Читать книгу Azla Mutlu Olmak - Фрэнсин Джей - Страница 8
BİRİNCİ BÖLÜM
4. Az Eşya = Çok Özgürlük
ОглавлениеEğer hayatta bir kere karşınıza çıkabilecek, olağanüstü bir teklif alsaydınız ama bu yüzden bir hafta içinde ülkenin diğer ucuna taşınmanız gerekseydi? Heyecanlanıp planlar yapmaya mı başlardınız? Yoksa evde çevrenize bakıp her şeyi nasıl zamanında paketleyeceğiniz konusunda endişe mi ederdiniz? Tüm eşyalarınızı binlerce kilometre öteye taşıma düşüncesi karşısında umutsuzluğa mı düşerdiniz (daha da kötüsü, bunu tamamen saçma mı bulurdunuz)? Zahmete girmeye değmez, durduğum yerde duruyorum, belki başka bir zamanda başka bir fırsat çıkar, kararına varma olasılığınız nedir?
Düşünmesi bile delice gelebilir ama eşyalarınız sizi yerinizde tutma gücüne sahip olur mu? Çoğumuz için yanıt “evet” olabilir.
Şeyler çapaya dönüşebilir. Bizi yere bağlayabilir ve yeni ilgi alanları araştırmaktan, yeni beceriler geliştirmekten alıkoyabilirler. İlişkilerin, kariyer başarılarının ve aileyle geçirilebilecek zamanın yoluna çıkabilirler. Enerjimizi ve macera duygumuzu tüketebilirler. Hiç eviniz birilerini ağırlamak için çok dağınık olduğundan bir ziyareti kabul etmekten kaçındığınız oldu mu? Kredi kartı ödemeleri için fazladan çalıştığınızdan çocuğunuzun maçına gidemediğiniz oldu mu? Eve göz kulak olacak kimse yok diye egzotik bir tatilden vazgeçtiniz mi?
Oturduğunuz odadaki her şeye bir bakın. Bu nesnelerden her birinin –her bir tekil mülkiyetin– size iple bağlı olduğunu hayal edin. Bazıları kollarınıza bağlıdır, diğerleri belinize ya da bacaklarınıza. (Daha da dramatik bir etki için gözünüzün önüne zincirler getirin.) Tüm bu şeyler peşinizden sürüklenir, tıngırdar, çıngırdarken ayağa kalkıp dolaşmaya çalışın. Kolay değil herhalde. Muhtemelen fazla uzağa gitmeyi ve fazla bir şey yapmayı başaramayacaksınız. Pes edip gerisingeriye oturmanız ve durduğunuz yerde durmanın daha az çaba gerektirdiğini kavramanız çok zaman almayacaktır.
Benzer şekilde, aşırı eşya yığını ruhlarımız için de yük olabilir. Sanki tüm bu nesnelerin kendi kütlesel çekim alanları varmış da bizi aşağı çekiyorlar, zapt ediyorlardır. Tıka basa dolu bir odada kelimenin gerçek anlamıyla ağır ve uyuşuk, aşırı yorgun ve kalkıp bir şeyler tamamlamak için çok tembel hissedebiliriz kendimizi. Bunu temiz, aydınlık, seyrek eşyalı bir odayla karşılaştırın – böyle bir mekânda hafif, özgür ve olanaklarla dolu hissederiz. Sahip olunan şeylerin yükü olmadığında enerji dolu ve her şeye hazırızdır.
Ne yazık ki her şeyi çekmecelere, sepetlere ve kutulara tıkıştırmak sorunu çözmez.
Kafamızda bu düşünceyle, hızlı bir çözüm bulmak ve az eşyalı bir mekân yanılsaması yaratmak için baştan çıkabiliriz. Tek yapacağımız en yakın süpermarkete dalıp güzel depolama kutuları almak ve çabucak minimalist bir oda yaratmak olacaktır. Ne yazık ki her şeyi çekmecelere, sepetlere ve kutulara tıkıştırmak sorunu çözmez. Gözden ırak eşyalar bile (ister salon çekmecesinde, ister bodrumda isterse de şehrin diğer yakasındaki bir depoda olsunlar) zihnimizin bir yerlerinde kalmaya devam ederler. Kendimizi zihnen özgürleştirebilmek için bunlardan tamamen kurtulmalıyız.
