Читать книгу ruhumdaki yaralar - Barbaros Altug - Страница 14

Vahan’ın Hikayesi

Оглавление

Emmanuel ve annesi pat diye kalkınca, bir müddet karşılıklı susarak oturduk. Elimizdeki şampanya kadehleri tek ortak noktamızdı. Ne o ne ben nereden başlayacağımızı bilmiyorduk. “Istanbul’a gidiyormuşsunuz,” dedi sonra. Sesi sakin ve huzur vericiydi. Sadece başımı salladım. “Ben Istanbul’u hiç görmedim,” dedi. “Annem anlatırdı. Babamla gittiği Boğaz’ı, teyzemlerin oturduğu Tatavla’yı, Kapalıçarşı’yı.” İçini çekti. “Okula başladığımda gidecektim. İlk yaz tatilimizde. Babam söz vermişti. Ama okula başlamak kısmet olmadı.”

“Sizi üzmek ya da yaralarınızı deşmek değil niyetim kızım. Asla böyle bir şey düşünmeyin lütfen.” Sonra derin bir iç çekti, sesi biraz daha yumuşadı “Ama Jacqueline” dedi. “O kadar ısrar etti ki tanışmamız için.” Masaya eğildi, sanki Emmanuelle’in annesinin kulakları lokantanın her yerindeydi de ne söylersek duyacak gibiydi: “Biliyorsunuz, eğer bir şeyde ısrarcıysa ondan kurtulmanın tek yolu kaçmak değil ölmektir. Kocasının yaptığı gibi. Zaten 3–5 yılım var, bari istediğini yapıp hayatımı kurtarayım dedim ben de”.

İkimiz de hem şampanyanın hem de durumun verdiği sinir bozukluğunun da etkisiyle son sözlerine katılarak gülmeye başladık. Tuhaf bir biçimde, içime bu yaşlı adamı sevecekmişim hissi geldi ve garsona gelmesini işaret ettim, “Madem ölmüyoruz içelim bari,” dedim. Sonra Vahan Bey bana kadehini uzatırken “Türkçedeki en güzel roman cümlesidir hem,” dedi. “İntihar etmeyeceksek içelim bari.” Kadehlerimizi tokuşturduk. Şimdi daha da çok sevmiştim onu işte! O andan sonra Doktor Vahan Marian’ın hikayesini ilk ağızdan dinlemeye karar verdim.

Garson şampanyalarımızın yanına istediğimiz taze ekmek ve peynir dilimlerini servis ederken iyice rahatlamıştık. “Dedim ya,” dedi, “kalsa kalsa 3–5 senem kalmıştır, tarih olduk biz hanım kızım,” dedim. Bunu söylerken dedemin de bana “hanım kızım” dediğini hatırladım. “Dedenden bile yaşlıyımdır ben. 1910’da doğdum. Ovacık’ta. Çiftçiydi babamlar. Dedem, babam, iki de amcam. Annem 15 yaşındayken evlenmişler. Babam 30’unu geçmiş. Arka arkaya üç kız doğurmuş annem. Sonra da ben, en küçük. Tek erkeğim ya, çiftçi olacağım ben de elbette; nerdeyse tarlada büyüdüm. Hala geceleri ara sıra rüyamda o ayçiçekleri büyüyen tarlaların arasında koşarım beş yaşımdaki halimle.” Bir eliyle diğerini kaşır gibi yaptı “o günden beri ne gördüm ne dokundum, ama o ayçiçeklerinin eli dalayan tüylerini bile unutmamışım.”

Ellerine bakmaya ara verip terden burnundan kayan gözlüğünü düzeltti. Sonra gözlerimin içine baktı “Ben bunları Fransa’ya geldikten beri kimseye anlatmadım. Jacqueline üstten hikayemi bilir o kadar. O kadarı bile ona fazla geliyor. Ne benim acımı ne senin acını bizden başkası anlamaz kızım. Ben biraz anlatayım da sen istediğin yerde durdur beni. Ama Istanbul’a gitmeden bir dinle istedim. Orada yerde yatan, cenazesine katılacağın çocuk da bizim vatanımızdan biridir. Ailesi şimdi bizimle aynı acıdan geçiyor.”

