrs. Shelby kendini toparlayarak, “bağışlayın beni, aceleci davrandım. Şaşırdım, bunu hiç beklemiyordum ama siz de bu zavallı yaratıklar için aracılık etmeme izin vereceksiniz herhalde. Tom, zenci olsa da soylu yüreği olan sadık, güvenilir biridir. İnanıyorum ki Mr. Shelby, gerekirse yaşamını bile sizin için feda edebilir.”

“Bunu biliyorum, sanırım öyledir ama bunun yararı ne? Bunu yapmamak elimde değil ki!”

“Neden parayı feda etmiyoruz? Payıma düşen zorluğa katlanmaya hazırım. Ah, Mr. Shelby, her Hıristiyan kadının yapması gerektiği gibi o zavallı, basit, yardım ve desteğe muhtaç insanlar için görevimi sadakatle yerine getirmeye çalıştım, didindim. Onlar için kaygılandım, onlara yol gösterdim, göz kulak oldum, yıllarca tüm sevinçlerini, ilgi duydukları şeyleri hep bildim, peki şimdi zavallı Tom kadar sadık, kusursuz ve bize bunca güvenen birini önemsiz bir çıkar karşılığı satarak ona sevgi, değer adına öğrettiğimiz her şeyi bir anda koparıp alırsak onların arasında bir daha nasıl başım yukarıda dolaşırım? Onlara ailenin, ana babanın, çocuğun, karıkocanın görevlerini öğretmişken parayla kıyaslandığında bizim ne denli kutsal olursa olsun hiçbir bağ, görev ve ilişkiye aldırmadığımızı bu kadar açıkça ortaya koymamıza nasıl dayanabilirim? Eliza’yla oğlu için, Hıristiyan bir ana olarak ona olan görevleri konusunda konuştum, ona nasıl göz kulak olacağını, dua edeceğini ve onu nasıl iyi bir Hıristiyan olarak yetiştireceğini anlattım. Şimdi onu koparıp alır da bedeni ve ruhuyla bayağı, ilkesiz bir adama üç sent uğruna satarsanız ben o kadına ne derim? Ben ona tek bir ruhun, dünyanın tüm parasından değerli olduğunu söylemişken şimdi sırtımızı dönüp de çocuğunu satarsak, hem de bedeni ve ruhu iflas etmiş bir adama, bana nasıl inanacak?”

“Böyle hissetmenize üzüldüm Emily, gerçekten çok üzüldüm,” dedi Mr. Shelby, “duygularınıza tümüyle katılmasam bile saygım var ama size ciddi olarak söyleyeyim ki, bu konuda yapabileceğim bir şey yok. Bunu size söylemek istemezdim Emily ama açıkça anlatmam gerekirse, bu ikisini satmakla her şeyi satmak arasında seçeneğimiz yok. Ya onlar gidecek ya da her şey. Haley ipotekli alacak sahibi olarak gelmişti buraya, bu borcu hemen kapatmasaydım, önüne ne çıkarsa alacaktı. İnceden inceye hesap yaptım, giderleri azalttım, borç aldım, hiçbiri işe yaramadı, hatta yalvardım ama açığı kapatmak için bu iki kölenin satılması gerekti, ben de onları gözden çıkarmak zorunda kaldım. Haley çocuğu istedi ancak öyle anlaşacağını, başka hiçbir yolu kabul etmeyeceğini söyledi. Bense onun eline düşmüştüm, başka çarem yoktu. Bazı şeyleri satmak varken, ne var ne yok satmak daha mı iyi?”

Mrs. Shelby felakete uğramış biri gibi kalakalmıştı. Sonunda tuvalet masasına dönerek yüzünü ellerinin arasına aldı, bir inilti koyverdi.

“Bu Tanrı’nın köleliği laneti, çok çok acı ve en kötü şey! Efendiye de köleye de gelen bela! Bu kadar ölümcül bir kötülüğü düzeltebileceğimi düşündüğüm için aptalın biriyim. Bizimkiler gibi yasalarla bir köleyi elimizde tutarak günah işliyoruz, bunu hep küçük bir kızken bile hissettim, kiliseye gitmeye başladıktan sonra bu düşüncem daha da güçlendi ama bu sıkıcı durumun etkisini azaltabileceğimi düşündüm, iyilik, özen ve bilgiyle onlara özgürlükten daha fazlasını verebileceğimi, kendi durumumu iyileştirebileceğimi, vicdanımı rahatlatabileceğimi düşündüm… Amma da budalaymışım!”

