Читать книгу Şafak Sökmeden - Морган Райс, Morgan Rice - Страница 7

BİRİNCİ BÖLÜM

Оглавление

Kate on yedinci doğum gününde bir karın ağrısıyla uyandı. Heyecanlı olabilmeyi isterdi; ama ona kimsenin hediye vermeyeceğini, doğum gününe özel bir kahvaltı veya doğum günü pastası olmayacağını biliyordu. Kimse ona doğum günü kartı vermeyecekti. Hatta ailesinden herhangi birisi doğum gününü hatırlarsa şanslı sayılırdı.

Göz kapaklarında ılık Santa Barbara güneşinin ışıklarını hissetti ve gözlerini açıp kırpıştırdı. Odası hala kutulardaki eşyalarla doluydu ve kendini bir türlü toparlamaya ikna edemediği büyük bir karmaşa içerisindeydi. Bunu nedeni, belki de, burada olmak istememesiydi. Ailesiyle birlikte olmak istemiyordu – her nerede olursa olsun. Neden istesindi ki? Ondan nefret ediyorlardı.

Kate pikeyi kafasına kadar çekerek ışığın gelmesini engelledi, umutsuz bir şekilde yataktan çıkıp bütün gün yüz yüze gelmemeye çalışıyordu. Daha sonra, yapılacak en iyi şeyin evden mümkün olduğunca hızlı bir şekilde çıkmak ve okula gitmek olduğuna karar verdi. En azından arkadaşları vardı. Evdeki hayatı hakkında her şeyi biliyorlardı ve kesinkes onun için endişeleneceklerdi.

Kate sonunda kendisini yataktan dışarı attı ve en sevdiği rahat pantolonunu ve siyah tişörtünü giydi. Daha sonra eskimiş Converse ayakkabılarını giydi, koyu kahverengi saçlarını düğümlenen yerlerin açılmasına yetecek, ama bir şekle sokmayacak kadar taradı. Özel bir gün olduğundan, biraz maskara sürdü ve sürme çekti. Geriye çekilip aynada nasıl göründüğüne baktı. Annesi bu giysisini görse nefret ederdi. Bunu düşünmek onu gülümsetti.

Koridorda krep, domuz pastırması ve pekmez kokuları birbirine karışıyordu. Annesi okuldaki diğer çocukların annelerinin saç stiliyle tam bir Amerikalı anne rolü oynamayı seviyordu. Ama aslında bunu bir türlü beceremiyordu. Hepsi düzmeceydi. Her şey sahteydi. Amerikalı anneler çocuklarını severlerdi – tek bir kızlarını seçip ona hayranlık duyarken diğerinin kendini küçük ve önemsiz hissetmesine izin vermezdi.

Kate bu kreplerin kendisi için olmadığını biliyordu. Bunlar babası ve kız kardeşi Madison ve erkek kardeşi Max içindi, ama kendisi için asla. Annesinin alaylı sözleri zihninde yankılanmaya başlamıştı.

Spor yapmaya başlarsan sen de güzel bir kahvaltı yapmaya hak kazanırsın. Ama zamanının büyük çoğunluğunu içeride kitap okuyarak geçirdiğin için yediklerine dikkat etmelisin.

Kate mutfağa girerken kendini olacaklara karşı hazırladı.

Yeni evde mutfakları zevkli bir şekilde döşenmişti ve en yeni model cihazlar vardı. Sanki bir dergiden fırlayıp çıkmış gibiydi. Annesinin mükemmel aile zırvasını sürdürmesi için ihtiyacı olan her şey vardı.

Babası masadaydı, geçen gece tükettiği alkolden dolayı gözleri hala kıpkırmızıydı. Kederli kederli önündeki sade kahvesine bakıyordu. Dokunulmamış krepleri önünde duruyordu. Kate hala onları yiyemeyecek kadar alkolün etkisinde olduğunu biliyordu.

Madison da masadaydı ve küçül el aynasıyla hala makyaj yapmakla meşguldü. Koyu renk saçlarını hafif dalgalarla omuzlarına dökmüştü ve saçları güneş ışığıyla parlıyordu. Makyajını parlak kırmızı ruj ile tamamlıyor ve gerçekten olduğu lise son sınıf öğrencisi gibi değil de bir üniversite öğrencisi gibi görünüyordu. Dışarıdan bakıldığında iki kız arasında sadece on sekiz ay varmış gibi durmuyordu. Madison daha çok bir kadına benziyordu, Kate ise birçok yönden hala cılız bir çocuk gibiydi.