Gözlerimin içine bakarak sustu. Sanki devam etmek için iznimi bekliyor gibiydi. Başımla hafifçe devam edin anlamında bir hareket yapınca derin bir nefes aldı, bir müddet daha sustu ve çok taze, ama acı bir anıyı anlatır gibi kısıldı sesi. “Ben o ayçiçek tarlalarında koşup dururken yazın sıcağında uzaklardan feryatlar yükseldi bir gün. Beş yaşını yeni bitirmişim, aileden başka bildiğim dünya yok. Eve doğru koşmaya başladım. Baktım anam babam amcamlar ortada, etraflarında askerler. Ana diye bağırdım. Anam ağlıyor. Ona gitmeye çalışıyorum. “Bu senin mi?” dedi anama bir asker beni kolumdan tutup. “Oğlumdur, gelsin bırakın,” dedi annem. Koşup bacaklarına sarıldım. Sesimi çıkaramadım hiç. Hepimizi kağnılara koydular, babam soruyor kağnıyı süren adama nereye diye, yanımızdaki askerlere. Ya bilmiyor onlar da ya da emir almışlar, bilmiyoruz diyorlar hep. Bir bozkırın ortasında kağnıdan indirdiler bizi. Neresi hâlâ bilmem. Bundan sonrasını yürüyeceksiniz dediler. Herkesin elinde birer çıkını var. Orada anladık ki tek biz değiliz. Her bir ilden, köyden, kasabadan Ermenileri toplamışlar. Ellerinde birer çıkınla. Ne koyabilirsen bir çıkının içine artık.” Sustu. Başını önüne eğdi. Gözlüklerini çıkarıp cebinden çıkardığı beyaz mendiline sildi. Gözlerimi başka tarafa çevirdim gözlerini de silebilmesi için.

Sonra bir nefes alıp devam etti. “Aylar sürdü. Ben diyeyim dört sen de beş ay. Arada geçtiğimiz yerleri kervana yeni katılanlara soruyorduk. Afyon’dan geçmişiz, Konya’dan… Sonra bir yerde, adını sonradan öğrendik, Tarsus’un dışıymış, silahlı adamlar etrafımızı çevirdi. Kadınları korumak isteyen erkekleri öldürmeye başladılar. Kadınların çıkınlarını ellerinden aldılar. Giden gitti dediler. O kargaşada biz anamla babamların izini kaybettik. Sonradan öğrendik ki çoktan öldürmüş çeteler meğer onları. Biz yola devam edelim diye söylememişler etraftakiler.”

Önündeki içkiden bir yudum aldı. “Biz kalanlar yola devam ettik. Arada başka silahlılar geldi, kadınları taciz ettiler, kalan erkeklerin takma altın dişlerini söktüler. Ben tarlada fare görsem korkan çocuktum. Ağzı burnu kanlı adamlara kadınlara su taşır oldum. Öğreniyormuş insan korkmamayı.”

“Fransa’ya nasıl geldiniz peki?” diye sordum. “Azalarak,” dedi. “Kala kala bir annem, bir küçük ablam, bir de ben kalmıştık zaten.” Derin bir nefes aldı. “Ablam onu geride bırakıp buraya gelmemizi hiç affetmedi. Ne kendisi bizle görüştü, ne de çocuklarının benimle görüşmesine izin verdi.” Gözlerime baktı. “Ben göremedim ama sen çocuklarını göreceksin,” dedi. Jaqueline’in bizi alelacele buluşturma sebebi böylece ortaya çıkmıştı.

ruhumdaki yaralar

Подняться наверх