“Karıcığım, bakıyorum enikonu köleliğin kaldırılmasından yanasınız.”

“Köleliğin kaldırılmasından yana ha! Benim kölelik konusunda bildiklerimi bilseler, neler düşünürlerdi acaba? Bunun söylenmesine bile gerek yok, köleliğin doğru olduğunu hiç düşünmediğimi biliyorsunuz, asla köle sahibi olmaya gönüllü olmadım.”

“Eh, işte o noktada birçok akıllı ve dindar adamdan ayrı düşünüyorsunuz,” dedi Mr. Shelby. “Mr. B.nin geçen pazar verdiği vaazı anımsıyor musunuz?”

“Böyle vaazları duymak istemiyorum, Mr. B.yi de bir daha kilisemizde vaaz verirken dinlemek istemiyorum. Din adamları kötüye hizmet etmez, bazı şeyleri düzeltmek konusunda bizden daha fazla işe yaramazlar belki ama karşı koyarlar! Bu tip vaazlar hep sağduyuma aykırı düşmüştür. Sizin de o vaazı pek düşündüğünüzü sanmıyorum.”

“İtiraf etmeliyim ki, bu vaizler bazen olayları biz zavallı günahkârların yapmaya cesaret edebileceğinden çok daha ileri götürürler. Bazı şeylere zor da olsa gözlerimizi kapamalı ve doğru olmayan bir pazarlığa da alışmalıyız ama kadınlarla din adamlarının böyle liberal ve yeniliklerden habersiz düşüncelerle ortaya çıkıp erdem ya da ahlaki konularda bizi aşmalarını pek hoş karşılamadığımız bir gerçektir. Yine de sevgilim, bu olayın gerekliliğini ve koşulların elverdiği en iyi şeyi yaptığımı gördüğünüze inanıyorum.”

“Aa, evet evet!” dedi Mrs. Shelby çabucak. Bir yandan da dalgınlıkla altın saatine dokundu ve düşünceli bir tavırla, “Pek fazla para edecek bir mücevherim yok ama bu saat bir işe yaramaz mı? Alındığında epey pahalıydı. En azından Eliza’nın çocuğunu kurtarabileceksem, her şeyi feda ederim,” diye ekledi.

“Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm Emily. Bu işin sizi bu kadar etkilemesi beni çok üzüyor ama hiçbir yararı olmaz. Sorun şu ki Emily, her şey olup bitti, satış anlaşmaları imzalandı, şu anda da Haley’de, her şey çok daha beter olmadığı için şükretmelisiniz. O adamın elinde hepimizi mahvedecek bir güç vardı, neyse ki kurtulduk. Adamı benim kadar tanısaydınız, kıl payı kurtulduğumuzu anlardınız.”

“Öyleyse çok acımasız?”

“Yoo, acımasız değil de, yalnızca bir tüccar, satış ve kârdan başka bir şeye aldırmayan, ölüm ve mezar kadar soğuk, amansız ve duraksamayan biri! İhtiyara bir zarar gelmesini istemez ama iyi bir fiyata anasını bile satar.”

“Bir de bu rezil yaratık iyi sadık Tom ile Eliza’nın çocuğunun sahibi olacak ha?”

“Eh, canım bu bana da çok zor geliyor! Düşünmekten nefret ettiğim bir şey. Haley işleri ayarlayacak. Yarın her şey onun kontrolünde olacak. Sabah erkenden atıma binip uzaklaşacağım. Tom’u göremem, bu kesin, siz de bir yerlere gidin, Eliza’yı da yanınıza alın. O ortalarda yokken bu iş olup bitsin.”

