Читать книгу Azla Mutlu Olmak - Фрэнсин Джей - Страница 11
BİRİNCİ BÖLÜM
7. Boş Alanı Kucaklayın
ОглавлениеAlıntıları sevdiğinizi umuyorum, çünkü bu bölüme sevdiğim başka bir alıntıyla başlıyorum: “Müzik notalar arasındaki alandır.” Besteci Claude Debussy’nin bu sözlerini ben şöyle yorumluyorum: Güzellik, takdir edilebilmek için belli bir miktar boşluğa ihtiyaç duyar – aksi durumda elinizde sadece kaos ve kakofoni olur.
Kendi amacımıza uygun olarak, bu fikre minimalist bir anlam katacağız ve diyeceğiz ki, “Hayat eşyalarımız arasındaki alandır.” Çok fazla yığılma yaratıcılığımızı boğabilir ve hayatımızın ahengini bozabilir. Ya da tersi, ne kadar çok alanımız varsa o kadar güzel ve ahenk içinde yaşayabiliriz.
Alan: Aslında gerçekte var olan bir şey değildir ama yine de asla yeteri kadar yok gibi görünür. Yokluğu bizi boşu boşuna strese sokar; aslında evlerimizde, dolaplarımızda ve garajlarımızda daha fazla alana sahip olmak için yapamayacağımız şey yoktur. Eskiden daha fazlasına sahip olduğumuzu hatırlarız ve ortadan kaybolmuş olması endişe kaynağıdır. Çevremize bakıp merak ederiz: “Nereye gitti bu?”
Evimize ilk taşındığımız gün nasıl göründüğü hakkında güzel hatıralarımız vardır; bütün bu muhteşem boş mekân! Ama ne oldu? Artık hatırladığımız kadar etkileyici değil evimiz. Doğrusu, alanımız bir yere gitmedi. Nerede bıraktıysak orada duruyor. Değişen alan değil, bizim önceliklerimiz. Dikkatimizi eşyalara o kadar çok verdik ki alanı tamamen unuttuk. Bu ikisinin karşılıklı olarak uzlaşmaz oldukları olgusunu gözden kaçırdık – evlerimize getirdiğimiz her yeni şey için alanımızın bir kısmı ortadan kaybolur. Sorun: Eşyalarımıza alanımızdan daha fazla değer veriyoruz.
Ama işte güzel haber: Alanın kaybedilmesi ne kadar kolay olsa da geri kazanılması da aynı derecede kolaydır. Bir nesneden kurtulun, işte! Alan! Başka bir eşyadan daha kurtulun, işte! Daha fazla alan! Kısa sürede, tüm bu küçük alanlar birbirlerine eklenerek büyük bir alan meydana getirirler ve yeniden ortalıkta gezinebilmeye başlarız. Yeniden keşfedilmiş bu alandan yararlanın ve mutlulukla dans edin!
Akılda tutmamız gereken şey (ve bu nedenle unutması da kolaydır) sahip olabileceğimiz eşyaların miktarının bunları barındırabilecek alanımızla sınırlı olduğudur. Tıkıştırmak, ezmek, itmek ya da çekmek bunu değiştiremez. İsterseniz “sihirli” vakum poşetleri kullanın, onlar bile bir yerlere girmek zorundadır. Öyleyse, eğer küçük bir dairede yaşıyorsanız ya da çok sayıda dolabınız yoksa, eve fazla eşya alamazsınız. Nokta.
İşte güzel haber: Alanın kaybedilmesi ne kadar kolaysa geri kazanılması da aynı derecede kolaydır.
Ve tabii sahip olduğumuz tüm alanı doldurmak zorunda da değiliz. Hatırlayın, alan eşyalara eş (ya da bakış açınıza göre, daha fazla) değere sahiptir. Eğer 400 metrekarelik bir evde yaşıyorsanız, 400 metrekarelik eşya edinmek zorunda değilsiniz. Eğer tam boy bir dolaba sahip olacak kadar şanslıysanız, bunun her santimini kullanmak zorunda değilsiniz. Gerçekten! Aslında bunları yapmazsanız çok daha kolay yaşar ve nefes alırsınız.
Giriş bölümünde bir kabın değeri ve en büyük potansiyeline boş olduğunda sahip olması üstüne kısaca konuşmuştuk. Bir çaydanlıkta çay demlediğimizde, bunu içebilmek için boş bir çay bardağına ihtiyacımız var. Yemek pişirmek istediğimizde, boş bir tencere lazım. Tango yapmak istersek, bunun için de boş bir odaya ihtiyacımız var.
Aynı şekilde, evlerimiz ev hayatımızın kaplarıdır. Dinlenmek, yaratmak ve ailelerimizle oynamak istediğimizde, bunu yapabilmek için boş bir alana ihtiyaç duyarız. Alternatif bir şekilde, evlerimizi hayatlarımız için bir sahne olarak da düşünebiliriz. En iyi performans için, içlerinde hareket edebilmeli ve kendimizi özgürce ifade edebilmeliyiz, dekorlara takılıp düşmenin pek eğlenceli (ya da hoş) olmadığını kabul etmek gerekir.
Aynı şekilde fikirlerimiz için de alana ihtiyacımız vardır – karışık bir oda genellikle karışık bir zihne neden olur. Diyelim ki kanepenizde oturuyor, bir kitap okuyor ya da müzik dinliyorsunuz ve tamamen derin bir düşünce zihninizi ele geçiriyor: Kim bilir, belki de insan doğası hakkında bir sezgi doğdu içinize ya da hayatın anlamını keşfetmek üzeresiniz. Derin düşüncelere dalmış insanlığın gizemlerini çözüyorsunuz ki bakışınız kahve sehpasındaki dergi yığınına ya da köşedeki çamaşır sepetine takılıyor. “Hmm, bununla ilgilenmem gerekir,” diye düşünüyorsunuz, “Acaba akşam yemeğinden önce yetiştirebilir miyim…” Zihniniz ânında bir dönüş yapar ve düşünce zincirini kaybedersiniz – ve onunla beraber büyük bir filozof olarak şöhretinizi de.
Elbette karmaşadan uzak bir çevreyi takdir etmeniz için Aristoteles olmanız gerekmiyor. Daha dünyevi türden faaliyetler bile alan ve yalınlıktan son derece yararlanır. Örneğin, etrafınızda kafanızı karıştırıp dikkatinizi dağıtacak milyon tane ıvır zıvır yokken eşinize ya da bebeğinize tam dikkatinizi vermek çok daha kolaydır.
Aslında, alanın en güzel yönü de budur: Bizim için gerçekten özel olan şeyleri (ve kişileri) spot ışıklarının altına çeker. Eğer çok güzel bir resme sahipseniz, bunu başka bir dekor kalabalığına boğmazsınız – kendisini gösterebilecek kadar yer bırakarak kendi başına asarsınız. Eğer nadide bir vazonuz varsa, bunu çöp yığınının altına gömmezsiniz – kendisine ait bir altlığın üstüne yerleştirirsiniz. Bizim için önem taşıyan şeylere buna denk bir saygıyla davranmalıyız, bu da aslında önemli olmayan ne varsa ortadan kaldırmak anlamına gelir.
Evlerimizde alan yaratarak odak noktasını olması gereken yere geri koyarız: neye sahip olduğumuza değil, ne yaptığımıza. Hayat, eşyalar için tasalanmaya değmeyecek kadar kısa. Yaşlanıp saçlarımız ağardığında, sahip olduğumuz şeyler hakkında değil de onların arasında neler yaptığımız hakkında atıp tutacağız.