Читать книгу Azla Mutlu Olmak - Фрэнсин Джей - Страница 12

BİRİNCİ BÖLÜM
8. Sahip Olmadan Tadını Çıkarın

Оглавление

Birisi size –asla satmamanız şartıyla– Mona Lisa’yı önerseydi? Elbette, nefes kesen bir tabloya yirmi dört saat bakma şansınız olurdu ama bir anda insanlığın en büyük hazinelerinden birinin tüm sorumluluğu da sadece sizin omuzlarınıza yüklenirdi. Onu hırsızlardan korumak, toz ve kirden, günışığından uzak tutmak ve ideal ısı ile nemde saklamak hafif bir görev olmazdı. Hiç şüphe yok ki onu görmek için akın eden sanat meraklılarıyla da baş etmek zorunda kalırdınız. Büyük olasılıkla, ona sahip olmaktan kaynaklanacak zevk onu korumanın ve kollamanın yükü tarafından gasp edilecekti. Çok geçmeden o gizemli gülüş o kadar da alımlı görünmeyebilirdi.

Bir daha düşününce, teşekkürler ama hayır – Louvre’da kalmaya devam etsin!

Modern toplumumuzda insanlığın bu kadar çok başyapıtına –onlara sahip olmaya ve bakımlarını üstlenmeye zorunlu olmadan– ulaşabilir olmamız inanılmaz bir şans. Şehirlerimiz o kadar muhteşem sanat, kültür ve eğlence kaynaklarıdır ki kendimize ait dört duvar arasında bunların ürünlerinin yapay benzerlerini yaratmaya ihtiyacımız olmaz.

Bu dersi yıllar önce üniversiteden yeni mezun olduğum günlerde almıştım. Okulda sanat tarihi okumuş ve bir modern sanat galerisinde yarızamanlı çalışmıştım. Onlarca sergi gördüm, düzinelerce monografi okudum ve kendimi tam anlamıyla uzman olarak düşünmeye başladım. Böylece ünlü bir sanatçıya ait bir baskıyı alma şansım doğduğunda fırsatı kaçırmadım. Gençliğimin önemli bir adımıydı – sanat koleksiyoncusu olma yolundaydım.

Elde etmenin zevki, baskıyı uygun şekilde çerçeveletme sorumluluğu (ve masrafı) karşısında biraz azaldı. Sonra bunu nerede sergileyeceğim meselesiyle ilgilenmek zorundaydım. Doğal olarak, bir modern sanat eserinin savaş öncesi yıllardan kalma dairemde nasıl görüneceği konusunda bir an bile düşünmemiştim. Ne de aydınlatma, yansıma ve görüş açısı gibi konuları değerlendirmiştim. En sonunda onu şöminenin üstündeki başköşeye yerleştirdim. Eski tuğla duvarla biraz uyumsuz olsa da dekorumun odak noktası olmasını istiyordum (ne de olsa iyi para ödemiştim).

Bu meseleleri halledince arkama yaslanıp hazinemi hayranlıkla seyredebildim. Bir gün değerli baskımın tam ortasında siyah bir böceğin farkına vardığımda şaşkınlığımı düşünün! Camın altına nasıl girdiğini anlayamadım ama öylece bırakmaktan başka yapacak bir şey yoktu.

Ne olursa olsun baskıyı gururla sergilemeye devam ettim – taşınırken de özenle sarıp sarmaladım ve beraberimde taşıdım. Yeni dairemde duvarlara bir şey asmaya izin verilmiyordu, bu yüzden baskı, zeminde daha az göz alıcı bir yere sahip oldu. Nice taşınmadan sonra onu peşimde sürüklemek ve asacak yer bulmak konusunda kesinlikle daha az heyecan duyar oldum. En sonunda satılmadan önce beş yılını köpüklü poşete sarılmış olarak bir dolabın dibinde geçirdi. O andan itibaren sanatla müzelerin ilgilenmesi gerektiğine karar verdim ve canım istediğinde gidip sanatın tadına vardım.

Aslında “sahip olmadan tadını çıkarmak” minimalist bir ev sahibi olmanın kilit noktalarından biridir. Tipik örnek: mutfak dolaplarımızda tozlanan kapuçino makineleri. Teoride evlerimizin konforu içinde, dumanı tüten köpüklü bir kahve yapabiliyor olmak gayet pratik (ve bir şekilde dekadan) görünür. Gerçekteyse, makineyi ortaya çıkarmak, kurmak ve işimiz bitince temizlemek tam bir eziyettir, üstüne üstlük kahve o kadar da lezzetli değil gibidir. Canımızın çektiği her anda yapabiliyor olmak onu daha az özel kılar. Birkaç kez barista rolüne girdikten sonra, köşedeki kafeye gidip ortama karışırken içkimizi yudumlamanın daha eğlenceli olduğunu fark ederiz.

Minimalist yaşam tarzı peşinde koşarken, dışarıdaki dünyayı meskenimizde yaratma düşüncesinin cazibesine direnmeliyiz. Ev sineması, ev spor salonu, tatil köyü benzeri arka bahçe için ekipman almak (ve bakımını yapmak) yerine sinemaya gidin, koşun ya da mahalledeki parka, havuza gidin. Bu şekilde, bu faaliyetlerin tadını, tüm eşyaları depolamak ve bunlarla ilgilenmek zorunda kalmadan çıkarabilirsiniz.

Minimalist yaşam tarzı peşinde koşarken, dışarıdaki dünyayı evlerimizde yaratma düşüncesinin cazibesine direnmeliyiz.

Eğer hoş şeyler satın almaya özellikle meyilliyseniz, “sahip olmadan tadını çıkarma”yı alışveriş esnasında sloganınız yapın. Cam bir biblonun zarafetinin, antika bir bilezik üstündeki metal işçiliğinin ya da el yapımı bir vazonun renklerinin canlılığının tadına varın – ama bunları eve götürmek yerine vitrinde bırakın. Bunu bir müze ziyareti gibi düşünün: sahip olma olasılığı (ve baskısı) olmadan güzel tasarlanmış nesnelerin güzelliğini ve tasarımını takdir etmek için bir fırsat. Aynı şeyi internette gezinirken yapıyorum ve dürüst olmak gerekirse fotoğraflara bakmaktan, bu parçalara sahip olmaktan alacağım kadar zevk alıyorum.

Minimalist olma yolundaki arayışımızda, evlerimizde ilgimizi ve dikkatimizi gerektiren şeylerin miktarını azaltmak istiyoruz. Şansımıza, bunu başarmak için sayısız olanağımız var – basitçe zevklerimizin ve faaliyetlerimizin bir kısmını kamusal alana taşıyarak. Aslında bunun son derece hoş bir yan etkisi de var. Çünkü –benzer deneyimleri evlerimizde yaratmaya çalışmak yerine– parklarda, müzelerde, sinema salonlarında ve kafelerde takılırken sosyal olarak ve yurttaş olarak daha aktif oluyoruz. Çevremizdeki eşyaların duvarlarını yıkarak, dünyaya karışma ve daha yeni, daha doğrudan ve daha cömert deneyimlerin tadını çıkarma fırsatını buluyoruz.

Azla Mutlu Olmak

Подняться наверх