Kate mutfağa daldı ve yerden çantasını aldı. Max onu gördü ve gülümsedi. On dört yaşındaydı ve Kate’in ailesindeki en iyi kişiydi. En azından onu önemsemeye çalışıyordu.

Önündeki krepleri işaret ederek, “Biraz ister misin?” dedi.

Kate gülümsedi. Max’in krepleri sevdiğini biliyordu ve hepsini bir çırpıda silip süpürmemek için çok güç harcıyor olmalıydı. Kate kardeşinin bu jestinden dolayı duygulanmıştı.

“Teşekkürler, istemem,” dedi.

Ancak o zaman mutfak penceresinin yanında sürahiye meyve suyu dolduran annesi dönüp ona baktı.

“Kate’e krep yok,” dedi. “Son zamanlarda biraz kilo almış gibisin.”

Kate’i baştan aşağı düzdü ve yüzünün aldığı iğrenç ifadeyi gizlemedi bile. Kate de ona soğuk soğuk baktı.

Max, annesinin Kate’i yine eleştirmeye başlamasına neden olduğu için suçluluk duyarak kafasını öne eğip tabağına baktı.

Kate duygusuz bir şekilde, “Merak etme anne,” dedi. “Kuralları biliyorum.”

Normalde Kate annesine cevap vermemeye dikkat ederdi. Bu her şeyi daha da kötü bir hale getirirdi. Ama bugün bir şeyler farklı gibiydi. Belki on yedi yaşına girdiğindendi. Kendisini biraz daha güçlü, kuvvetli hissediyordu. Zihninin bir kenarında heyecan verici bir şeyin arifesinde odluğunu hissediyordu.

Kate buzdolabını açtı ve yoğurdu çıkarttı. Annesinin şu an kahvaltıda yemesine müsaade ettiği tek şey buydu.

Bir kaşık aldı ve yoğurdunu yemeye koyuldu, mutfak masasına oturmuş, kahvaltı masasındaki ailesine katılmak istemiyordu.

Annesi elinde portakal suyu dolu sürahiyle birlikte masaya yaklaştı ve herkese bir bardak doldurdu.

Madison aynasını kapadı ve kız kardeşine baktı.

“Seni de Max ile birlikte arabayla okula bırakmamı ister misin?” dedi, gözlerini Kate’in eskimiş ayakkabıları, yırtık kotu ve çirkin tişörtü üzerinde dolaştırıyordu.

Kate Max’a baktı. Max kendisini daha da suçlu hissetti. Max okula her zaman onunla birlikte bisikletle giderdi, ama yeni eve taşındıklarından beri yol uzamıştı ve Madison ile arabayla gitmeye başlamıştı. Bunu çok önemsemiyordu – yeni evlerinden San Marcos Lisesi’ne bisikletle bir saatte gidilirken, arabayla on beş dakika civarı sürüyordu – ama kardeşiyle birlik olma hissini özlemişti. Birlikte bisiklete binerken sanki sessiz bir şekilde, Madison’un açık bir şekilde en sütte olduğu hiyerarşiyi onaylamadıklarını gösteriyor gibiydiler. Ama şimdi bu sessiz protesto bile artık yoktu. Paranoyak düşüncelere kapıldığı zamanlarda Kate annesinin Butterfly Beach yakınındaki bu evde sırf Max ile kendisini ayırmak için mi ısrar ettiğini merak ediyordu.

Annesi, “Araba yok,” diye uyardı, Madison ile konuşurken sesi daha yumuşaktı. “Kate’in harekete ihtiyacı var.”

Kate kahvaltı masasında oturan dördüne baktı ve bir kıskançlık duydu. Ailesi tamamen işlevsiz bir topluluktu ama yine de sahip olduğu tek aileydi ve onlardan ayrı olmak acıydı.

Kate nefesini verirken, “Ben bisikletle gideceğim,” diye cevap verdi.

