Читать книгу Evrensellik Mitosu - - Страница 8
Bilim Nedir, Ne Değildir:
Bilime Tarihten Bakmak[1]
Nominalist/Tekilci Bilim Eleştirisi
ОглавлениеBu özcü/evrenselci bilim anlayışı, Francis Bacon’dan, Descartes’tan 19. yüzyılın ortalarına kadar, hemen hemen tek, biricik bilim anlayışı ve modeli olarak karşımıza çıkıyor. Buna karşılık 19. yüzyılın ortalarından itibaren bu bilim anlayışına ve modeline karşı eleştiriler, muhalefetler ve buna bağlı olarak yeni bilim anlayışları ortaya çıkıyor. Günümüze kadar, yaklaşık yüz elli yılı kapsayan bir dönem içinde, başta tarihselcilik ve onun birkaç yönden bir devamı olan felsefi hermeneutik kapsamında değişik bir bilim felsefesi tipi ve bu tip çerçevesinde geliştirilmiş değişik bilim anlayışları ve modelleri ortaya çıkmıştır. Bu değişik bilim felsefesi tipi içerisinden özcü/evrenselci bilim anlayışına yöneltilen çarpıcı, hatta yıkıcı eleştiriler var. Bu eleştiriler, özcü/evrenselci bilim anlayışı çerçevesinde eğitimlerini almış, yetişmiş, “bilim” dendiğinde akıllarına sadece yukarıda niteliklerine değindiğim “bilim”i anlayan insanlar için oldukça tuhaf, yadırgatıcı, hatta saçma bulunabilir ve bulunmuştur da. Şimdi, özcü/evrenselci bilim anlayışına karşı özellikle nominalist/tekilci açıdan geliştirilmiş olan itirazlar ve eleştiriler üzerinde kısaca durulabilir.
Özcü/evrenselci bilim anlayışına yöneltilen eleştirileri iki kanalda değerlendirmek mümkündür. Birinci kanalda, özcü/evrenselci doğrultuda tanımlanmış olan bilimin yapısına ve yöntemine yöneltilen, epistemolojik temelli eleştiriler yer almaktadır. İkinci kanalda ise, birincisiyle koşutluk içerisinde, bilimi tarih ve toplum içerisindeki yeri bakımından ele alan, onu tarihsel ve toplumsal bir ürün, bir insan ürünü olarak değerlendiren ve onun esasen ve öncelikle epistemolojik dayanakları bakımından değil, epistemolojik dayanakları da önceleyen tarihsel/kültürel dayanakları bakımından kavramak gerektiğini ileri süren eleştirilere rastlıyoruz. Nominalist/tekilci bilim anlayışı da esasen, ikinci kanaldaki bu eleştirilerle koşutluk içerisinde gelişimini bulmuştur.
Şimdi, önce özcü/evrenselci bilimin yapısına ve yöntemine nominalist/tekilci açıdan yöneltilen eleştirilere değineyim.