Mrs. Shelby, “Hayır hayır, bu acımasız işe hiçbir biçimde yardımcı ya da suç ortağı olmayacağım. Gidip zavallı ihtiyar Tom’u göreceğim, kederi için Tanrı yardımcısı olsun! Ne olursa olsun hanımlarının duygularının onlar için ve onlarla birlikte olduğunu görecekler. Eliza’ya gelince, düşünmeye bile cesaret edemiyorum. Tanrı bizi bağışlasın! Biz ne yaptık ki bu kötü zorunluluk bizi buldu?”

Bu konuşmanın Mr. ve Mrs. Shelby’nin aklının ucundan geçmeyeceği bir kulak misafiri vardı. Dairelerinde bir kapıyla dış koridora açılan büyük bir dolap bulunuyordu. Mrs. Shelby o gece için Eliza’ya izin verince kızın hummalı ve heyecan içindeki beyni, bu dolap fikrini önermiş, o da oraya saklanmış, kulağını kapının çatlağına yapıştırarak, konuşmanın tek sözcüğünü kaçırmamıştı. Sesler kesilince doğrulup gizlice ayaklarının ucuna basarak uzaklaştı. Beti benzi atmıştı, titriyordu, donmuş yüz çizgileri, kasılmış dudaklarıyla o yumuşak, çekingen insandan tümüyle değişik biriydi. Holde dikkatle ilerledi, hanımının kapısında bir an duralayarak ellerini dilsiz bir yakarışla göğe kaldırdı, sonra dönüp kendi odasına süzüldü. Dairesi hanımınkiyle aynı katta sessiz, temiz bir bölümdü. Sık sık önünde oturup şarkı söyleyerek dikiş diktiği güneşli hoş bir penceresi, küçük bir kitap dolabı, birkaç güzel ufak tefek süs eşyası, onların aralarına serpiştirilerek düzenlenmiş Noel armağanları, dolabında ve çekmecelerindeki birkaç basit giysiyle burası onun evi, daha geniş anlamıyla da hep mutlu olduğu yerdi. Yataktaysa uykunun gevşekliği içinde oğlu yatıyordu. Uzun bukleleri kayıtsızca hiçbir şeyin farkında olmayan yüzüne düşmüştü, gül gibi ağzı hafif açık, tombul elleri çarşafın üstündeydi, tüm yüzüne güneş ışığı gibi bir gülümseme yayılmıştı.

“Zavallı çocuk! Zavallıcık!” dedi Eliza. “Seni sattılar ama annen seni kurtaracak!”

Böylesi belalı dar boğazlarda görülen yaşlardan tek bir damlası o yastığa düşmedi, gözünden yaşlar çekilmişti, yüreği kendi kendine sessizce kanadığından, olsa olsa kan damlayabilirdi. Bir kâğıt kalem alıp aceleyle yazmaya başladı.

Hanımım, sevgili hanımım,

Nankör olduğumu sanmayın, benim için kötü düşünmeyin. Bu gece efendiyle konuştuklarınızın hepsini duydum. Oğlumu kurtarmaya çalışacağım için beni suçlamayın! İyi yürekliliğiniz için Tanrı sizi korusun ve ödüllendirsin!

Mektubu aceleyle katlayıp üstüne hanımının adını yazdı, sonra dolaba gidip oğlunun birkaç parça giyeceğini bohça yaptı ve bir mendille sımsıkı beline bağladı, o ânın dehşet dolu dakikalarında bile ancak sevgi dolu bir annenin yapacağı gibi çocuğunun en sevdiği oyuncaklardan birkaçını da yanına almayı unutmayıp uyandığında oynaması için rengârenk boyanmış bir papağanı dışarıda bırakmıştı. Küçük uykucuyu uyandırmak biraz sorun olduysa da azıcık uğraştan sonra yatağın içinde oturmuş, kuşuyla oynamaya başlamıştı. Annesi de bu arada bonesini takıp şalını örtmüştü. Annesi çocuğun küçük paltosu ve kepiyle yatağa yaklaşırken, çocuk, “Nereye gidiyorsun anne?” dedi.

Annesi iyice yakınına gelip gözlerinin içine öylesine candan baktı ki, çocuk olağandışı bir şeyler döndüğünü hemen anladı.

