Читать книгу Alınan - Блейк Пирс - Страница 13

Bölüm 9

Оглавление

Alford silahını çekip depodan dışarı çıktı. Riley ve Lucy onu elleri silahlarında izlediler. Dışarıda, cesedin asılı olduğu direğin etrafında bir şey dönüyordu. Tiz bir ses çıkarıyordu.

Genç polis memuru Boyden silahını çekti. Cesedin etrafında dönen uzaktan kumandalı küçük bir uçağa ateş etti ve ikinci atışı yapmaya hazırlandı.

“Boyden, kahrolası silahını bırak!” diye bağırdı Alford. Kendi silahını kılıfına koydu.

Boyden şaşkın halde Alford’a döndü. Silahını indirirken, kumandalı uçak uçarak uzaklaştı.

Şef öfkelenmişti.

“Silahını ateşleyerek ne yaptığını sanıyorsun?” diye bağırdı Boyden’e.

“Olay yerini koruyorum,” dedi Boyden. “Muhtemelen bir haberci bununla fotoğraf çekiyordu.”

“Muhtemelen,” dedi Alford. “Ve bu durumdan en az senin kadar hoşlanmıyorum. Ama bu tür şeylere ateş etmek yasal değil. Ayrıca burası kamu alanı. Sen daha iyi bilmelisin.”

Boyden mahçup olarak başını öne eğdi.

“Özür dilerim efendim,” dedi.

Alford, Riley’e döndü.

“Lanet olası kumandalı uçaklar!” dedi. “Kesinlikle yirmi birinci yüzyıldan nefret ediyorum. Ajan Paige, lütfen artık cesedi indirip indiremeyeceğimizi söyler misiniz?”

“Gördüklerimden başka fotoğraf var mı elinizde?” diye sordu Riley.

“Tüm detayları gösteren bir sürü fotoğraf var,” dedi Alford. “Ofisime gelip bakabilirsiniz.”

Riley başıyla onayladı. “Burada görmem gerekeni gördüm. Olay yerini iyi kontrol etmişsiniz. Artık cesedi indirelim.”

Alford, Boyden’e, “Savcıyı çağırın. Etrafta hiçbir şey yapmadan beklemeyi kesebilir.”

“Anladım şef,” dedi Boyden cep telefonunu çıkarırken.

“Hadi,” dedi Alford, Riley ve Lucy’e. Onları polis arabasına götürdü. Arabaya binip yola çıktıklarında, bir polis barikatı geçen arabaya ana caddede el salladı.

Riley güzergahı dikkatlice not alıyordu. Katil, Alford ve Boyden’in kullandığı bu yolu kullanarak arabasını bu güzergahın içine ya da dışına bırakmış olabilirdi. Depo ile tren rayları arasındaki bölgeye başka bir yol yoktu. Bunun alışılmadık olduğunu düşünmeseler de birileri katilin arabasını görmüş olabilirdi.

Reedsport Polis Departmanı, kasabanın ana caddesindeki küçük, tuğladan yapılmış bir binadan ibaretti. Alford, Riley ve Lucy içeri girip şefin ofisinde oturdular.

Alford masaya bir yığın dosya koydu.

“İşte hepsi burada,” dedi. “Beş yıl önceki davanın tüm dosyası ve dün geceki cinayetle ilgili her şey.”

Riley ve Lucy dosyaları alıp incelemeye koyuldular. Riley’in dikkatini ilk olayın fotoğrafları çekmişti.

İki kadın aynı yaşlardaydılar. İlki, muhtemel kurban olma riski yüksek bir işte, hapishanede çalışıyordu. Ama ikincisinin kurban olma riskinin düşük olması beklenmeliydi. Ayrıca her ikisini de özellikle savunmasız hale getirebilecek, sıklıkla gittikleri barlar ya da başka mekanlarla ilgili bir iz yoktu. Her iki olayda da kadınlar samimi, yardımsever ve sıradan olarak tanımlanıyorlardı. Yine de katili bu kadınlara çeken başka özel faktörler olmalıydı.

