Читать книгу Depresyon Politikası ve Sistem Sorunu - Ali Kocaslan - Страница 11

KENDİMİZLE NEDEN BARIŞIK OLMALIYIZ

Оглавление

Kendimizle neden barışık olmalıyız dan önce, neden olmayalım sorusunu kendimize sormalıyız. Çünkü bu hem mantıklı hem de anlaşılır bir sorudur. Bu nedenin cevaplarını yazmaya ne Kâğıt ne de kalem yeter. O derece çok ve önemli sebepleri vardır. Eğer yüce Allah’ı saymazsak, kendimizden başka kimimiz var? Anne baba mı? Yoksa kardeş ve akrabalar mı? Yoksa o çok geniş çevremiz mi? Bizi koruyup sahip çıkacak. İnsan daha çok küçükken yani bebeklik zamanlarını kast ediyorum. İster yakın ister çok uzak olsun. O bebeği herkes sever sevgiyle bakar. Ama daha sonra ki yıllarda nedense o herkesin gözünde ki bebek artık yabancı olmaya başlamıştır. Oysa zihni ve ruh yapısı aynıdır. Değişen tek şey dış görünüşüdür. Dış görünüşü de bildiğimiz bir insan görünüşüdür. Kendi kendimize karşılıklı cephe açıyoruz. Bu seferde mecbur savaşmak zorunda kalıyoruz. Bir yaralanma veya ölüm olduğu zamanda ben vurmasaydım o beni vuracaktı diyoruz. Aklımızca sorunu çözmüş oluyoruz. Ya o vurduğunuz kişiyi Allah birazcık daha fazla seviyorsa ne olacak? Kimi daha çok sevdiğini bilemeyiz. En iyisi mi bu şiddet çözüm yollarını terk etmek gerekiyor. Çünkü Allah’ın bir kişiye verdiği ödülü veya cezayı hiç kimse ne azaltabilir nede yok edebilir. Yani çıkarcılık gibi işleri bıraksak en çok bize faydası olacaktır. Bu yolla yaratanın sevgisini kazanabiliriz. Bundan daha büyük dünyada hangi çıkar olabilir ki? Bazılarının çıkarım dediği olay değişim ve çelişki gibi kavramlardan geliyor. Yani aslında bunlar birer engeldir. Benim bildiğim bunlar tuzak. Bizim bunlardan hiçbir çıkarımız olmayacak. Boş işler ama sorun değil yine de seçim herkese verilmiştir. Nasıl olsa bir gün inşallah gerçeği öğreneğiz. Tabii yaratanın izni olursa eğer. Bu kişiyi önceleri severlerken hiçbir istisnaları yoktu. Karşılıksız bir sevgiydi bu. Bebek Çocuk yaşına özellikle ergenlik yaşına geldiğinde sen kimin çocuğusun? Ya da sen kimlerdensin? Hani söyle de kim olduğunu kişi ona göre seni sevsin ya da sevmesin. Çünkü en kolay olanı bu. Oysa en zor olan budur. Bu da kimsenin umurunda değil. Tabii ahlak ve vicdan sahibi insanları da hesaba katalım. Çünkü bu insanların sayesinde dünya dönebiliyor. Yani birbirimizi hayla birazcık ta olsa anlayabiliyorsak en azından rahat bırakabiliyorsak. Bu değerli insanların sayesindedir. Bazı insanlar için insani değerlerin pek önemi yok. Varsa yoksa para. Bazılarına göre para her kapıyı açar. Gerisi boş ve değersizdir. Her kapıyı açabilir ama o her açılan kapı bizim hayrımıza mı? Bu da kimseyi pek fazla ilgilendirmez. Açılsın da ne açılırsa açılsın. Bu anlayış ve uygulamada olan insanlar maalesef çok kötü durumdalar ve daha kötü durumlarla karşılaşacaklardır. Esas zor kısmı ömrü bittiği zaman başlar. Çünkü ne kendini ne diğer insanları, hayvanları, doğayı anlamamıştır. Bütün bunları ezip geçmiştir. Bütün bunların hesabı elbette zamanı gelince sorulacak. Bu cezayı çekebilmekte öyle kolay olmayacaktır. Aslında onlar son baharını yaşıyor. Değme keyfine, önünde çok uzun yolu var. Bırak çok yesin, çok içsin. Nasıl olsa hesabını verecek. Bir defa hayat