a. Bilimi bilim olmayandan yöntemi ayıramaz. Bakınız, daha bu ilk itirazda, özcü/evrenselci bilim anlayışını içselleştirmiş olanlarda bir yadırgama, hatta red duygusu uyanabilir. Çünkü yeniçağın başından beri bilimi bilim kılan şeyin onun yöntemi olduğu söylenegelmiştir. Bilim gözlem, araştırma, deney gibi empirik yol ve araçlarla, olgusal gerçeklik hakkında bize yöntemli yoldan elde edilmiş bilgiler sağlayan faaliyet olarak sunulmuştur. Oysa şimdi itiraz tam da buna, bilimin can damarına, onun yöntemine ilişkin bir itiraz olarak karşımızda. Bilimi bilim olmayandan yöntemi ayıramaz diyorlar. Niye? Çünkü bu eleştiriyi yöneltenlere göre, bilimsel bilgi hiçbir şekilde tam ve eksiksiz olarak doğrulanabilir bilgi olamaz. Bildiğimiz üzere, özellikle pozitivistlerin, bilimi bilim kılan en önemli ölçütlerden birisi olarak en az yüz elli yıldır savunageldikleri bir ölçüt var: Doğrulama ölçütü. Onlar, “Bilimsel bilgi denetlenebilir, kanıtlanabilir bilgidir” derlerken, aslında kastettikleri şey, bu bilginin doğrulanabilir bilgi olmasıdır. Gerçi 20. yüzyılda Popper, pozitivist doğrulanabilirlik ölçütünü eleştirmiş ve bilginin bilimselliğinin ölçütünü yanlışlanabilirlikte bulmuştu. Ne var ki, tam bir doğrulamanın imkânsızlığı kadar tam bir yanlışlamanın da imkânsızlığı kısa sürede anlaşılmıştı. Ayrıca, hiçbir biliminsanının, “Acaba araştırmalarımın sonuçlarını nasıl yanlışlarım?” sorusuyla çalışmadığı, biliminsanlarının böyle bir psişik duruma büyük ölçüde yabancı oldukları da görülmüştü. Popper “yanlışlama”dan söz ederken reel biliminsanının reel bir faaliyetinden değil, muhayyel bir biliminsanının muhayyel bir faaliyetinden söz etmiş oluyordu. Kısacası, bilimsel bilginin ne tam olarak doğrulanabilir ne de tam olarak yanlışlanabilir olduğu ortaya çıkmıştı. Bu durumda, bizi bilimsel bilgiye ulaştıran yöntemin, bilimsel yöntemin kendisi ve sağladığı bilginin değeri, pek tabii eleştirilecekti.
b. Bilime karşı ikinci kanalda yöneltilen en önemli eleştiri ise biraz önce andığım, birinci kanaldaki eleştirinin bir devamı olarak, şöyle ifade ediliyor: Bilim, yüzyıllardır sanıldığının tersine, olguya tam olarak denk gelen, olguyla tam olarak örtüşen bir bilgi üretemez. Başka bir ifadeyle, olguyu aynen veren, yansıtan bir bilimsel bilgiden söz edilemez. Çünkü gözlemler nötr olamaz. Gözlemler yapan biliminsanı, konusu karşısında nötr bir varlık olarak duramaz. Biliminsanı, gökten zembille inmişçesine, bu demektir ki hiçbir sosyal statü ve rol sahibi olmaksızın, hiçbir kanaat, değer, eğilim, inanç taşımaksızın nesnesine yönelemez. O sadece gözlemleyen ve gözlemlediğini yansıtan basit ve edilgin bir ayna değildir. Biliminsanının duyguları vardır, sevinçleri, acıları, aşkları, nefretleri vardır. O bir toplum içinde yaşamaktadır; sosyal, siyasal, estetik, ahlaksal ideallere, değer yargılarına sahiptir. Ve biliminsanı, nesnesinin karşısına, sahip olduğu bu yönlerin bir totalitesiyle çıkmaktadır. Onun, özcü/evrenselci bilim anlayışı taraftarlarının, özellikle pozitivistlerin ileri sürdükleri gibi, bu totalite içerisinden sadece bir yönü öne çıkararak, yani sadece algılayan, gözlemleyen