Riley, “Marla Blainey cinayetinde ilerleme kaydettiniz mi?” diye sordu Alford’a.

“O dava Eubanks polisinin yetkisi altında. Kaptan Lawson. Ama onunla dava üzerinde ben de çalıştım. İşe yarar bir şeyler bulamadık. Zincirler son derece sıradan. Katil onları herhangi bir hırdavatçıdan almış olabilir.”

Lucy aynı fotoğraflara bakmak için Riley’e doğru eğildi.

“Yine de onlardan çokça almış,” dedi Lucy. “Çalışanlardan biri bu kadar çok zincir alan birine dikkat etmiş olabilir.”

Alford başıyla onayladı.

“Evet, o zaman bunu biz de düşündük. Bu bölgedeki tüm hırdavat dükkanlarıyla iletişime geçtik. Ama çalışanlardan hiçbiri böyle sıradışı bir satışı hatırlamıyor. Farklı zamanlarda belli miktarda, oradan buradan, kimsenin dikkatini çekmeden almış olmalı. Cinayet yerine geldiğinde elinde bunlardan çok miktarda varmış. Belki hala vardır.”

Riley kadının giydiği deli gömleğine daha yakından baktı. Dün geceki kurbanın giydiği gömlekle aynı gibiydi.

“Peki ya deli gömleği?” diye sordu Riley.

Alford omuz silkti. “Böyle bir şeyin kolay araştırıldığını mı sanıyorsun? Hiçbir şey bulamadık. Psikiyatri hastanelerinin standart bir uygulaması. Bir tanesi çok yakın bir bölgede olmak üzere, eyaletteki tüm hastaneleri araştırdık. Kimse bir deli gömleğinin kayıp ya da çalınmış olduğunu farketmemiş.”

Riley ve Lucy, rapolarla fotoğraflara bakmaya devam ederken bir süre sessizlik oldu. Bedenler birbirinden on mil uzaklıkta bırakılmışlardı. Bu da katilin çok uzakta yaşamadığına işaretti. Ama ilk kadının cesedi nehir yatağına öylesine atılmıştı. Aradan geçen beş yılda katilin tarzı biraz değişmişti.

“Peki bu adamı ne yapacağız?” diye sordu Alford. “Neden deli gömleği ve zincirler? Aşırı öldürme isteği gibi görünmüyor mu?”

Riley bir an düşündü.

“Düşüncelerinde değil,” dedi. “Bu, güçle ilgili bir şey. Kurbanlarını yalnızca fiziksel olarak değil, sembolik olarak da kısıtlamak istiyor. Bu pratiğin ötesine giden bir yol. Bu kurbanının gücünü almakla ilgili. Katil aslında buna dikkat çekmek istiyor.”

“Ama neden kadınlar?” diye sordu Lucy. “Eğer kurbanının gücünü almak istiyorsa, bunu erkeklerle yapması daha etkili değil mi?”

“Bu iyi bir soru,” diye yanıtladı Riley. Cesedin çok dikkatle, dengeli bir biçimde nasıl yerleştirildiğini görmek için olay yerine geri dönmeyi düşündü.

“Ama çok güçlü olmadığını unutmayın,” dedi Riley. “Bu bir yönüyle daha kolay hedefler seçmesiyle ilgili olabilir. Bunlar gibi orta yaşlı kadınlar muhtemelen daha az uğraştıracaktı. Ama ayrıca aklında bir şekilde yer etmişlerdi. Özel olarak seçilmemişlerdi ama kadın olarak ve kadını ona temsil eden her ne ise onun için seçilmişlerdi.”

Alford alaycılıkla homurdandı.

“Yani bunun kişisel olmadığını mı söylüyorsun?” dedi. “Bu kadınlar yakalanıp öldürülmek için bir şey yapmadılar. Katil bile özellikle onların bunu hak etmediğini düşünüyordu.”

“Bu çoğunlukla böyledir,” dedi Riley. “Benim son davamda katil oyuncak bebek alan kadınları hedef almıştı. Onların kim oldukları umurunda değildi. Önemli olan onları bebek alırken görmesiydi.”

