Читать книгу ruhumdaki yaralar - Barbaros Altug - Страница 11
Jacqueline’in Son Oyunu
ОглавлениеKalın paltolarımıza iyice sarınarak buz gibi bir Paris gecesinde Saint Germain’e doğru yürümeye başladık. Lokantaya vardığımızda üstümüzde biriken kar tanelerini serperken annesinin şen, kristal gibi yankılanarak dağılan sesi geldi kulağımıza “Voilà!”.
Jacqueline’in oturduğu masaya yaklaşırken karşısında kendisinden epey yaşlı bir adamın da oturduğunu farkettim. Herhalde yeni erkek arkadaşı diye düşündüm. Jaqueline’in yaş ayrımcılığı yoktur, sadece sınıfsal ayrımcılıkla bakar hayata. Koyu renk takım elbiseli, beyaz tenli, dik duruşlu bir adamdı. Jacquline’in kendini ait hissettiği sınıfa uygun bir görünüşü vardı. Masaya geldiğimizde Jacqueline kalkıp beni yanaklarımdan büyük birer öpücükle selamladı. Sonra bulaşan rujunu yanaklarımdan sarsakça silmeye çalışıp beni dört kişilik bölmenin duvar tarafına oturttu, kendi de yanıma geçti. İpek şalı, göğsünden aşağı inen incileri, her zamanki cömert dekoltesi ile hiç değişmediğini düşündüm. Sadece biraz kilo almıştı ama onu da sadece kadınlar anlayabilirdi; kıyafet seçimiyle yeni kilolarını ustaca kapatmayı becermişti.
“Eski dostların yeri doldurulmaz” dedi bana ve Emmanuelle’e bakarak. Sonra hemen garsonu çağırıp ikimize de birer bardak şampanya doldurttu. Gösterişli bir el hareketiyle kaldırdığı şampanya kadehini bizim kadehlerimize tokuştururken “Dostluğa, kardeşliğe ve aşka” dedi. “Her zaman kazanan onlardır”.
İlk kadehi içerken annemi, işimden memnun olup olmadığımı, sevgilim olup olmadığımı, Istanbul’dan ne zaman döneceğimi, hangi otelde kalacağımı, uçağımın kaçta olduğunu ve benim bile unuttuğum bazı şeyleri sorup, bana da hatırlatıp, iyice öğrendikten sonra hemen ikinci kadehlerimizi doldurttu. Sonra masada sadece kendisinin ve benim konuştuğunu farketti sanırım. Ya da belki de benim sorgum tamamlanmıştı ve şimdi onun çok daha uzun konuşulmaya değen hayatına geçebilirdik.
Bir kere daha kadeh tokuştururken karşımızda oturan Emmanuelle’e ve yanındaki adama nerdeyse başını eğerek selam verdi. Sonra bana döndü “Sizi tanıştırmak istiyordum epeydir” dedi. Tekrar adama dönerek “Derin benim ikinci kızım gibidir, anlatmıştım” diye sürdürdü. “Derincim, canım” dedi sonra bana “Istanbul’a gitmeden konuşun istedim”. “Doktor Vahan Marian. O da senin gibi ailemizden sayılır”. Sonra aniden oturduğu yerden kalktı “Hadi chérie,” diyerek yanına Emmanuelle’i de aldı, “sizi başbaşa bırakıyorum, konuşacaklarınız vardır,” dedi ve hızla kapıya yöneldi.
Ben şaşkınlık, kızgınlık, utanç duygularım birbirine karışmış halde yerime çakılmışken garson gelip ikimizin şampanya kadehlerini doldurmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemeden “Teşekkürler, istemem kalkıyorum ben, uçağım var” diye bir şeyler geveledim. Hayatımda daha önce görmediğim, dedem yaşında bir adamla ne konuşacaktım? Sonra karşımda oturan adamın yüzüne bakmadan “İyi geceler,” deyip sıkıştığım duvar yanından masayı iterek çıkmaya çalışırken bir anda elimin üstüne bir el kondu. Kafamı çevirdiğimde Doktor Vahan Marian’ın yaşlı ellerini elimin üstünde buldum. “Gitmeyin şimdi,” dedi. Ya da sadece baktı, bir şey demedi; belki de ben gitmek istemedim.