“Şşşt Harry,” dedi annesi, “yüksek sesle konuşma sakın, bizi duymasınlar. Kötü bir adam küçük Harry’yi annesinden alıp uzaklara, karanlığın içine götürecek ama annesi buna izin vermeyecek, oğulcuğunun şapkasıyla paltosunu giydirecek, çirkin adam yakalayamasın diye onu da alıp kaçacak.”

Bunları söylerken çocuğu giydirip düğmelerini iliklemiş, kucağına almıştı, hiç sesini çıkarmamasını fısıldadıktan sonra odasının dış verandaya açılan kapısını açtı ve usulca dışarı süzüldü.

Işıl ışıl, dondurucu bir geceydi, yıldızların ışığıyla aydınlıktı. Anne, şalını çocuğuna sardı, çocuk da tam olarak anlayamadığı o belirsiz korkuyla annesinin boynuna sarıldı.

Verandanın öbür ucunda uyuyan kocaman bir Newfoundland olan yaşlı Bruno, kadın yaklaşırken hafif bir homurtuyla ayağa kalktı. Eliza hafifçe adını söyledi, onun eski oyun arkadaşı olan hayvan, her ne kadar basit köpek kafasıyla hiç de akla uygun olmayan bu gece yarısı yürüyüşünün anlamını çıkaramadıysa da kuyruğunu sallayarak onu izlemeye hazırlandı.

Kendi ölçülerine göre başkaldırı ya da uygun olmayan bir şeylere ilişkin bulanık dürtüler hayvanı epey engelliyor olmalı ki, Eliza kayar gibi ilerlerken ikide bir duruyor dalgın dalgın önce ona, sonra eve bakıyor ve güven tazelermişçesine peşi sıra yeniden yola koyuluyordu. Geçen birkaç dakika onları Tom Amca’nın kulübesinin penceresine getirdi. Eliza durdu, pervaza hafifçe vurdu.

Tom Amcalardaki dua toplantısı, ilahiler de söylenince geç saatlere sarkmış, Tom Amca da birkaç uzun soloya kendini kaptırmıştı, saat on ikiyle bir arası olmasına karşın o ve değerli toplantı arkadaşları hâlâ ayaktaydı.

Chloe Teyze, “Aman Tanrı’m, o da ne?” diyerek fırlayıp perdeyi açtı. “Bu Lizzie değilse ne olayım! Adam, çabuk giyin, Bruno da gelmiş, dolanıp duruyor, Tanrı aşkına neler oluyor! Kapıyı açmaya gidiyorum.”

Söylediğini yapıp kapıyı ardına kadar açtı, Tom’un alelacele yaktığı donyağı mumunun ışığı kaçağın bezgin yüzüyle çılgınca parlayan gözlerine düştü.

“Tanrı seni korusun, sana bakmaya bile korkuyorum Lizzie, hastalandın mı, ne oldu?”

“Kaçıyorum, Tom Amca ve Chloe Teyze, çocuğumu kaçırıyorum, efendi onu sattı.”

İkisi birden yılgınlık ve umutsuzluk gösteren bir hareketle ellerini havaya kaldırdılar.

“Sattı mı?” diye yankıladılar.

“Evet, sattı,” dedi Eliza kısaca. “Bu gece hanımın odasına bitişik dolaba saklandım, efendinin Harry’yle seni Tom Amca, bir köle tüccarına sattığını duydum, efendi bu sabah atıyla evden uzaklaşacak, adam da gelip sizi alacakmış.”

Tom bu konuşma süresince elleri havada, gözleri yuvalarından uğramış, düş görüyormuşçasına kalakalmıştı. Sonra giderek ağır ağır söylenenin anlamını kavramışçasına gevşedi, eski koltuğuna çöküp başını eğdi.

“Ulu Tanrı’m, bize acısın,” dedi Chloe Teyze. “Ah, hiç gerçekmiş gibi gelmiyor insana! Efendinin satması için ne yaptı seninki?”