Yine sessizlik oldu. Alford saatine baktı.

“Yarım saat içinde basın toplantısı yapmam gerek,” dedi. “Bunun öncesinde konuşmamız gereken başka bir şey var mı?”

Riley, “Yani, Ajan Vargas ve ben en erken zamanda kurbanın ailesiyle konuşmalıyız. Bu gece olursa iyi olur.”

Alford endişe ile alnını kırıştırdı.

“Sanmıyorum,” dedi. “Kocası genç öldü, belki on beş yıl oluyor. Bir kızı ve oğlu var. İkisinin de kendi aileleri var. Burada, kasabada yaşıyorlar. Adamlarım bütün gün onlarla konuştular. Çok yıprandılar ve perişanlar. Onları yarına kadar rahat bırakalım.”

Riley, Lucy’nin itiraz etmek üzere olduğunu gördü ve sessiz bir el hareketiyle onu durdurdu. Lucy’nin aile ile hemen görüşme istemesi iyiydi. Ama Riley, özellikle Alford ve takımı gibi yetkili görünen yerel güçlere köstek olmamaları gerektiğini de biliyordu.

“Anlıyorum,” dedi Riley. “Yarın sabah deneriz. İlk kurbanın ailesi nerede peki?”

“Sanırım Eubanks’da hala bazı akrabaları var,” dedi Alford. “Bunu araştırırım. Aceleye getirmeyelim. Nasılsa katilin acelesi yok. Son cinayeti beş yıl önceydi ve yakında tekrar hareket edeceğine dair garanti yok. Doğru ilerlemek için zamanı kullanalım.”

Alford sandalyesinden kalktı.

“Basın toplantısına gitsem iyi olacak,” dedi. “Siz de bu toplantıya katılmak ister misiniz? Yapmak istediğiniz bir açıklama var mı?”

Riley isteksizdi.

“Hayır, sanmıyorum,” dedi. “Başlangıçta FBI’ın dikkat çekmemesi iyi olur. Katilin çok tanındığını hissetmesini istemiyoruz. Eğer dikkatleri istediği kadar üzerine çekmezse kendisini daha çok göstereceğini düşünüyoruz. Şimdi senin gidip insanların karşısına çıkman daha iyi olur.”

“Tamam o zaman, siz yerleşebilirsiniz,” dedi Alford. “Pansiyonda sizin için ayrılmış bir iki oda var. Ayrıca önünde sizin kullanmanız için bir araba da var.”

Masasındaki oda rezervasyon formunu ve arabanın anahtarlarını Riley’e uzattı. Riley ve Lucy polis merkezinden ayrıldılar.

*

O gece geç saatlerde Riley cumbalı pencerenin sedirinde oturmuş Reedsport’un ana caddesini seyrediyordu. Akşam karanlığı çökmüş ve sokak lambaları yanmıştı. Akşam ortam hoş, güzel ve sakindi. Görünürde gazeteciler yoktu.

Alford, Riley ve Lucy için pansiyonda iki katlı güzel bir oda ayırtmıştı. Mekanın sahibi kadın onlara lezzetli bir akşam yemeği sunmuştu. Sonra Riley ve Lucy alt kattaki oturma odasında bir saate yakın ertesi günün planlarını yapmışlardı.

Reedsport gerçekten şirin ve güzel bir kasabaydı. Farklı koşullar altında olsalardı tatil yapmak için iyi bir yerdi. Ama şu an Riley’in aklı dünkü cinayet konuşmalarından çok ailevi meselelerle doluydu.

Şu ana kadar Peterson’u hiç aklına getirmemişti. O dışarıda bir yerdeydi, bunu biliyordu ama kimse buna inanmıyordu. Böyle şeyleri bırakmış olması akıllıca mıydı? Birini ikna etmek için daha çok uğraşamalı mıydı?

