Читать книгу Evrensellik Mitosu - - Страница 6
Bilim Nedir, Ne Değildir:
Bilime Tarihten Bakmak[1]
Bilim Nedir?
ОглавлениеGünümüzde “matematik” bileşik adında (mathema+techne) yaşamaya devam eden Grekçe mathema ve mathesis terimleri, MÖ 6. yüzyıldan, Latince scientia terimi ise MS 13. yüzyıldan beri, kısmen eşanlamlı terimler olarak, “bilim” karşılığı kullanıla gelen terimlerdir. Bununla birlikte, 16. ve 17. yüzyıllardan günümüze, özellikle scientia teriminin yeni bir anlam içeriğiyle karşımıza çıktığını görüyoruz ki, o bu yeni görümüne uygun olarak artık, “modern bilim” olarak anılmaya başlıyor. Bu konferansın konusu, Batı kültürü ve düşüncesinde karşımıza çıkan yeni görümüyle, işte bu modern bilimdir.
Modern bilimin ne olduğu, onun nasıl ortaya çıktığı ve geliştiği gibi sorular, ancak yeniçağ Batı felsefesi ve yeniçağ Batı zihniyeti göz önünde tutularak yanıtlanabilir. Çünkü modern bilim bu felsefe ve zihniyetin bir ürünüdür. Bu nedenle, burada önce, modern bilim kavramını ortaya çıkaran zihniyet ve düşünce iklimi ve modern bilim kavramı ortaya bir kez çıktıktan sonra bu kavram ekseninde geliştirilmiş olan felsefi görüşleri ve son olarak felsefe içinde modern bilim hakkında ortaya konulmuş değerlendirme ve eleştirileri, sadece adlarını anmak ve birkaç cümleyle üzerinde durmakla sınırlı kalsa da, aktarmayı deneyeceğim. Ancak, bu aktarımı, son yıllardaki çalışmalarımda, başta bilim olmak üzere, hukuktan siyasete kadar işlediğim hemen her konuyu kendileri yönünden ele almaya çalıştığım iki kutuplaşma, özcülük-nominalizm ve evrenselcilik-tekilcilik kutuplaşmaları açısından yapacağım. Bana göre bilimin ne olduğuna, bu kutuplaşmalar göz önünde tutulduğunda, şimdiye kadar bu konuda verilmiş olan yanıtlardan çok daha anlamlı yanıtlar verilebilir.
Özcülük-nominalizm kutuplaşması, felsefe tarihinin tanıklık etmiş olduğu en eski kutuplaşmalardan birisidir. Önce özcülüğü analım. Felsefe tarihi bilgilerimizi şöyle bir yokladığımızda, özcülük, çok genel ve kaba bir tanımla, her şeyin tüm değişmelere rağmen değişmeyen bir yön olarak bir kendiliği (Selbstheit, entity) bulunduğu, o değişmeyen yönün sabit ve sürekli olduğu, bu sabit ve sürekli yönün, bizzat “öz” (essentia) adını aldığını savunan görüştür. İlgili olarak öz; nesnelerin, tüm değişmelere rağmen değişmeyen, zorunlu ve tanımlayıcı nitelik veya nitelikleri olmayı da ifade eder. Öz, özellik (species) ile değil, nitelik (quality) ile ilgilidir. Bu nedenle o, bir varlığın veya nesnenin herhangi bir özelliğini belirtmez; o, bir varlığın veya nesnenin bu özelliği bile mümkün ve anlaşılabilir kılan zorunlu yapısı anlamına gelir. Örneğin Aristoteles’te öz, bir nesnenin görünür gerçekliğinden, varoluşundan (existentia) önce ve ondan bağımsız olarak düşünülen doğası, zorunlu yapısıdır (essentia). Bu durumda bir nesnenin özü, algılanan varoluşundan bağımsızdır, varoluş değişse bile öz değişmez ve bu öz, belirli bir nesneler sınıfının geçirmiş olduğu tüm değişmelere rağmen, o sınıfın tüm bireyleri için geçerli tümel yön veya yönler olarak kalır. Özcülük, buna göre, tümelciliği/evrenselciliği bizatihi içermiş olur. Bir nesnenin özünden olduğu gibi, bir kavramın da özünden söz edilebilir. Özellikle “kavram realizmi” olarak bilinen bir özcülük çeşidine göre, kavramın özü, ilişkili olduğu, hakkında düşünüldüğü nesneden bağımsız olarak, sadece kavram olması bakımından değişmeyen bir yapısının, bir tümelliğinin ve bu anlamda bir gerçekliğinin bulunmasını ifade eder.
Şimdi, bu özcülük betimlemesine uygun olarak, özcülerin, bir genel kavram olarak “bilim” kavramının da bir özünün olacağını iddia edecekleri açıktır. Bu demektir ki, bilimin de bir özü vardır; yani bilim de değişmeyen, sabit kalan niteliklere, tüm bilimsel faaliyetler için geçerli tümel yön veya yönlere sahiptir.[2] Böyle bir anlayışa “özcü bilim anlayışı” denebilir.
