Читать книгу Evrensellik Mitosu - - Страница 4
ÖNSÖZ
Оглавление“Evrensel” ve “evrensellik” terimleri özellikle son yüz elli yıldır, felsefede, bilimde, sanatta olduğu kadar günlük dilde de en yaygın ve en sık kullanılan terimler arasında yer almıştır. Buna karşılık bu kitapta yer alan yazılar, özellikle insan, tarih, toplum söz konusu olduğunda bu terimlerin bu alanlarda kullanımının sakıncalarını, hatta yanlışlığını savunan, bunu hemen her yazıda bir leitmotif olarak yineleyen yazılardır. Başka bir deyişle, bu yazılarda insanı, tarihi ve toplumu konu edinen felsefe alanlarında ve bilimsel etkinliklerde “evrenselliğin” insanı, tarihi ve toplumu kavramakta geçersiz ve hatta yanlışlara sürükleyici, bu alanların bilgisine ulaşmayı engelleyen bir işlev yüklendiği gösterilmeye çalışılmaktadır.
Aslında evrensellik problemi felsefe tarihinin erken dönemlerinden beri bilinen çatışmalara, hizipleşmelere, hatta kutuplaşmalara yol açmış bir problemdir. Felsefenin görevinin genel kavramlara başvurarak evrensele ulaşmak olduğunu düşünen evrenselciler ile evrenselin yalnızca bir ad (nomina) olduğunu, herhangi bir gerçekliği karşılamadığını ileri süren adcılar (nominalistler) arasındaki “evrenseller tartışması” felsefe tarihinin tanıdığı en önemli tartışmalardan biri olmuştur. Bu kitaptaki yazıların ortak savlarından biri ve belki de en önemlisi, adcı gelenek doğrultusunda, “evrensel” ve “evrensellik” terimlerinin bir gerçekliği işaret etmedikleridir. Buna karşılık bu terimler, felsefenin tanımlanmasında bile, “felsefe evrenselin bilgisine ulaşmaya çalışır” örneğinde olduğu gibi, temel dayanak yapılacak ölçüde belirleyici olmuşlar, itibar görmüşlerdir.
Esasen evrensellik fikri, düşünen kafalar için düşünce tarihinin hemen her evresinde çok cazip bir fikir olmuştur. Öyle ki, düşünen kafaların büyük çoğunluğunun felsefe ve bilimde evrensele ulaşma çabası kadar ahlakta, hukukta ve siyasette evrenseli toplum yaşamına sokma, evrensel kurallara göre düzenlenmiş bir toplumsal yaşam oluşturma girişiminden vazgeçmedikleri görülür. Bu girişim, ilk bakışta çok saygıdeğer bir girişim izlenimi yaratabilir. Ne var ki, bilgi alanında evrenseli arama serüveni kadar toplumsal yaşama, hukuka ve siyasete de evrenseli sokma çabaları, insanlık tarihi içinden bakıldığında doğruyu, herkes için istisnasız geçerli olanı bulma aşkına ve tüm insanlığın yararı düşünülerek sürdürülmüş olsalar ve bu yüzden saygıdeğer bulunsalar bile, beklenenin tersine, düşünce ve eylemde farklılaşmanın, hizipleşmenin, gruplaşmanın, kamplaşmanın ve çatışmanın en etkili güdümleyicileri olmuşlardır. Tuhaf olan şudur ki, tüm insanları ve toplumları aralarındaki farklılıkları aşarak bir evrensel toplum düzeni içinde birleştirme yolundaki evrenselci çabalar, beklenenin tam tersine, “evrensel”den anlaşılanın farklılığı (çoğu zaman da karşıtlığı) sebebiyle, farklılaşma, hizipleşme, gruplaşma, kamplaşma yaratmışlardır. Bunun gibi, siyasette herkesin üzerinde uzlaştığı bir evrensel ilke, kural olmadığından, evrensellik daima kimilerinin görüş, eğilim ve inançları doğrultusunda savunulan, savunulmakla da kalmayıp kendisine içtenlikle inananların yine içtenlikle dayattıkları bir şey olmaktan kurtulamamıştır. Daha da önemlisi bu dayatma başka bazılarının görüş, eğilim ve inançları doğrultusunda aynı konuda başka evrenselliklerin dayatılmasına yol açmıştır ki, bu karşılıklı dayatmalar bilgide, ahlakta ve siyasette anlaşmazlık ve çatışmanın bu nedenle kaynağı olmuşlardır. Öbür yandan bu evrenselci dayatmacılık, kendi evrensellerine içtenlikle inananları, bu dayatma sırasında totaliter ve globalist bir tavır içine ister istemez sokmuştur. Tam da bu yüzden, evrenselcilik, insanlık tarihinde birliğin ve uyumun değil, ayrılığın ve çatışmanın başlıca sebebi olmuştur. Evrensel olduklarını iddia eden İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi dinler arasındaki bin beş yüz yıllık, liberalizm ve sosyalizm gibi ideolojiler arazındaki iki yüz yıllık çatışma, çeşitli evrenselcilikler arasındaki çatışmanın en bilinen örnekleridir. Onların her biri, tam da kendi evrensellerinin geçerliliğine duydukları inanç doğrultusunda totaliter, çatışmacı, globalist ve dışlamacı olmuşlardır.
18. yüzyılın ortalarından bu yana adcı (nominalist) cepheden evrenselciliğe yöneltilen eleştiriler, ortaçağ sonlarındaki eleştiriler kadar köktenci olmakla birlikte, özellikle yeniçağda bilim kavramının evrenselci yorumuna tepki doğrultusunda, daha çok bir bilim eleştirisi etkinliği çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Özellikle sosyal bilimlerin (tin bilimlerinin, kültür bilimlerinin, insan bilimlerinin) felsefi statüsü ve epistemolojik temelleri konusunda yoğunlaşan bu eleştiriler, bizzat “bilgi” ve “bilim” kavramlarının yeniden değerlendirilmesine zemin hazırlamışlardır.
İşte, bu kitaptaki yazılar, adcı/tekilci/tarihselci/hermeneutik bilgi/bilim anlayışı doğrultusunda evrenselci bilgi ve bilim anlayışının eleştirisine yönelmiş bazı yazılarımı içermektedir. Yazılar, felsefi/epistemolojik bir duruş yanında, konuyla ilgili hemen tüm yazılarımda olduğu üzere, siyasal bir duruşu da sergilemeye çalışmaktadır. Öyle ki, yazılarda, siyasal bir duruşu doğrudan içermeyen veya en azından arkasında bulundurmayan bir felsefi/epistemolojik duruşun, hele sosyal bilimler/insan bilimleri söz konusu olduğunda eksik ve güdük bir duruş olacağına her vesileyle vurgu yapılmaktadır.
Üsküdar
Kasım 2015