Peterson ve bu iki kadını öldüren katilin şu an hayatlarını yaşıyor olmaları ona ürperti veriyordu. O katillerden dışarıda, eyalette, ülkede daha kaç tane vardı? Neden toplumumuz bu çarpık insanlar nedeniyle rahatsız ediliyordu?

Ne yapıyor olabilirlerdi? Bir yerlerde tek başlarına ya da ailelerinin ve arkadaşlarının, onların içindeki kötülükten hiç haberi olmayan masum insanların içinde rahatça yaşıyorlar mıydı?

O an için Riley bunu bilemezdi. Ama bunu bulmak onun göreviydi.

Üstelik kendisini endişeyle April’ı düşünürken bulmuştu. Onu babasıyla öylece bıraktığı için içi rahat değildi. Ama başka ne yapabilirdi ki? Riley bu davayı almazsa yakında bir başka davanın gelebileceğini biliyordu. Sadece asi bir gençle başa çıkmak için çok işi vardı. Yeteri kadar evde değildi.

Riley, içgüdüsel olarak cep telefonunu çıkardı ve mesaj gönderdi. On an impulse, Riley took out her cell phone and sent a text message.

Selam April. Nasılsın?

Bir iki saniye sonra yanıt geldi.

İyiyim anne. Sen nasılsın? İşi çözmedin mi henüz?

April’ın, yeni davadan söz ettiğini anlaması Riley’in birkaç saniyesini almıştı.

Hayır, henüz halletmedim, yazdı.

April yanıtladı, Yakında halledersin.

Riley bu neredeyse tamamen güven dolu mesaj karşısında gülümsedi.

Konuşmak ister misin? Seni şimdi arayabilirim, yazdı.

April’ın yanıt vermesi için bir iki saniye bekledi.

Şimdi değil. Ben iyiyim.

Riley bunun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyordu. Biraz kalbi kırılmıştı.

Tamam, yazdı. İyi geceler. Seni seviyorum.

Sohbeti kapatıp oturdu ve derinleşen geceyi seyretti. April’ın sorusunu anımsayarak özlemle gülümsedi…

“İşi çözmedin mi henüz?”

“Bunun” anlamı Riley’in hayatındaki pek çok şey olabilirdi. Riley bunları çözmekten kendini çok çok uzak görüyordu.

Riley yeniden dışarıdaki gece karanlığına baktı. Ana yola bakarken, katilin tren rayları boyunca kasabaya doğru girişini gözünde canlandırdı. Bu cesur bir hareketti. Ama deponun ışığının altında görülebilecek cesedi elektrik direğine asmak kadar cesur değildi.

Onun suç eğilimi, cesedi gelişigüzel nehire atmaktan, tüm dünyanın göreceği biçimde asmaya kadar büyük ölçüde değişmişti. Riley’e göre katil özellikle organize olmuş gibi gelmiyordu ama daha takıntılı olmuştu. Hayatında bazı şeyler değişmiş olmalıydı. Ama ne?

Riley bu tür bi cesaretin reklam ve şöhret için artan bir isteği temsil ettiğini biliyordu. Katilin son kurbanından kesinlikle bu sonuç ortaya çıkıyordu. Ama bu olayda farklı bir şey hissediyordu. Bir şey Riley’e katilin yalnızca minyon ve güçsüz olduğunu değil aynı zamanda kendini yok sayan, mütevazi biri olduğunu da söylüyordu.

Öldürmek hoşuna gitmiyordu; Riley bundan kesinlikle emindi. Bu yeni cesaret seviyesine onu getiren ünlü olma isteği de değildi. Bu yalnızca umutsuzluktu. Belki de pişmalık, yarı bilinçli yakalanma arzusuydu.

Katillerin kendilerine karşı olmaya başladıklarından daha tehlikeli hiç olmadıklarını, kişisel deneyimlerinden biliyordu Riley.

Riley, Şef Alford’un daha önce söylediği bir şeyi düşündü.

“Katilin acelesi yok, hiç hem de.”

Riley şefin yanıldığını hissettiğinden emindi.

Alınan

Подняться наверх