Читать книгу Mürver Ağacı - Оскар Уайльд, F. H. Cornish, Lord Alfred Douglas - Страница 7
Mutlu Prens ve Diğer Öyküler
BENCİL DEV
ОглавлениеÇocuklar her öğleden sonra okuldan döndüklerinde Dev’in bahçesinde oynarlardı.
Yumuşacık yeşil çimeni olan harika bir bahçeydi burası. Çimenliğin orasına burasına yıldız gibi çiçekler serpiştirilmişti, ayrıca baharları pembe ve inci renkli narin çiçeklere bürünen, güzleri de bolca meyve veren on iki şeftali ağacı vardı. Kuşlar ağaçlara konup öyle tatlı şakırlardı ki, çocuklar onlara kulak vermek için oyunlarını bırakırlardı. Birbirlerine, “Burada ne kadar mutluyuz!” diye seslenirlerdi.
Bir gün Dev geri döndü. Arkadaşı olan Cornwall’lı gulyabaniyi ziyarete gitmiş ve yanında yedi yıl kalmıştı. Ve yedi yılın sonunda, sohbeti kıt olduğundan, söyleyeceklerini söylemiş olarak şatosuna çekilmeye karar verdi. Fakat geldiğinde çocuklar bahçesinde cirit atıyordu.
Aksi mi aksi bir sesle, “Burada ne yapıyorsunuz?” diye gürleyince çocuklar kaçıştılar.
Dev, “Benim bahçem bana aittir,” dedi. “Bunu herkes bilir, içinde benden başka kimsenin oynamasına müsaade etmem.” Böylece bahçeyi yüksek bir duvarla çevirdi ve bir uyarı tahtası dikti.
İZİNSİZ GİRENLER
YARGILANACAKTIR
Çok bencil bir Dev’di.
Zavallı çocukların oynayacakları hiçbir yer kalmamıştı. Yolda oynamayı denediler, ama çok tozlu ve taşlı olduğu için orasını sevmediler. Öyle olunca dersleri bittiğinde yüksek duvarın çevresinde dolaşıp içerideki güzel bahçeden söz etmeye başladılar.
Birbirlerine, “Orada ne kadar mutluyduk,” dediler.
Sonra Bahar geldi ve tüm yurdu küçük çiçekler ve küçük kuşlar bürüdü. Fakat Bencil Dev’in bahçesi hâlâ kıştı. İçinde çocuklar olmadığından kuşlar şakımıyor ve ağaçlar çiçeklenmeyi unutuyordu. Bir keresinde güzel bir çiçek başını çimlerden yukarı uzattı ve uyarı tahtasını görünce çocuklar için o kadar üzüldü ki, tekrar yerin içine girdi ve uykuya daldı. Bu durumdan yalnızca Kar ve Ayaz memnundu. “Bahar bu bahçeyi unuttuğuna göre,” dediler, “burada yıl boyu kalabiliriz.” Kar büyük beyaz örtüsüyle çimleri örttü, Ayaz tüm ağaçları gümüşe boyadı. Sonra yanlarında kalması için çağırdıkları Kuzey Yeli geldi. Kürklere sarınmıştı Kuzey Yeli ve bütün gün bahçede gürleyip duruyor, baca külahlarını deviriyordu. “Burası harika bir yer,” diyordu, “ziyarete gelmesi için mutlaka Dolu’yu da çağırmalıyız.” Böylece Dolu da geldi. Arduvaz taşlarının çoğunu kırana kadar her gün üç saat boyunca şatonun çatısını dövüyor, sonra da bahçenin dört bir yanında koşturabildiği kadar koşturuyordu. Boz giyimliydi ve nefesi buz kesiyordu.
Pencerede oturup soğuk beyaz bahçesine bakan Bencil Dev, “Bahar’ın niçin bu kadar geciktiğini anlamıyorum,” diyordu. “Umarım havalar düzelir.”
Fakat ne Bahar geldi ne Yaz. Güz her bahçeye altın meyveler verirken Dev’in bahçesine hiçbir şey vermedi. “Dev çok bencil,” dedi. Dolayısıyla burası hep Kış, hep Kuzey Yeli, hep Dolu, hep Ayaz’dı ve ağaçların arasında Kar oynaşıp duruyordu.
Bir sabah Dev yatağında uyanık yatarken harika bir nağme duydu. Kulağına o kadar tatlı geliyordu ki nağme, “Kral’ın çalgıcıları geçiyor olmalı,” diye düşündü. Aslında penceresinin dışında küçük bir keten kuşu şakıyordu ama onu bile işitmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki, duyduğu şey ona dünyanın en güzel müziği gibi gelmişti. Derken başının üstünde dönen Dolu kesildi, Kuzey Yeli gürlemeyi bıraktı ve açık pencereden içeri nefis bir koku süzüldü. Dev, “Galiba Bahar nihayet geldi,” dedi ve yatağından fırlayıp dışarı baktı.
O da ne?