yolunda ilerliyoruz. Yarın ne olacağını kimse bilmiyor. İşler kötü gittiğinde yukarda saydıklarımın hiçbiri yanında olmayabilir. Onların imkânı var gidebilir. Mecbur değiller. Ya sen nereye nasıl gidebilirsin. Hiç kendinden kaçmış birini bulabildin mi. İnsan kendisine kızgın olabilir. Küste olabilir. Ama bu gibi durumlar kişinin kendisinden kaynaklanmıyor. Yani yolumuz böyle. Kendine küs olma. Bu küslüğü, kızgınlığı hak etmiyorsun. Başka şekil olmadığı için ya da böyle olmak zorunda olduğu için, bütün bunlar yaşanıyor. Ama bunlar senin başarabileceğin konular değil. Biliyorum zor bir durum ama her şeye rağmen. Kendimizle barışık olmalıyız. Hele yaratanın değerlerini koruyup sahip çıkabiliyorsan. Mutlu olmak senin hakkın. Bu hakkın her daim var olabilir. Ölüm buna engel değildir. Ama doğru yoldan saparsak suçlu bizsiz. Sonuçlarına da katlanman gerek. Yani bu hak yolu doğru gidiyor. Hakka erene kadar. Orası gerçek hedefimizdir. Bu yoldan sapmak bizim niyet ve uygulamamıza bağlı. Seçim bizimdir. Tabii her türlü getirisi de bizimdir. Özellikle psikolojik sorunlar bizde çıktığı zaman hayatımız çok zor bir hal alır. Ama bu sorunlar da yine sınav amaçlıdır. Demek istediğim ne kendine ne de Yaratana, hiç sitem etme. Çünkü o böyle bir şeyi asla hak etmiyor, hiçbir şekilde. O bizi o kadar çok seviyor ki. Bu sevgiyi anlamaya, ölçmeye tek kelimeyle varlığımız yetmiyor. O derece bizi çok seviyor. Hele yolundan gidenleri daha da çok seviyor. Ama insanlar böyle durumları bilmemeli, görmemeli çünkü kişi için böylesi daha hayırlıdır. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi Allah insanları üzmek istemiyor. Böyle şeylerden hoşlanmıyor. Hatta nefret ediyor. Tabii ki hak eden cezasını çekecektir. Ama bu insanlar buna karşı hangi güzellikleri kaçırdığını bilmeyeceklerdir. İnsan yapısı gerektiği gibi, farklı etkenlerden oluşuyor. Zihin, beden ve ruhsal yapı gibi. Bu üçü bizim bütünlüğümüzdür. Ama bu üç yapı aynı zamanda kendi başına birer yapıdır. Kendilerine özgü işleyişi, hedefi, istek ve arzular gibi vs. Dünya ya gelişi ve farklı süreçlerden geçmesi bile kendi başına birer olaydır. Örneğin bedenin ilk andan beri işleyişi ve devamında değişkenlik gösteren yapısı ve bu yapının zamanla geri geldiği toprağa yakınlık ve istek göstermesi, yaratanın her şeyi kusursuz hesapladığının göstergesidir. Yani biz şimdi dünya da an itibarıyla sadece geçiciyiz. Bizim bildiğimiz misafirlik. O yüzden nasıl ki bir misafirlikte, ibadethanede özen gösteriyorsak aynı şekilde sokakta, her yerde özen göstermeliyiz. Bu bizim onurumuzu ve değerimizi Allah katında yükseltecektir. Yani ben daha iyisine de layığım anlamındadır. Bu yüzden de Allah herkesi layık olduğu yere getireceği gibi bizi de yani böyle özen gösterenleri de layık olduğu yere getirecektir. Bundan hiç şüphe yoktur. Diğer dünyada ki iki farklı yer böyle durumlar için vardır. Zihnimizde kendi çapında beden gibi çok farklı süreçlerden geçip görevinin başına geçiyor. Zihin, ruhsal yapımıza göre biraz geç işe başlıyor gibi ama aslında öyle değildir. Kendi yapı sistemi böyle işliyor. Bizim bedenimizde birdenbire var olup bu şimdi ki şeklini almadı öyle değil mi. Ruhsal yapımızda da aynı durum vardır. İlk andan