Hesaba şunu da katmak gerekir: Eşyalar, fiziksel olarak sıkıştırmaya ve psikolojik olarak boğmaya ek olarak, onlara sahip olmak için aldığımız borçlar nedeniyle finansal olarak da köleleştirirler bizi. Borcumuz ne kadar çoksa gecelerimiz o kadar uykusuz ve fırsatlarımız o kadar sınırlı olur. Her sabah uyanıp kendimizi sevmediğimiz bir işe doğru sürüklemek, artık sahip olmadığımız, kullanmadığımız hatta istemediğimiz şeyler için ödeme yapmaya devam etmek çocuk oyuncağı değildir. Bunun yerine yapmak isteyebileceğimiz o kadar çok şey akla gelebilir ki! Dahası, eğer maaşımızı (ve fazlasını) tüketim malları için erittiysek, bu, kaynaklarımızı daha farklı, daha tatmin edici uğraşlar –örneğin sanat eğitimi almak ya da gelecek vaat eden bir işe yatırım yapmak gibi– için de tüketmiş olduğumuz anlamına gelir.
Seyahat minimalist bir hayatın özgürlüğü için mükemmel bir analojidir. Tatile gittiğinizde iki üç ağır valizi peşinizden sürüklemenin nasıl bir eziyet olduğunu bir düşünün. Ne zamandır bu geziyi hayal ediyordunuz ve uçaktan indiğinizde çevrenizi görmek için sabırsızlanıyorsunuz. Durun bakalım. İlkin çantalarınızın dağıtım bandı üzerinde arz-ı endam etmesi için beklemeniz (beklemeniz, daha da beklemeniz) gerekiyor. Sonra bunları havaalanının salonları boyunca sürükleyeceksiniz. Taksi durağına gitmeniz daha iyi olabilir, zira bunları metroda idare etmek neredeyse imkânsız olacaktır. Hemen çevreyi görme fikrini aklınızdan çıkarın – doğrudan otelinize gitmek zorundasınız ki bu devasa yükten kurtulun. En sonunda odaya ulaştığınızda yorgunluktan bitmiş durumdasınız.
Öte yandan minimalizm sizi çevik kılar. Sadece tek bir hafif sırt çantasıyla seyahat ettiğinizi hayal edin – deneyim kesinlikle neşelendiricidir. Hedefinize varırsınız, uçaktan aşağı atlar ve bagajlarını bekleyen kalabalığın arasından şimşek gibi geçersiniz. Sonra bir metro, otobüs ya da otele doğru yürüyüş. Tüm yol boyunca, yabancı bir şehrin görüntülerini, seslerini ve kokularını deneyimlersiniz, her birinin tadına varacak zamanınız ve enerjiniz vardır. Hareketli, esnek ve bir kuş kadar özgürsünüz – müzelere ve turistik mekânlara çantanızla girebilirsiniz ya da kolayca bir emanet dolabına bırakabilirsiniz.
İlk senaryonun tam tersine, yere indiğiniz andan itibaren koşmaya hazırsınız ve öğleden sonrayı –eşyalarınızı sağa sola sürüklemek yerine– çevreyi görerek geçirirsiniz. Otelinize vardığınızda, yaşadığınız bu deneyim sizi daha enerjik ve fazlasına hazır hale getirmiştir.
Eşyalarımıza zincirli olmadığımızda hayatın tadını çıkarabilir, başkalarıyla ilişki kurabilir ve sosyalleşebiliriz. Yeni tecrübelere açık hale geliriz ve fırsatları görüp değerlendirmek için daha becerikli oluruz. Peşimizden sürüklediğimiz bagaj (fiziksel ve zihinsel olarak) ne kadar azsa yaşamaya o kadar zaman kalır.