Читать книгу Kaybedilen - Блейк Пирс - Страница 2

Prolog

Оглавление

Reba’nın başına yeni bir ağrı dalgası yayılıyordu. Küçükcük odanın ortasına, tavandan yere dikey olarak tutturulmuş borulara bağlanmış, karnını ve vücudunu saran ipleri çekiştiriyordu.  Elleri önden bağlıydı. Ayrıca ayak bilekleri de bağlanmıştı.

Uyuklayacağını farkettiği an korkuyla sarsıldı. Artık o adamın kendisini öldüreceğini biliyordu. Azar azar, yaralaya yaralaya… Onun istediği kendisini hemen öldürmek değildi, seks de değildi. O yalnızca acı çektirmek istiyordu.

Uyananık kalmak zorundayım, diye düşündü. Buradan kaçmalıyım. Eğer yine uyuyakalırsam, öleceğim.

Odanın ısısına rağmen çıplak vücudu terden buz gibi olmuştu. Eğilip yere baktı ve ayaklarının çıplak olduğunu gördü. Ayaklarının etrafındaki zeminde biriken, kuruyup katılaşmış kan lekeleri, onun buraya ilk bağlanan kişi olmadığını gösteriyorlardı. Giderek daha da panikliyordu.

Adam bir yere gitmişti. Odanın kapısı sıkıca kapanmıştı ama yine de geri gelebilirdi. Çünkü her seferinde böyle yapmıştı. Ve sonra kendisine çığlık attıracak, aklından geçen herhangi bir şeyi yapabilirdi. Pencereler levha ile kaplı olduğu için gece mi gündüz mü olduğunu anlayamıyordu. Görebildiği tek ışık tavandan sarkan çıplak ampülün parıltısıydı. Burası her neresiyse kimse onun çığlıklarını duyacağa benzemiyordu.

Buranın daha önce küçük bir kızın odası olup olmadığını merak etti. Her yerde tuhaf bir biçimde pembe, kıvrımlı işaretler ve peri masallarının motifleri vardı. Birisi -tahminen onun başka bir esiri – uzun bir süre boyunca etrafı dağıtmış, tabureleri, sandalyeleri ve sehpaları devirip kırmıştı. Yerler oyuncak bebeklerin gövdeleri ve uzuvları ile kaplanmıştı. Çoğu düzgünce örülmüş, oyuncak rengi gibi doğal olmayan renklerde küçük peruklar —Reba, bebek perukları olduğunu tahmin ediyordu— duvarlara kafa derisi gibi çivilenmişti. Kalp biçimindeki aynası paramparça olmuş pembe bir makyaj masası duvarın kenarında duruyordu. Diğer mobilya parçası, pembe gölgeliği yırtılmış, geniş tek kişilik yataktı. Esiri bazen burada dinleniyor olmalıydı.

Adam siyah kar maskesinin ardından, kara, yuvarlak gözleriyle ona bakıyordu. Önceleri adamın hep maske takmasından cesaret almıştı. Eğer yüzünü görmesini istemiyorsa bu, onu öldürmek istemediği ve serbest bırakabileceği anlamına gelmiyor muydu?

Ama daha sonra maskenin başka bir amaca hizmet ettiğini anladı. Maskenin ardındaki yüzün çekik bir çeneye ve  eğimli bir alına sahip olduğunu söyleyebilirdi. Adamın özelliklerinin zayıf ve çirkin olduğundan emindi. Ayrıca, güçlüydü, kendisinden kısa boyluydu ve muhtemelen bu yüzden kendisini güvensiz hissediyordu. Daha korkunç görünmek için maske taktığını düşündü.

Kendisini incitmemesi için onunla konuşmaya çalışmaktan vazgeçmişti. Önce yapabileceğini sanmıştı. Sonuçta çok güzel olduğunu biliyorddu. Ya da en azından eskiden öyleydim diye düşündü kendi kendine.

Morarmış yüzünde ter ve gözyaşı birbirine karışmıştı ve kanın uzun sarı saçlarının içinde keçeleştiğini hissedebiliyordu. Gözleri acıyordu. Adam ona kontakt lens taktırmıştı ve bu yüzden iyi göremiyordu.

Allah bilir şu an nasıl görünüyorum.

Başını dik tutmaktan vazgeçti ve düşmesine izin verdi.

Öl artık, diye yalvardı kendi kendine.

Bunu yapmak yeterince kolaydı. Daha önce diğerlerinin burada öldüğünden emindi.

Ama yapamadı. Bunu düşünmek bile kalbinin deli gibi atmasına, nefesinin kesilmesine ve midesinin kasılmasına sebep oluyordu. Kısa bir süre sonra yavaş yavaş öleceğini biliyordu ve o anda içinde yeni bir duygu belirmeye başladı. Bu kez korku ya da panik değildi. Umutsuzluk da değildi. Bu, başka bir şeydi.

Bu hissettiğim ne?

Sonra farkına vardı. Bu öfkeydi. Kendisini esir alana karşı değil. O adama karşı uzun süredir öfke dolu olmak onu bitirmişti çünkü.

Bu benim, diye düşündü. Onun istediği şeyi yapıyorum. Çığlık attığımda, ağladığımda, hıçkırdığımda ve yalvardığımda onun istediği şeyi yapıyorum.

Adamın kendisini kamışla beslediği berbat çorbayı yudumlarken onun istediği şeyi yapıyordu. Kendisine ihtiyacı olan iki çocuk annesi olarak ne zaman hıçkırarak ağlasa onu sonuna kadar mutlu ediyordu.