Karşısında olağanüstü bir manzara vardı. Duvardaki küçük bir delikten çocuklar içeri girmiş, ağaçların dallarına kurulmuşlardı. Gözünün gördüğü her ağaçta küçük bir çocuk oturuyordu. Ve ağaçlar çocukların dönmesinden o kadar memnundu ki, baştan aşağı çiçeğe bürünmüşlerdi ve kollarını çocukların üstünde usulca sallıyorlardı. Kuşlar uçuşuyor ve sevinçle cıvıldıyor, çiçekler gülerek başlarını yeşil çimlerden yukarı kaldırıyorlardı. Görülecek şeydi doğrusu, ama bir köşe nedense hâlâ Kış’tı. Bahçenin en ücra yeri olan o köşede küçük bir oğlan çocuğu dikiliyordu. Çok küçük olduğu için ağacın dallarına uzanamıyor ve çevresinde dolaşarak içli içli ağlıyordu. Hâlâ buz ve karla kaplı olan ve başında Kuzey Yeli esip gürleyen zavallı ağaç, “Tırman, küçük oğlan!” diyor ve dallarını indirebildiği kadar indiriyorduysa da oğlan bir türlü yetişemiyordu.
Bunu gören Dev’in yüreği yumuşadı. “Ne kadar bencillik yapmışım!” dedi. “Bahar’ın bahçeme neden gelmediğini şimdi anlıyorum. Şu küçük oğlanı ağacın dalına çıkarıp duvarı indireyim de bahçem sonsuza, ama sonsuza kadar çocukların oyun sahası olsun.” Yaptıklarına gerçekten pişmandı.
Merdiveni inip çıt çıkarmadan kapıyı açtı ve bahçeye çıktı. Fakat çocuklar onu görünce o kadar korktular ki, hepsi birden kaçıştı ve bahçe yine Kış oldu. Yalnız şu küçük oğlan kaçmadı; gözleri yaşla dolu olduğundan Dev’in geldiğini görememişti. Böylece Dev arkadan gizlice sokuldu ve usulca oğlanın elini tutup onu ağaca çıkardı. Ağaç daha o an çiçeklenince ve kuşlar üşüşüp şakımaya başlayınca küçük oğlan kollarını açıp Dev’in boynuna doladı ve onu öptü. Dev’in artık kötü niyetli olmadığını gören öbür çocuklar koşarak döndüler ve Bahar da onlarla birlikte geri geldi. Dev, “Çocuklar, burası artık sizin bahçeniz,” dedi ve büyük bir balyoz alıp duvarı indirdi. İnsanlar saat on ikide çarşı pazara giderken Dev’in hayatlarında gördükleri en güzel bahçede çocuklarla oynadığını gördüler.
Çocuklar bütün gün oynadı ve akşam olunca Dev’ in yanına gelip ona veda ettiler.
“Ama küçük arkadaşınız nerede?” diye sordu Dev. “Ağaca çıkardığım şu oğlan?” Ona öpücük verdiği için Dev en çok onu seviyordu.
Çocuklar, “Bilmiyoruz,” diye cevap verdiler. “Gitmiş.”
Dev, “Ona yarın da mutlaka gelmesini söyleyin,” dedi. Fakat çocuklar nerede oturduğunu bilmediklerini, onu daha önce hiç görmediklerini söyleyince Dev çok üzüldü.
Çocuklar her öğleden sonra, okul çıkışında gelip Dev’le oynadılar. Fakat Dev’in sevdiği küçük oğlan bir daha hiç görünmedi. Çocukların hepsine çok iyi davranıyordu Dev, ama baştaki küçük arkadaşını da özlüyor ve sık sık ondan söz ediyordu. “Onu görmeyi ne çok istiyorum!” diyordu.
Yıllar böylece geçti ve Dev iyice yaşlanıp güçten düştü. Artık dışarıda oynayamadığından kocaman koltuğunda oturuyor ve çocukların oynamasını seyredip bahçesine hayran hayran bakıyordu. “Bir sürü güzel çiçeğim var,” diyordu. “Ama hepsinden daha güzeli çocuklar.”
Bir kış sabahı giyinirken penceresinden dışarı göz attı. Baharın uykuda olduğunu ve çiçeklerin dinlendiğini bildiği için artık kışlardan nefret etmiyordu.
Birdenbire gözlerini hayretle ovaladı ve iyice baktı. Şahane bir görüntüydü bu. Bahçenin en uzak köşesinde bir ağaç güzel mi güzel beyaz çiçeklere bürünmüştü. Dalların hepsi altına dönmüş, üstlerinden gümüş meyveler sallanıyor, altında da şu sevdiği küçük oğlan duruyordu.
Dev büyük bir sevinçle merdivenden aşağı koşup bahçeye çıktı. Çimenliği aceleyle geçip çocuğa yaklaştı. Ve yaklaştıkça yüzü öfkeden morardı. “Seni böyle yaralamaya kim cüret etti?” diye sordu. Çünkü çocuğun avuç içlerinde de, küçük ayaklarında da birer mıh izi vardı.
Dev, “Seni böyle yaralamaya kim cüret etti?” diye bağırdı. “Söyle bana, koca kılıcımı alıp onu parçalayayım.”
Küçük çocuk, “Olmaz,” dedi. “Bunlar Sevgi’nin yara izleri.”
“Sen kimsin böyle?” diye soran ve yüzüne garip bir saygı ifadesi oturan Dev küçük çocuğun önünde diz çöktü.
Çocuk ona doğru gülümseyip, “Bahçende bir kere oynamama izin verdin, bugün de ben seni Cennet bahçemde ağırlayacağım,” diye cevap verdi.
O gün öğleden sonra çocuklar oynamak için geldiklerinde Dev’in ölmüş olarak ağacın altında yattığını gördüler; baştan ayağa beyaz çiçekler içindeydi.