Madison omuz silkti. Hiçbir zaman Kate’e karşı çok acımasız değildi, ama hiçbir zaman onun tarafını tutmamıştı. Madison evde en sevilen kızdı ve bu konumu sarsılacak gibi değildi. Kate ile fazla bir arada bulunmak ona zarar verebilirdi. Annesinin gözünden düşmenin ne demek olduğunu birinci elden görmüştü ve bunu riske edecek hiçbir şey yapmazdı.

Odanın diğer köşesinde Max Kate’in bakışlarını yakaladı ve sadece dudaklarını oynatarak sessiz bir şekilde üzgünüm dedi.

Kate de kafasını salladı ve aynı şekilde sorun değil dedi.

Her zaman böyle şeylere sebebiyet vermesi Max’ın suçu değildi. Annesinin adaletsizliği yüzünden kendisini suçlu hissetmemeliydi.

Max eliyle ve hafifçe kaşlarını kaldırarak Kate’in çantasını işaret etti.

Kate kaşlarını çattı ve çantasına baktı. İçinde mavi bir zarf vardı. Yutkundu. Bu bir karttı. Kardeşine minnet duydu. Ona bir doğum günü kartı hazırlamıştı.

Kate kafasını kaldırdı ve onunla göz teması kurdu; kardeşi ona gülümsedi.

Teşekkürler, diye sessizce dudaklarını oynattı.

Kardeşi kafasını salladı ve yüzüne bir gülümseme yayıldı.

Annesi Madison’a,” Bugün antrenmanın yok mu, tatlım?” diye sordu; güzel ve yetenekli büyük kızına bakarken gözleri gururla parlıyordu.

İkisi amigoluk antrenmanı hakkında konuşmaya başladılar, sinsice hangi kızların kötü bir performans sergilediğini ve hangilerinin son zamanlarda kilo aldığını konuştular. Annesi ve Madison ayrılmaz ikili gibiydiler. Kate’in annesi lisedeyken oldukça başarılı bir amigoydu ve bu yüzden Kate’in böyle bir uğraş yerine okuma ve yazmayı tercih etmesi onun için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu.

Daha sonra babası masadan kalktı. Herkes soluğunu tuttu. Babaları çok uzun biriydi ve hepsinin üstünde hâkimiyet kuruyor; normalde güneşli, parlak mutfağa karanlık bir gölge düşürüyordu.

“İşe geç kaldım,” diye geveledi.

Kate gerildi. Babası bu haliyle yataktan başka pek bir yere gidebilecekmiş gibi görünmüyordu.  Pantolonunun içine sokmadığı gömleği ve yüzündeki birkaç günlük sakalıyla berbat görünüyordu. Belki de babasının içli sorunu annesinin Kate’in dış görünüşünü bu kadar eleştirmesinin nedenlerinden biriydi; belki de babasının iyi görünmesini sağlayamıyordu ve bunun acısını ondan çıkartıyordu.

Herkesin nefesini tuttuğu oda hala sessizdi. Etrafta hantal hantal yürüyen babaları mutfak tezgâhındaki kavanozdan araba anahtarını ve yerdeki çantasını aldı. Hareketleri düzensizdi ve Kate bu durumda araba kullanamayacağını düşünerek kaygılanıyordu. Meslektaşlarının onun hakkında ne düşüneceğini merak ediyordu. Akşamları ne kadar içtiğini biliyorlar mıydı? Yoksa iş rol yapmaya gelince annesi kadar başarılı mıydı? İşe gittiğinde daha iyi bir adam, bir aile babası, saygıdeğer bir adam kılığına mı bürünüyordu? Bu harika mahallede bu güzel eve taşınmalarına yetecek kadar terfi etmişti, buna bakılırsa doğu bir şeyler yaptığı kesindi.

Ev kapısı çarparak kapandığında ve arabanın motoru çalıştığında herkes biraz rahatladı. Ama çok değil. Bazen annelerinin kontrolden çıkmamasını sağlayan tek şey babalarını tahmin edilmesi zor huyları olurdu. Onun olmadığı zamanlar her şeyin ve herkesin, özellikle de Kate’in, patronu o olurdu.

“Pekâlâ,” dedi soğuk gözlerini küçük kızına dikerek. “Yeni eve taşındığımızdan beri faturalarımızı inceliyorum ve üniversiteye gitme şansının pek söz konusu olmadığını söylemeliyim, Kate.”

Kate donup kaldı. Tüm vücudu buza kesti.