ve tasarımlayan yönlerini harekete geçirip diğer yönlerini paranteze alarak bilgi elde etmesi mümkün değildir. Çünkü insanın totalitesinde algılar, duygular, değerler vb. bir arada ve birbirine geçmiş haldedir. Çıplak bir algı, her türlü değer yargısından, inançtan ve idealden arınmış bir gözlem mümkün değildir. Özcü/evrenselci bilim anlayışı taraftarlarının “objektiflik” ölçütü olarak sıraladıkları hususlar, yani “değerlerden, inançlardan, duygulardan, çıkarlardan arınmış olarak nesnelerin karşısına çıkma, gözleme ve araştırmaya değer ve duyguları karıştırmama” olarak tanımlanan ölçüt, uygulanamaz olan bir ölçüttür. Hele “objektiflik” ve “nötralite”, insan varoluşuna, yaşamına ait yönler hiç değildirler. İnsan, sosyal ve tarihsel bir varlık olalı beri nesneler karşısında yanlıdır, nesnelere bakış açısı, içinde bulunduğu tarihsel duruma göre değişir. Kültürel koşullanmalar, nesnelere bakış açımızı öncelerler ve bu, “bilgi” denen şeyi bu koşullanmalardaki değişmelere bağlı ve onlara göreli kılar. Bilim, kültürü/tarihi/toplumu öncelemez; kültür/tarih/toplum, bilimi öncelerler.[4]
c. Bu eleştirilerin ve saptamaların en önemli sonuçlarından biri şu olmuştur: Özcü/evrenselci bilimin kültürü/tarihi/toplumu önceleyemeyeceği açıkça ortaya çıktığına göre, kültürü/tarihi/toplumu incelemede ve bunlar hakkında bir bilgi edinmede doğabilimlerine modellik etmiş olan özcü/evrenselci bilime ve onun yöntemlerine başvurulamaz. Burada başka bir bilim anlayışına ve modeline ihtiyaç olduğu bellidir. Dilthey’dan beri geliştirilmeye çalışılan bu başka bilim modeli, “tin bilimi” adı altında anılıyor. Dilthey, özcü/evrenselci bilim anlayışına göre kurulmuş olan doğabilimlerinin yapı ve yöntemini taklit ederek kültüre/tarihe/topluma yönelmek isteyen pozitivist yönelimli “sosyal bilimler”i, özellikle Auguste Comte’un “sosyoloji”sini, bu temel noktadan hareketle eleştiriyor ve nominalist/tekilci/rölativist/tarihselci bilim anlayışının en önemli temsilcilerinden birisi oluyordu.
d. Özcü/evrenselci bilim anlayışına yöneltilen bir önemli eleştiri de şu: Deniyor ki, bilimde evrensel kurallar değil, biliminsanları arasında üzerinde uzlaşılmış, dolayısıyla uzlaşımlar değiştikçe kendileri de değişen, bu demektir ki, tarihsel kalan kurallar vardır. Burada birkaç yön üzerinde duruluyor. I. Bilimde evrensel kurallar ve genelgeçer yöntemlerden söz edilemez. II. Genelgeçer görünen bilimsel kurallar, bu genelgeçerliklerini kendilerinden almış değillerdir. Biliminsanları aralarında anlaşıyorlar, uzlaşmaya varıyorlar ve “Şu şu kurallar geçerli olsun” diyorlar. Tabii bunun için bir araya gelmeleri, ortak karar almaları da gerekmiyor. Bilim kamuoyunu izlemeleri, o sırada geçerli kabul edilen kuralları benimsemeleri, benimser görünmeleri yetiyor. Uzlaşımlar değiştikçe geçerli kuralların değişmesi de bundan. Alman asıllı bir Amerikalı filozof ve bilim tarihçisi Thomas Kuhn, 1960’larda “normal bilim” ve “bilimsel devrim” terimlerini kullanmıştı.