itibaren vardır daha var olmadan. Zaten var olma izni olmasa bedenin oluşma aşaması başlayamaz. Sen hiç ruhsuz doğmuş bebek gördün mü? Belki diyeceksin ki bazı hamile kadınlar düşük yapıyor ya da bebeği cansız doğuyor. Bunlarda da yine ruh vardır. Dünya ortamında, ruh olmadan can tek başına var olamaz. Ölen bir canlının ruhu gittiğinde bedeni toprağa düşer. Bu bir emir niteliğindedir. Yani ruh varsa görev vardır. Can vardır. Hayat vardır vs. Sadece öyle durumlar gerektiği için öyle olmuştur. Sanırım şöyle bir sıralama yapabiliriz. Önce ruhumuz, sonra bedenimiz, en son da zihnimiz yerini almıştır. Bu üç yapı aynı zamanda kendi aralarında birbirine zıttır. Örneğin karnımız acıktığı zaman yemek yemeyi isteriz. Ama yerimizden kalkmayı bazen istemeyiz. Çünkü bu yapılar dediğim gibi birbirinden farklıdır. Yemek yeme sorunu ilk etapta zihninin sorunu değildir. Bu en çok beden ve ruhsal yapının sorunudur. Çünkü bunlar etkileniyor. Böyle bir sürü durum var hayatımızla iç içe geçen. Bu yapıların uyumunu yani barışmasını sağlamamız gerekiyor. Yolumuza daha sağlam devam etmemiz için. Beden zaten emir kulu esas çekişme zihin ve ruh arasında oluyor. Zihne çok büyük iş düşüyor. Çünkü yapısı itibarıyla bu alanda öncü güçtür. Yani işi budur. Her türlü sorunu çözmek zorundadır. İki savaşçıyı düşünelim. Savaşanlar ruh ve beden değildir zihindir. Eğer dünya da zihin olmasaydı, beden ve ruh asla savaşmayacaktı. Çünkü bunlar gerçeği biliyor. Bunları şaşırtan tek şey zihnin cingözlüğüdür. Çok esas ve derinlemesine inecek olursak zihnin kendisi de olmasaydı. Beden ve ruh dünyada olamazdı. Ruhumuzun görevi sadece dünyayla sınırlı değil. Yani hangi açıdan bakacak olursak bakalım. Bu üçü birbirine muhtaçtır. Birinin olmaması veya zarar görmesi diğerlerinin de olmaması ve zarar görmesine yol açar. Hayatımızda her şeyi bir kenara bırakıp kendimizle barışmanın yollarını bulmalıyız. Bunu mutlaka başarmalıyız. Çünkü hayatın esas sevgi ve huzurunun olduğu yer içimizdir. Dünya da içimizde ki huzurun, barışın yerini hiçbir madde dolduramaz. En çok sevdiğimiz bir arabayı, evi ve saire alsak bile sevgimiz çok değil bir iki haftada biter. Ama iç huzurumuz iç barışımız öyle değildir. Okyanusun suyu kadar çoktur. İç iç bitmez. Hayatın gerçek kazancı içimizdeki huzurdur. Eğer bunu başaramamışsak çok fakiriz demektir. İmkân açısından diyorum. Çünkü esas mal ve zenginlik budur. Yaşama sevinci, yaşama gücü buradadır içimizde, başka bir yerde değil. Ama biz ne yapıyoruz içimizdeki var olan sonsuz huzuru yok sayıyoruz. Ondan sonra da neymiş, benim huzurum yok diyoruz değil mi. İnsan gücü yettiğinde hemen yürümeye çalışır. Yani ilerler. Bu ilerleme ilk fırsatta dışarıya değil içimize olmalıdır. Neden derseniz çünkü kişinin hayatta sahip olmak istediği her şey için gerekli malzeme buradadır. Bir tesisatçı veya elektrikçi ve saire gerekli eşyasını almadan. Neyi nasıl başarabilir? Eğer malzemesi yoksa. İnsanın kendisiyle barışık olması demek, hayat yolunda mesleğini yapmış ve diploması elindedir. Anlamı taşır çünkü sabır gerektiğinde sabır gösterebilir. Azim gerektiğinde azimli olabilir. Cesaret gerektiğinde cesaret gösterebilir. İş zora geldiğinde dayanma gücü gösterebilir çünkü