“Ne?”

Annesi, “Beni duydun,” dedi. “Burası pahalı bir mahalle ve ikinizi de üniversiteye gönderemeyiz. Madison’a öncelik vermemiz gerekiyor. Son sınıfı da bitirip daha sonra Madison’ın okul masraflarına yardımcı olacaksın.”

Kate yoğurdun birden midesini bulandırdığını hissetti. Bu duyduklarından öyle yıkılmıştı ki, kendisini kusacakmış gibi hissediyordu.

“Bunu… bunu yapamazsın,” diye kekeledi.

Max sandalyesinde aşağı sindi. Kate onun kendisini desteklemeyeceğini bilse de, Madison da rahatsız görünüyordu.

“Ben senin annenim ve benim evimde yaşadığın sürece istediğim her şeyi yapabilirim. Madison harika bir üniversiteye başladı ve senin yüzünden onun başarılı olma şansını tehlikeye atamam.” Annesinin yüz ifadesi çok acımasızdı. Kollarını sıkı bir şekilde göğsünde kavuşturmuştu. “Ayrıca bir tebrik etsen de fena olmazdı hani,” diye de alaylı alaylı konuştu. “Madison üniversiteden kabul mektubunu aldığından beri ağzından tek bir şey çıktığını duymadım. Kutlama pastası için bile gelmedin.”

Pazartesi günü, kabul mektubu geldiğinde, annesi Madison için bir kutlama düzenlemişti. Bir pasta yapmıştı -Kate yine de bir dilim bile yemesine izin olmadığını biliyordu- ve hatta bir ilan asmıştı. Madison’ın kutlaması tam da Kate’in hiç olmayan doğum günü partisinin olması gerektiği gibiydi.

Kate’in kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Zihnini kıpkırmızı bir sis kaplıyordu.

Bir anda ağzından kontrol edemediği şeyler çıkmaya başladı.

“Peki ya ben?” diye bağırdı. “Ya siz doğum günümü kutlamaya ne dersiniz? On yedi yaşına girdiğimiz farkında bile değilsiniz! Neden Madison’ın her şeyi bu kadar önemli oluyor? Bir değişiklik yapıp bana da önem vermeye ne dersin?”

Max’in ve Madison’ın gözleri korkuyla ardına kadar açıldı. Kate daha önce hiç kendisini savunmamıştı ve ikisi de bunun nasıl bir sonuç verebileceğini düşünerek endişeleniyordu.

Annesinin yüz ifadesinden bugün Kate’in doğum günü olduğunu unuttuğu açıkça görülüyordu. Ama hatasını asla kabul etmeyecekti – hiçbir zaman da etmemişti.

“Seninle tartışacak değilim, genç bayan. Madison’ın okul giderlerini karşılamak için benimle temizliğe geleceksin ve bu son sözüm.” Ses tonu duygusuz ve soğuktu. “Bu konuyla ilgili başka itiraz duyarsam seni okuldan alırım ve bir lise diploman bile olmaz. Anladın mı?” Kate’e tiksinti dolu gözlerle baktı. “Okula geç kalmıyor musun?” diye ekledi.

Kate öfkeli bir şekilde orada kalakaldı. Gözlerinde yaşlar birikmişti. Diğer çocuklara doğum günlerinde partiler düzenlenir, hediyeler verilirdi. Onun payına ise geleceğinin ondan çalındığı haberini almak düşmüştü.

Elindeki yoğurt kurusunu yere çaldı ve evden hızla dışarı çıktı. Mayıs ayıydı ve güneş cildini yakıyordu. Bisikletini dün okuldan sonra bıraktığı yerden aldı ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde pedal çevirerek içinde kabaran öfkeyi dışarı atmaya çalıştı.

Annesinden nefret ediyordu. Yeni evinden nefret ediyordu. Ailesinden nefret ediyordu. Bütün hepsi bir yalandı. Bütün bu yıllar boyunca sadece buradan, o berbat, bunalıcı annesinden ve hiçbir işe yaramayan, sarhoş babasından kaçma düşüncesiydi. O gün üniversiteye gideceği gündü. Buradan mümkün olduğunca uzağa, Doğu Yakasına gitmek istiyordu.

Ama artık bu hayali sona ermişti.

Şafak Sökmeden

Подняться наверх