[5] “Normal bilim”, uzun bir süre, belki birkaç yüzyıl bilim kamuoyunda kabul gören, tüm biliminsanları için “paradigma” oluşturan, yaygın bilim anlayışı ve modelidir. Ne var ki, bir normal bilim paradigması, bilim kamuoyunda değişik sesler çıkarmaya başlayan biliminsanları tarafından getirilen eleştirilerle sarsılabiliyor, tamamen yıkılmasa da artık, bilim kamuoyundaki itibarını büyük ölçüde yitiriyor ve yerini bir başka paradigmaya bırakabiliyor. İşte bu, bir “bilimsel devrim” olarak kendini gösteriyor. Artık o andan sonra biliminsanlarının çoğu bu yeni paradigma içinde çalışmaya geçiyorlar. Peki sonra ne oluyor? Yeni bilim paradigması yaygınlaştıkça, taraftar sayısı arttıkça olağanlaşıyor; “normal bilim” haline geliyor. Ve bu, bilim tarihinde böyle sürüp gidiyor, diyor Kuhn. Her bilimsel devrim müstakbel bir normal bilimi potansiyel olarak kendinde taşıyor. O halde, bilimsel kuralları evrensel kılan bir ölçüt yoktur. Veya her tarihsel dönemde evrensel oldukları iddiasıyla ortaya atılan bilimsel kurallar var. Fakat bu kurallar değişip yerlerini başka kurallara bırakabildiklerine göre evrensel olamazlar, tarihsellikleri dolayısıyla evrensel olamazlar. Bilimde hangi kuralların geçerli olacağında uzlaşan biliminsanlarının oluşturduğu grup, bir “epistemik cemaat” olarak karşımıza çıkıyor. Bilimsel kuralları evrenselmiş gibi gösteren, biliminsanları arasındaki uzun süreli uzlaşımlardır. Sürenin uzun (bazen birkaç yüzyıl) olması bunların zamanüstü, tarihüstü gibi görülmelerine yol açıyor ve bu durum normal bilim paradigması çerçevesinde çalışan “epistemik cemaat”in de, bilinçli veya bilinçsiz, pek işine geliyor. Oysa bilimsel kuralları zamanüstü, tarihüstü şeyler gibi görmek bir yanılsamadır. Bu yanılsama, ancak yeterli tarih bilgisi ve en önemlisi, bilim dahil, insan ürünü olan her şeyin tarihsel ve değişebilir olduğunun bilinci, yani “tarih bilinci” ile giderilebilir. Bu noktada yine bir Amerikalı bilim tarihçisi ve filozofun, Feyerabend’in adını anmak gerekir. O, “epistemik cemaat” teriminden daha da acımasız bir terim kullanıyor: “Bilim kilisesi”. Feyerabend’a göre, biliminsanları tıpkı bir dine, bir tarikate mensup kişiler gibi, kendi aralarında, dinsel olmayan kurallarla yönetilen bir kilisenin mensupları olarak, açık veya örtük bir mutabakat içinde çalışıyorlar. Bu bilim kilisesinin vazettiği, ileri sürdüğü, dayattığı kurallara karşı çıkarsanız, aforoz olursunuz. Ama gücünüz yetiyorsa, bilim kilisesinde iktidarı siz ele geçirebilir ve kendi kurallarınızı vazetmeye, dayatmaya başlarsınız. Ta ki başkalarına iktidarı kaptırıncaya kadar.
Özcü/evrenselci bilime karşı yöneltilen eleştirileri daha da çoğaltmak mümkün. Ben belli başlılarını, özellikle özcü/evrenselci bilim anlayışı taraftarlarına çarpıcı geleceğini umduğum eleştirileri andım. Tabii ki, nominalist/tekilci yönü ağır basan bu eleştiriler yumağından çıkan birtakım sonuçlar olacaktır. Buraya kadar söylediklerimin önemli bir kısmının bir toparlaması, özeti olarak da görülebilecek olan bu sonuçları şöylece sıralamak mümkün:
a. Bilimsel bilgi kesin ve hele “objektif” olamaz; bu, bilimin evrensel olamayan yapısı ve yöntemi bakımından olduğu kadar aynı bilimin tarihselliği, bir kültür ortamının ürünü olması bakımından da mümkün değildir.