“Hiçbir şey. Neden o değil. Efendi satmak istemedi, hanımsa hep iyidir. Bizim için yalvarıp yakardı ama efendi ona bunun bir yararı olmayacağını, adama borçlu ve onun elinde olduğunu, borcunu ödemezse tüm evle birlikte herkesi satıp savıp taşınması gerekeceğini söyledi. İkisini satmak ya da her şeyi satmak dışında bir seçimim yok, dediğini duydum, adam çok bastırıyormuş. Efendi üzgün olduğunu söyledi ama bir de hanımımın konuşmasını duyacaktınız! O bir Hıristiyan ve melek değilse, kimse değildir. Onu öyle bıraktığım için kötüyüm ama zorunluydum. Hanımım, bir ruhun dünyadan değerli olduğunu söyledi, bu çocuğun da ruhu var, yazgısına terk etsem, kim bilir hali ne olur? Bu yaptığım doğru olmalı ama doğru değilse, Tanrı beni bağışlasın, başka türlü davranmak elimde değil!”

“Eh, koca adam!” dedi Chloe Teyze. “Neden sen de gitmiyorsun? Zencilerin ağır iş ve açlıktan öldükleri nehrin aşağısındaki o yere götürülmeyi mi bekleyeceksin? Oraya gitmektense ölmek yeğdir. Hâlâ zamanın var, Lizzy’yle git. İstediğin zaman gelir, istediğin zaman gidersin. Hadi acele et, ben de eşyalarını toparlayayım.”

Tom yavaşça başını kaldırıp sessizce ama üzgün çevresine bakındı.

“Hayır hayır, ben gitmiyorum. Eliza gitsin, bu onun hakkı! Hayır diyen ben olamam, Lizzy’den kalması beklenemez ama ne söyledi, duydum. Ya ben satılacaksam ya da buradaki herkes satılıp her şey mahvolacaksa, elbette ki ben satılayım. Ben de herkes kadar buna katlanabilirim.”

Hıçkırık ya da iç geçirme gibi bir şeyle geniş, kaba göğsü kasıldı.

“Efendi beni hep yerimde bulmuştur, yine bulacak. Şimdiye kadar hiç kimsenin güvenini boşa çıkarmadım, söylediklerime ters düşmedim, düşmeyeceğim de. Buranın perişan olup her şeyin satılmasındansa, benim tek başıma gitmem daha iyi olur. Suçlu olan efendi değil, Chloe, o sana da öbür yoksullara da bakar.”

Küçük yünsü kafalarla dolu derme çatma tekerlekli yatağa döndü ve sessiz sedasız çöktü. Koltuğun arkasına yaslanıp yüzünü iri elleriyle örttü. Ağır, boğuk, yüksek sesli hıçkırıklar iskemleyi sarsmaya, iri gözyaşı damlaları parmaklarının arasından yere damlamaya başladı. Siz, beyefendi! Bunlar ilk doğan oğlunuzu koyduğunuz tabuta akıttığınız gözyaşları. Siz hanım! Bunlar, ölen bebeğinizin çığlıklarını duyduğunuzda akıttığınız gözyaşları. O bir insandı beyefendi, siz de başka bir insansınız. Siz hanım, ipeklerle mücevherlerle donanmış da olsanız bir kadından başka bir şey değilsiniz ve yaşamın büyük belaları ve acılar arasında tek bir üzüntü duyarsınız!

Kapıda duran Eliza, “Şimdi de,” dedi, “kocamı yalnızca bu öğleden sonra gördüm, ne olacağını bilmiyorum. Onun sabrını taşırdılar, o da bugün bana kaçacağını söyledi. N’olur, olabilirse ona bu haberi iletmeye çalışın. Nasıl, neden gittiğimi, Kanada’yı bulmaya çalışacağımı söyleyin. Onu sevdiğimi söyleyin, deyin ki, onu bir daha hiç göremezsem,” bir an için onlara sırtını dönüp durdu sonra boğuk bir sesle ekledi, “ona elinden geldiğince iyi olmasını ve cennette beni bulmasını söyleyin. Bruno’yu da çağırın, kapıyı kapatın ki zavallı hayvancağız benimle gelmesin!”

Son birkaç sözcük, gözyaşı, sade bir veda ve helalleşme derken şaşkın, korkmuş çocuğuna sımsıkı sarılarak kayar gibi sessizce uzaklaştı.


Tom Amca'nın Kulübesi

Подняться наверх