bunların hepsi vardır. Yani bardakta su varsa siz o suyu kullanabilirsiniz. Veya bardakla beraber değerlendirip fayda sağlayabilirsiniz. Bir içecek veya yiyecek aldığımızda içini mi alıyoruz yoksa kabını mı? İnsanda böyledir. Bir insanda Allah sevgisi ve değerleri yoksa kendisiyle barışık değilse, bu insanın boş bir bardaktan farkı nedir? Hayat sadece yemek, içmek, kendine bakmak değildir. Esas hayatta karlı çıkmak istiyorsak diğer insanlara, diğer canlılara, değer vermemiz gerekiyor. Tabii ki doğaya da. Ancak bu şekilde, çok karlı çıkabiliriz bu işten. Sonuç olarak ister psikolojik sorunumuz olsun isterse olmasın. Bu kendimizle barışmayı başarmamız gerekiyor. Yaratan bunu şart koşuyor. Çünkü ancak kendisiyle barışık bir insan gönül rahatlığıyla ya rabbim şükürler olsun senin yaratığın her şey de bir sebep ve anlam vardır diyebilir. Böyle bir insan kendisine eziyet etmez acı çektirmez diğer etrafında ki insanlara, canlılara, doğaya iyi davranır. Saygı gösterir. Bu şekilde hem kendisi hem yaratan ve diğerleri memnun olur. Yani bu da bir engeldir. Aşılması gerekiyor. Bu engeli bir kapı gibi düşünelim. Huzurunuz olduğunda bu kapıyı çalın kendinizle barışmak istediğinizi söyleyin. Yalnız bu kapı yol geçen hanı değil her istediğimizde giremeyiz. Eğer girmişsek her istediğimizde de çıkmamalıyız. Çünkü bu kapı bazı durumlarda öyle bir kapanır ki mecbur çaresiz kapı önünde ömrümüzü bitiririz. Hiçbir anahtar da açamaz. İşler bu hale gelmeden. Kendinize bazen iyilik yapın. Bu kapıyı bazen çalın ama arada bir. Eğer mutabıksa kapı açılacaktır. Bu durum bazen yıllar alabilir belki de ömür. Kim bilebilir Allahtan başka. Diğer önemli bir nokta da kendimizle barışma sorunu. Zihnimiz ve ruhsal yapımız arasında sorun var demektir. Yani birbirine kızmışlardır. Dolayısıyla birbirinden uzaklaşmışlardır. Uzak oldukları içinde verimli olamıyorlar. Başarı yerine başarısızlık. Sevinç yerine umutsuzluk ve saire gibi durumlar baş gösterecektir. Bu ikisinin barışması ancak karşılıklı anlayış ve sevgiyle olabilir. Bu anlayış ve sevgi yapısını kullanarak psikolojik sorunlardan kurtulabilirsiniz. Bu mümkündür çünkü psikolojik sorunların çoğu kendimizden uzaklaştığımız için meydana çıkıyor. Bu şekilde de varlığını sürdürebiliyor. Çünkü bu boşlukta kendine yer ediniyor. Bu ikisini karşı karşıya getirerek varlığını rahatlıkla yıllarca sürdürüyor. Tabii bu rahatlık bizim için cehennem oluyor. Karşılıklı anlayış ve sevgi de ki esas kasıt nedir. Zihinsel ve ruhsal anlaşmadır. Örneğin bir işte 8 saat çalıştığımızı var sayalım. Eğer bu işte 8 saat yerine 16 saat çalışsak daha çok kazanırız değil mi? Ama diğer yandan bu işe ne kadar dayanabiliriz ki? Eğer sevinciniz ve isteğiniz yoksa, siz işe devamlı gidip gelseniz bile illa bir yerde sorun çıkacaktır. Bu sorun ya sizden çıkacaktır. Ya da işten çıkacaktır. Demek istediğim. Bedenimiz, özellikle ruhumuz emir komuta üzerine çalışmıyor. Eğer herhangi bir şey istiyorsak. Öncelikle ruhumuzu ikna etmeliyiz. Bu da ancak zihin ve ruhsal yapımız arasında ki bir barışla olabilecek bir iştir. Aksi takdirde hayatta bocalama süreci bitmez. Rüzgâr nereye ben oraya hesabı döner dururuz.

Depresyon Politikası ve Sistem Sorunu

Подняться наверх