b. Bilimsel faaliyet artışı bilimsel bilgi artışı ve bilimde ilerleme anlamına gelmez. Artan sadece sosyo-kültürel uzlaşımlar doğrultusunda geliştirilmiş olan hipotezler ve teorilerdir. Bilimde sürekli bir ilerleme olduğu, bilimsel bilginin sürekli arttığı iddiası, tüm parıltılı örneklere rağmen, kanıtlanabilir bir iddia değildir. Hipotez ve teorilerin artması, bilimsel bilgideki artış anlamına gelmez. Buna karşılık, teknikte ve teknolojide büyük bir gelişme olduğu da açıktır. Ne var ki, bilim ile tekniği/teknolojiyi hep bir arada düşünmeye alışık olsak veya buna alıştırılmış bulunsak da bilimin gelişmesi ile tekniğin/teknolojinin gelişmesi arasında birebir bir ilişki olmadığını Heidegger açıkça göstermiştir; öyle ki Heidegger’e göre hatta teknik, bilimden önce zaten vardı ve gelişmesi bilime pek de bağlı değildi; bilimin gelişmesi tekniğin/teknolojinin gelişmesinin zorunlu nedeni hiç değildir.[6]
Bu eleştirilerden bana göre en önemlisi, bilimin ve bilimsel bilginin sosyal/tarihsel kaynaklı olmasının, bilimin kültürü/tarihi/toplumu değil, kültürün/tarihin/toplumun bilimi öncelediğinin görülmesini sağlayanıdır. Tarih dışı ve kültür üstü bir bilgi ve bilim faaliyeti düşünmek abestir. Oysa buradaki abeslik, ne tuhaftır ki, uzun süre fark edilememiş, tam tersine, pozitivist bir dargörüşlülükle, insanlığın teolojik ve metafizik evrelerden sonra ulaştığı sanılan son evresinde, pozitif evrede, bilimin doğa kadar tarih ve toplumu da tam bir “objektiflik”le inceleyebileceği ileri sürülmüştür. Gerçi “modern bilim”in tarihsel bir evrimin ürünü olduğu pozitivistler tarafından bile kabul edilmiştir. Ne var ki, aynı bilimin insanlığın ulaştığı son evre olan pozitif evrede artık tarih dışı ve kültür üstü bir statüye kavuştuğu şeklindeki pozitivist yanılsama, bilimin yüceltilmesine yol açan bir türlü örtük ideoloji halinde Batı düşüncesini ve bilim dünyasını işgal etmiştir. Oysa artık iyice bilinen husus şudur: Bilimin kendisi, sosyal ortamın dışında, tarihin üstünde değil, tersine, onların içinde ve onların bir ürünü olarak mevcudiyet kazanabilir.
Şimdi, özcü/evrenselci bilim anlayışına yöneltilen tüm bu eleştiriler, bu anlayış içinde yetişmiş, eğitimlerini almış insanların, “Eyvah! Bilim elden mi gidiyor!” feryadına yol açabilir, bu eleştirileri yöneltenlerin bilim düşmanı oldukları düşünülebilir. Elbette ki bilimin elden gittiği yok ve bu eleştirileri yöneltenler arasında teolojik ve dinsel argümanlara başvurarak bilim düşmanlığı yapanlar azınlığı, bizzat bilimin içinden gelenlerse çoğunluğu oluşturuyor. Bilimin ne’liği, niteliği üzerine özcülük-nominalizm ve evrenselcilik-tekilcilik kutuplaşmaları açısından yeniden düşünmek, bilim hakkında daha açık bir bilinç edinmek, bilim düşmanları için bile bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor.
4
Kuhn’dan çok önce, 1930’larda, Alman filozof ve kültür tarihçisi Erich Rothacker, felsefe ve bilimde “dogmatik düşünme formları”ndan söz etmiş, bu formların tarihselliğini ve kültürelliğini işaret etmişti (Erich Rothacker, Tarihselcilik Sorunu, çeviren Doğan Özlem, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1995). Ayrıca bkz. Bu kitapta, “Erich Rothacker’de Tarihselcilik”.
5
Martin Heidegger, Tekniğe İlişkin Soruşturma, çeviren Doğan Özlem, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2000.
6
“Hermeneutiğin Doğuşu”, Hermeneutik ve Tin Bilimleri içinde, çeviren Doğan Özlem, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2000, ss. 110-111