Felsefedeki geleneksel özcülüğe karşı, felsefe tarihinin yine pek erken dönemlerinden, sofistlerden, şüphecilerden bu yana nominalizm (adcılık, ismiyye) diye anılan bir ikinci anlayış da vardır. Nominalistlere göre, bir şeyin sabit ve aynı sınıftan diğer şeylerle ortak ve tümel olan yönü anlamında öz, bir kurgudur; onun bir gerçekliği yoktur. Genel kavramların, tümellerin bir varoluşu da olamaz. “Şeylerin özü”nden söz edilemez. Tanımlarımız, kavramlarımız bir şeyleri işaret etmekten çok, bizim şeylere verdiğimiz adlar, birer dilsel ürün olarak, terimler olmaktan öteye geçemezler. Bu durumda ne “şeylerin özü”nden ne de “şeylerin tümelliği”nden söz edilebilir. Nominalistlere göre her şey tekillik arz eder; başka bir ifadeyle, “şey” olmak, tekil olmaktır. Kavramların tümelliği ve esasen tümellik denen şey, tekil nesneleri gruplar, kümeler halinde kavramamızı kolaylaştırsın diye, mantığa başvurarak bizim icat ettiğimiz bir zihinsel üründür. Bu durumda öz ve onda bulunduğu varsayılan tümellik, evrensellik sadece ve sadece bir mantıksal tasarım, bir konstrüksiyondur, bir kurgudur. Tümelin/evrenselin bir gerçek (reel) karşılığı, ona denk düşen bir varlık veya varoluş yoktur. Nominalistlere karşı, “Peki ama, kurgusal kalsa da, bir konstrüksiyondan ibaret olsa da tümellik, bizim mantıksal/zihinsel düşünme faaliyetimizde içerilmiştir, o düşüncemize içkindir, onsuz yapılamaz” diye bir itiraz yapılabilir. Böyle bir itiraza nominalistlerin verdiği yanıt, zaten onlara “nominalist” denmesini anlaşılır kılan bir yanıttır: “Evet, tümel, evrensel diye bir şey vardır; ama o sadece ve sadece, düşünmemizde mantıksal düşünme tarzımızda içerilmiş bir şey, bir tasarım olarak vardır, onun bir gerçekliği yoktur; o sadece nesne gruplarına, kümelerine ad (nomina) olsun diye uydurulmuştur.”
Bu kısa betimlemeler, özcülük ile nominalizm arasındaki karşıtlığı, en önemli yönüyle göstermeye yöneliktir. Genel felsefe kitaplarında bulunan bu bilgileri bir konferansta uzunca bir şekilde aktarmak gereksiz bulunabilir. Ne var ki, genel felsefe kitaplarında üzerinde gereğince durulmayan bir yön vardır ve o da şudur: Bu iki anlayış, felsefe yapma tarzlarını bile belirlemiş olan anlayışlardır. Ne var ki genel felsefe kitaplarının çoğu özcü bir anlayışla yazıldıklarından, nominalizmi ve ona bağlı felsefe yapma tarzını önemsizleştirirler. Oysa felsefe tarihi boyunca ortaya konulmuş felsefe anlayışlarının büyük kısmını, özcü ve nominalist olmaları bakımından sınıflandırmak bile mümkündür. Bu iki karşıt anlayış sadece epistemolojide değil, ontolojide, ahlakta, hukukta, sanat felsefesinde, kısacası felsefenin hemen her alanında birbiriyle sürekli tartışan anlayışlar olarak karşımıza çıkıyorlar. Yine felsefe tarihinden bildiğimize göre, bu iki anlayıştan özcü/evrenselci anlayış, nominalist/tekilci anlayışa karşı bariz bir üstünlük sağlamıştır. Öyle ki hatta, özcülük ve evrenselcilik, hatta felsefenin tanımlanmasında bile belirleyici olabilmişlerdir. Özellikle Grek felsefesinden kaynaklanan bu özcü/evrenselci anlayışın, Batı felsefesinin kaderini büyük ölçüde tayin ettiğini, Batı felsefesinin esasen özcü/evrenselci bir doğrultuda geliştiğini görüyoruz. Buna göre, “felsefe”nin en yaygın tanımlarından biri olarak karşımıza, “tümele, evrensele kavramsal bir irdelemeyle ulaşmak” tanımının çıktığını belirliyoruz. Bu özcü/evrenselci anlayışın en büyük temsilcileri, felsefe tarihinin de en büyük isimleri arasındadırlar; Platon, Aristoteles gibi. Bu filozoflar, bugün “evrenselci/tümelci tip felsefe” dediğimiz bir felsefe tipinin en büyük geliştiricileridir. Bugün “evrenselci/tümelci tip felsefe” terimini kullanabiliyorsak, bunu, bir başka tip felsefenin mevcudiyetinin en nihayet son yüz yıldır tanınmasına, hakkının teslim edilmesine borçluyuz. Nominalistler/tekilciler evrenselci/tümelci tip felsefenin ezici yaygınlığı altında felsefe tarihinde fazla bir varlık gösterememişlerse de, seslerini kısıp bir kenarda da oturmamışlardır. Hatta son yüz yıldır, “nominalist/tekilci tip felsefe” adını verebileceğimiz bir felsefe tarzının, felsefenin hemen tüm konu ve sorunları karşısında, ilkçağın sofistlerinden, septiklerinden sonra yeniden canlandığını ve etkili olmaya başladığını görüyoruz.
Andığım karşıtlıklar ve bu karşıtlıklar doğrultusunda oluşmuş olan iki felsefe tarzının temel iddiaları, “bilim”i anlama ve değerlendirme bakımından bana çok aydınlatıcı geliyor. Bana göre, 16. yüzyıldan bu yana “modern bilim” adıyla karşımıza çıkan fenomen, aslında yeniçağ felsefesinin kendine özgü özcülüğünün/evrenselciliğinin en önemli uzantısı olarak görülebilir. Bu özcülük/evrenselcilik, modern bilimin tanımında ve niteliklerinin sıralanmasında kendini zaten açıkça ortaya koymaktadır.
2
Sosyal Bilimlerin (tin bilimleri, kültür bilimleri, insan bilimleri) yapı ve yöntem bakımından doğabilimlerinden farklılığını (ben de dahil) savunanların görüşlerine ileride değineceğim.