Zihni yeni bir kararlılıkla temizlendi ve nihayet kıvranmayı bıraktı. Belki de farklı bir yol denemeliydi. Tüm bu süre boyunca iplere karşı çok ağır bir mücadele vermişti. Belki de bu şekilde davranması yanlıştı. Bu ipler, parmaklarını her bir tüpün uçlarına koyduğun ve ne kadar güçlü çekersen parmakları o kadar çok sıkıştıran, Çinlilerin küçük bambu parmak tuzağı oyuncaklarına benziyordu. Belki de maharet, planlayarak ve tamamen gevşemekti. Belki de kaçış yolu buydu.

Her acıyı, iplerin bedenine dokunduğu yerlerdeki her çürüğü hissederek, tüm kaslarını ve bedenini gevşetti. Ve yavaşça iplerin gerginlik yarattığı kısımların farkına vardı.

Sonunda ihtiyacı olan şeyi bulmuştu. Sağ ayak bileğinin etrafında hafif bir gevşeklik vardı.  Ama açılmıyordu, yani şimdilik. Kaslarını gevşek tutmak zorundaydı. Bileğini usul usul oynattı ve ipler çözülene kadar sertçe devam etti.

Sonunda sevinçle, birden topuğu serbest kaldı ve sağ ayağını çıkardı.

Derhal yerleri gözden geçirdi. Sadece bir adım ötede, dağınık oyuncak parçalarının arasında, adamın av bıçağı yatıyordu. Adam daima bıçağı orada, kışkırtıcı derecede yakın bıraktığı için kahkahalarla gülerdi. Kana bulanmış bıçak, ışığın altında alay eder gibi parlıyordu.

Serbest kalan ayağını bıçağa doğru savurdu. Ayağını yükseğe savurduğu için ıskalamıştı.

Tekrar bedeninin gevşemesine izin verdi. Direkten sadece bir kaç santim aşağıya doğru kaydı ve bıçağa ulaşana kadar ayaklarını gerdi. Pis bıçağı ayak parmaklarının arasına sıkıştırdı, yerde sürükledi ve ayakları ile avucunun içine alana kadar dikkatlice kaldırdı. Bıçağın sapını uyuşmuş parmakları ile sıkıca kavradı ve bileklerini saran ipin etrafında döndürerek yavaşça sürttü. Adam içeri gelmeden önce bıçağı düşürmemek için nefesini tutarak ve umutla dua ederken, zaman durmuş gibiydi.

Sonunda bir kopma sesi duydu ve bir anda elleri serbest kaldı. Kalbi deli gibi atarken hemen belinin etrafındaki ipi kesti.

Özgürdü. Buna inanmıyordu.

Bir an yere çöktü ve öylece kaldı. Kan dolaşımının geri gelmesiyle birlikte elleri ve ayakları karıncalanıyordu. Gözlerindeki lensleri ittirerek çıkarmaya çalıştı. Dikkatlice bir yana kaydırdı, köşeye sıkıştırdı ve çekip çıkardı. Gözleri çok acımıştı ve lenslerin çıkmasıyla oldukça rahatlamıştı. Ellerinin içinde duran iki plastik diske baktığında, renkleri midesini bulandırdı. Lensler doğal olmayan parlak bir mavi renkteydiler. Onları fırlatıp bir kenara attı.

Reba, kalbi hızla çarparak, kendini yukarı doğru çekip topallayarak kapıya doğru gitti. Kapı kolunu tuttu ama açmaya cesaret edemiyordu.

Ya adam dışarıdaysa ne olacak?

Başka şansı yoktu.

Reba kapının topuzunu çevirdi ve sessizce kapıyı çekip açtı. Sağ tarafta yalnızca kemerli loş bir bölüme açılan uzun, boş koridora baktı. Çıplak ayaklarıyla sessizce koridor boyunca süzüldü ve kemerin tamamen loş bir odaya açıldığını gördü. Durdu ve etrafa baktı. Burası sanki biraz sonra bir aile yemeğe gelecekmiş gibi, masa ve sandalyelerin olduğu, sade ve tamamen sıradan bir yemek odasıydı. Pencerelerde eski dantel perdeler asılıydı.

Boğazına yeni bir korku düğümlendi. Bu yerin bir zindan olamayacak kadar sıradanlığı rahatız ediciydi. Perdelerin arkasından dışarıda havanın karanlık olduğunu görebiliyordu. Karanlıkta kaçmanın daha kolay olacağı düşüncesi onu heveslendirdi.

Koridora geri döndü. Koridor, basitçe dışarıya açılması gereken bir kapı ile son buluyordu. Topallayarak soğuk, pirinç tokmağı çevirdi. Kapı, onu gecenin karanlığına çıkarmak için ağır ağır ona doğru açıldı.

Küçük bir sundurma ve onun ilerisinde bir bahçe gördü. Aysız geceyi yıldızlar aydınlatıyordu. Başka bir ışık ya da yakınlarda ev olduğuna dair bir iz yoktu. Yavaşça sundurmaya girdi ve bahçeye çıktı. Acıyan ciğerlerine soğuk, temiz hava doldu.

Panikle karışık bir mutluluk hissediyordu. Özgürlük sevinci.

Koşmak için ilk adımını atacağı sırada aniden bileğinin sertçe kavrandığı hissetti.

Ardından o tanıdık, çirkin gülüşü duydu.

Hissettiği son şey başına vurulan sert bir nesne, belki de metaldi.  Daha sonra karanlığın derinliklerine doğru yuvarlandı.

Kaybedilen

Подняться наверх